1993-1994, köşe yazıları. Fuat’ın falsolarıyla başlayıp edebi malumata sonra geleyim ki yüz düşürecek bölümler hemen geçsin. Fuat o yıllarda feminizme dair neyle karşılaştı bilemiyorum ama çıkarımı şu: “Bütün kadınlar iyidir, bütün erkekler kötüdür gibi bir genelleme yapılamaz. Erkeklerin toplumlara egemen olmalarını sağlayan ‘güç, şiddet, acımasızlık’, kadınlarda da görülebiliyor. İlle kas gücü gerekmez, başka yöntemleri de var bu işin. Kadınlar da sırasında baskıdan, şiddetten, acımasızlıktan yana olabiliyorlar. ‘Erkekleşmemiş, erkekler gibi davranmaya özenmeyen kadınlar,’ demem o yüzden…” (s. 142) Meh, müthiş yüzeysel bir yaklaşım. Tepki görmüş olacak ki Fuat bir süre sonra ikinci bir yazı yayımlıyor, erkekleri rezil rüsva etmeye yönelik feminizmin kötü, eşitlik feminizminin iyi olduğunu belirtiyor ve eşitliğin henüz kurulmamasının sebebiyle noktalıyor mevzuyu: “Nedeni açık: Çünkü kadın haklarının yaşama geçirilmesine engel olanlar arasında, yalnız güce, şiddete, acımasızlığa tutsak erkekler değil, gelenekler, görenekler, törelerle sarmalanmış kadınlar da var.” (s. 151) Kadınların çoğunun da konfor alanlarından ayrılmak istemediklerini, birçok durumda özgürlükten korktuklarını söylüyor Fuat, kanımca dile getirdiği durumun dinamiklerini ıskalıyor, tikel noktalar üzerinden yargıya varıyor. Parlak zihinli bir insandır ama neden böylesi kestirip atmış, mevzuyu azıcık araştırmamış, bilemiyorum. Neyse, Osman Bleda’nın eleştirisini safsatayla savuşturma çabası var başka bir yazıda, ilginç. Memet Fuat başka dillerden sözcük almadan önce kendi dilimize bakmamız gerektiğini söylüyor, güzel ama “tertemiz bir Türkçeyle” mektup yazıp Fuat’ın “mucize” yerine “tansık” demesini eleştiren Bleda’ya tu quoque bir cevap sallıyor, Bleda’nın mektubunda yer alan “ihtimal”, “meydan”, “kütüphane” ve “ukalalık” sözcüklerinin yerine “olasılık”, “alan”, “kitaplık”, “bilgiçlik” sözcüklerinin kullanılması gerektiğini söylüyor. “Tansık” ve “mucize”nin kullanımıyla Fuat’ın verdiği örnekler bağlamsal olarak tutmuyor birbirini, ayrıca “meydan” ve “alan” arasında, “kütüphane” ve “kitaplık” arasında anlamca uçurum var, bu da başka mevzu. Uzatmayıp geçiyorum, bir de özenme meselesi var ki zirve noktası olsa gerek, Fuat’a göre küpe takan, dövme yaptıran insanlar ilgiye, sevgiye muhtaç. İlk kez Fuat’ı bu kadar eleştirdim sanıyorum, hayatı azıcık kaçırdığı yıllarda yazmış bu yazıları bence. Osman Bleda’nın “Mare Nostrum” serisindeki hoş çevirilerini de anmadan geçmeyeyim, bu toprakları başka gözlerden görmek isteyenler hemen damlayıp o güzel anlatıları bulup okusunlar.
Fuat’ın Sait Faik’in şiirlerini eleştirdiği ilk yazısı dikkate değer. “‘Nerdeyse dünyaya nizamat vermeye kalkacak’ bir yazar olarak başladığı yazma serüvenini, ‘alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti’ aranışı içinde, adasına, yakın çevresine kapanarak sona erdirdi.” (s. 7) Son yazdığı öykülerin dünya çapında bir benzeri Fuat’a göre yok, biçimden çok içeriğin zorla yazdırdığı öyküler şiire yanlıyor. Şiirse dağınıklığa yaslanınca “çözük dizeler” şiirsel bir yapı kurmaya yetmiyor, bu yüzden Sait Faik “itinasız neşredip durduğu” öyküleriyle ses getirse de şiirin gerektirdiği özeni ortaya koyamadığı için öykülerin şairi olarak yüceldi, şairliğiyle değil. Hemen ardından Memduh Şevket Esendal geliyor, yazın dünyasına uzak kaldığı ve yayımcılarla ilişki kurmadığı için yaygınlık kazanamasa da Esendal’ın yapıtları ne zaman ortaya çıktıysa övgüyle karşılanmış. Orhan Veli’nin 16 Eylül 1946 tarihli bir yorumu var, Sait Faik’le Sabahattin Ali ortaya çıkmadan önce Esendal’ın yazdıkları yeni bir nefes olarak değerlendirilmiş. Fuat’a göre Esendal’ın yalınlığı, sıradan dili ve önemsiz şeyleri yetkinlikle anlatması çağın yazarlarına benzememesini sağlamış. Esendal’ın kendi yorumlarına da bakmalı, edebiyatı bilmediğinden ve marifetsizliğinden sade yazdığını söylüyor Esendal, süslemesini, benzetmesini, anlatmasını bilmediğini ekliyor. Bu yüzden istediklerini anlatabilmek güç, arzusuna olabildiğince yaklaşmaktan başka bir şey yapmıyor. Varlık‘ta söylemiş bunları, yıl 1952. “Kapalı Şiirin Açılışı” var, Oktay Rifat, Edip Cansever ve Ece Ayhan geçiyor yazıdan. Oktay Rifat’a göre anlamsız şiir anlamlı olanın anlatamadıklarını anlattığı için anlamlı. Edip Cansever direkt Fuat’a yönelerek şiirlerinin kapalı olmadığını, Fuat’ın şiire kapalı olduğunu söylüyor. Bir de şu: “Yazdıklarının açık, herkesin kolayca anlayabileceği şeyler olduğuna gerçekten inanıyordu. Kitaplarının çok satılmasını ister, ikide bir gelip sorardı. ‘Niye soruyorsun,’ derdim, ‘sen kitaplarının az satılması için elinden geleni yapıyorsun!’ Ama ona göre kapalı değildi yazdıkları…” (s. 11) Ece Ayhan “kapalı” yerine “sıkı” sıfatını tercih ediyor, Ali Günvar’a göre Ece Ayhan’ın şiirleri “çıkmaz sokak” ama şiir o sıkılığından başka bir yola ulanmaz mı? Şiir başka bir şiire fışt diye kayıp gider de olduğu gibi gitmez, başka sözcüklere dönüşür bir. Sanıyorum. Ahmet Haşim var, Gazi Mustafa Kemal’e yazdığı şiir dışında Türkiye’nin geçirdiği büyük dönüşüm konusunda kalem oynatmamış, kırgınlıktan bence. Kendi dizesi: “Komadı gitti bı devlet bizi âdem yerine!”. İş verilmemiş, aç kalmış, kendi halinde var olmuş bir adam Haşim, kızgınlığını dile getirdiği de olmuş: “‘Muharebe oldu mu, sen Türksün, buyur cepheye! derler. Sulh olup da bir yerden iş, memuriyet istedin mi, haydi oradan Arap! diye savarlar.’” (s. 17)
Eleştiriyle ilgili arka arkaya üç yazı var, nesnel ve öznel eleştirinin kıyasıyla başlayıp (ç)alıntı metni kendi metnine yediren yazarların eleştirisiyle devam ediyor. Yıllardır süren araklamaların haddi hesabı yokmuş, yazarlar neyi neyden aşırdıklarını söylemezmiş hiç. İsim vermiyor Fuat, verseymiş keşke. Bahis kesiliyor hemen, 1993’ün Temmuz’unda arka arkaya yazılar Sivas’taki katliamın yasıyla dolu. Dostu Asım Bezirci’yi anıyor Fuat, birlikte Nâzım Hikmet’in şiirlerini yayıma hazırlamalarından çok öncesine dayanan bir yakınlıkları var, yazılar acıyla dolu. Hemen ardından kitapların ederi ve yayıncılık dünyasına dair kapsamlı düşünceler geliyor, Fuat’a göre kitap fiyatlarının artması kaçınılmaz. Bu artışın önüne geçmek için kütüphaneler artırılmalı, evlerdeki kitaplar kolektif kullanıma açılmalı, kapitalist düzenden toplumsalcılık beklenemeyeceği için okurlara çok iş düşüyor.
“Sürekli Bir Dergi” Türkiye’deki dergiciliğin panoraması. “Cemal Süreya bir konuşmamızda dergilerin bir süre yayımlanıp sonra kapanmaları gerektiğini savunan sözler etmişti. Dergilerin de bir başı sonu olmalı görüşündeydi.” (s. 39) Varlık belli bir edebi anlayıştan hemen hiç çıkmadığı, yeniliklere pek alan sunmadığı için yüz yaşına yaklaşıyor, edebiyatımızı ileri bir noktaya taşıyacak dergilerse misyonlarını yerine getirdikten sonra kapanıyor, özeti bu. Yayıncıların yeni satış kanalları bulma çabalarının yanında “bilgisayarlı satış” da Fuat’ın ilgisini çekiyor, gelenekselleşmiş dağıtım kanallarının yerine bilgisayarın kullanımıyla piyasaya dinamizm geleceğini düşünüyor ve Beyoğlu’ndaki Pandora’yı biraz da şaşkınlıkla anıyor, bu işi ilk yapanlardan biri Pandora mı acaba? Fuat biraz mesafeli gözükse de umutlu, Adalet Cimcoz’un açtığı resim galerisinin küçüklüğüne rağmen oldukça başarılı olduğunu hatırlatarak yeniliklere açık olduğunu söylüyor. Fuarlardaki satışların düşme tehlikesi doğacak ama yayıncılık ilerleyecek böylece, gerçi nüfus ve eğitim seviyesi arttıkça kitap satışlarının düşmesi gibi bir gerçek de var ama Fuat hep iyimser, yazılarının çekici yanlarından biri bu.
“Yazara Karşı Tasarımcı”yla nokta. Sevim Burak’la Memet Fuat titizlikle çalışmışlar, biçime çok önem veren Burak’ın istediği gibi basmışlar Yanık Saraylar‘ı. Sonra eseri bir de Nisan Yayınları basmış, Bülent Erkmen görsel sorumlu olarak Burak’ın kitaplarını yayıma hazırlamış ama o özene bezene yapılmış düzenlemeleri katletmiş adeta, Fuat bu durumu eleştiriyor, Erkmen’den gelen cevapta yazan “düzenleyicinin yorumlama hakkı”nı da eleştiriyor. Yazarın dokunulmamasını istediği metinlere dokunulmamalı, hele de yorum kaldırmayacak kadar biçimli, yoğurulmuş metinlere.
Fuat’ın yazıları derya deniz, bulan kaçırmasın.
Cevap yaz