Altı bölümden oluşuyor, beşinci bölümde “Dergilerde” başlığını taşıyan altı yazı mevcut. Mayıs 1973’ten Kasım 1973’e kadar çeşitli dergilerde yayımlanmış çeşitli makaleleri konu alıyor Fuat, ilginç meseleleri eşelediği için buraya odaklanıyorum. Başka bir kitapta yer alan bir makalesinde Türkiye’de eleştiri namına pek bir şey yapılmadığını söylüyordu, eh, belli ki 70’li yılların bolluğunda polemiğe girecek pek çok yazar bulabilmiş. İlk yazısında Yeni A Dergisi‘ni gömüyor biraz, Konur Ertop’u ve Onat Kutlar’ı dışarıda bırakarak geri kalanlar için “bireyci” yakıştırmasını yapıyor ve derginin ilk zamanlarındaki “sorumsuz genç yazarlar” gibi yazdıklarını söylüyor. Örnek olarak Kemal Özer’e dair bir eleştiri var, Asım Bezirci’yle girdiği tartışmaysa uzadıkça uzuyor. Memet Fuat soğukkanlılığı elden bırakmadan Bezirci’nin iddialarına açıklık getiriyor, meramını dile getiriyor ama alıntıladığı bölümlere bakarsak Bezirci işi çirkin bir noktaya götürmeye çalışıyor. Mesele Orhan Veli’nin bütün eserlerinin yayıma hazırlayan Bezirci’nin tercihlerinden, bir ölçüde de hoyratlığından doğuyor. Özetleyeyim, Bezirci çoğu yazıyı kitaplara almamış, şiirlerin dizgisi rezaletmiş, bir dünya şey. Fuat yapılan yanlışları açık açık sayıyor, dilinin tonunda aşağılayıcı bir şey yok ama Bezirci belli ki öfkeleniyor ve işi ince ince hakaret etmeye kadar vardırıyor. Fuat en sonunda bu tür metinlerin nasıl hazırlanması gerektiğine dair Orhan Veli’nin eserleri üzerinden tavsiyelerini dile getiriyor, bir de arkadaşlıklarının son bulduğunu sıkıştırıyor araya, bu çekişmeye kadar bir ölçüde yakın olduklarını anlıyoruz. Adnan Özyalçıner’e verdiği cevap da iyi, günümüzün edebiyat ortamına ders niteliğinde. Sabahattin Ali’nin öldürülmesinin 25. yılında Yeni Dergi, Varlık, Türk Dili gibi dergilerin “seslerini çıkarmadığını” söyleyen Özyalçıner bu durumu unutkanlığa, hatta umursamazlığa kadar vardırıyor. Fuat’ın cevabı biraz sert, Özyalçıner’i aklına geleni söylemekle eleştiriyor ve açıklıyor: En sevmediği şey, sanatçıları doğum ve ölüm yıl dönümlerinde anmak. Ismarlama yazılar yalapşap yazılıyor, kimi yazıları vaktinde gelmiyor, kimi yetiştirilecek diye nitelikten uzak bir şekilde kaleme alınıyor, bu yüzden bu işlere pek girmiyor Fuat, Yeni Dergi‘nin başındaki isim olarak. Nâzım Hikmet öldüğünde bile tek satır yazı çıkmadığını söylüyor örneğin, bunun yanında büyük sanatçıların ölümünden sonra onların farklı yönlerini ele alan kaliteli yazılara her zaman yer verdiğini belirtiyor. Bu konuda Behçet Necatigil’i eleştirdiği yazıyı anmadan olmaz, Nâzım Hikmet’in ölümünün onuncu yıl dönümünde yazılan bu yazı Fuat’a göre çok garip genellemelerle dolu bir yazı. Birkaç cümle çekilip alınmış, cümleler üzerinden gideyim. “‘Dolgun, güzel yazıyor; türkçeyi çok rahat, kıvrak ve çarpıcı kullanıyordu. Bana ana dilimin güzelliğini göstermiş şairlerden biridir.'” (s. 169) Gerçi burada biraz, ne diyeyim, Fuat’ın aşırı tepkisi de var gibi, bu cümledeki yetenekleri orta kalitedeki şairlerde bile bulabileceğimizi söylüyor, dolayısıyla bu bir övgü gibi gelse de aslında yergi. Yazının geri kalanına baktığımız zaman gerçekten de yergi olabileceğini düşünüyoruz gerçi, Nâzım Hikmet’in çok kişiye acı çektirdiğini, yakınlarını mutsuz ettiğini ve çok hak yediğini söylüyor Necatigil. Kemal Tahir’di galiba, dokuma atölyelerinden gelen parayı Nâzım Hikmet’in çatır çatır yediğini ima ediyordu, bunun gerçeklik payı hakkında hiçbir fikrim yok ama acı çektirme konusunda Fuat’ın söyleyecek sözü çok tabii, Piraye’nin oğlu olarak sağlam bir çıkışıyor, Necatigil’in bu yargılara nasıl vardığını, yaşananları bilip bilmediğini soruyor açıkça. Necatigil ayrıca Nâzım Hikmet’in aileyi boşladığını, aile anlayışının bizimkilere uymadığını, oğlu Memed’in Varşova’da Milliyet‘in yazarlarına babası hakkında hiç de iyi şeyler anlatmadığını söylüyor. Buna cevap şu: Nâzım Hikmet, içinde aşk duymadığı hiçbir ilişkiyi ve evliliği sürdürmediği için ömürlük evlilikler yapmadı, bunun yanında ailesini geçindirmek için elinde avucunda ne varsa paylaşmayı bildi. Daha da önemlisi, Yaşar Kemal’in dediğine göre Memed bu konuşmaya karşı bir yalanlama göndermiş ama gazete yazıyı yayımlamamış. “Dava adamı olma” meselesi de topa tutulan bir başka olay, dava adamı olanın aileyi boşlayacağı, gözünün hiçbir şey görmeyeceği fikrini çürütüyor Fuat. En sonda da bilmediği meseleler hakkında konuşmaması gerektiğini Necatigil’e kibarca hatırlatıyor. Başka bir mevzu da Attilâ İlhan’ın yergisi. İlhan, Fuat’ı İkinci Yeni’yi övmekle suçluyor. Açıkçası bu noktada Fuat’ın öngörüsü doğru çıkmadı, İkinci Yeni’nin etkisi günümüzde hâlâ sürüyor, anlamsızlıktan oldukça uzak bir içerikle üstelik. Neyse, Fuat’a göre İkinci Yeni başlı başına bir kapalılık abidesi, saman alevi gibi parlayıp sönen bir akım ama açtığı yolda pek çok şair yürüyecek ve sonrasında başka bir istikamet tutturarak şiire yeni bir soluk getirecek. Bu görüşlerinden ötürü İlhan’ı kızdırıyor ama İlhan zaten “sıklıkla çamur atan bir sanatçı” olarak vazifesini yapıyor Fuat’a göre. Lafını esirgemeyen bir eleştirmenin yazdıklarını okumak keyifli açıkçası, skor tutanlar için kötü bir eleştirmen olduğu söylenebilir ama yol açtığı tartışmalar ve düşünceler sıkı.
Ne var başka, Berna Moran’ın kuram ve eleştiri kitabını övüyor Fuat, öbür yanda Mehmet Kaplan’ı bir yeriyor ki içimin yağları eridi resmen. Mehmet Kaplan’dan bahsedeyim biraz, kendisi muhafazakâr-milliyetçi kanadın kutsalıdır, Tanpınar’ın öğrencisidir ve Tanpınar’ın fikrince çok çok çalışkan bir öğrencidir. Bir yerde okumuştum bunu, nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Neyse, günümüzde edebiyat bölümlerindeki kodaman hocaların en önemlilerini kendisi yetiştirmiştir, yavaş yavaş emekli olmaya başladı gerçi bu hocalar, nihayet. Bir ekol yani Mehmet Kaplan, ondan kurtuluş yok, sözü kanun hükmündedir, üzerine söz söyletilmez. Şiir eleştirileri, eh, Cumhuriyet sonrası şiirin bir bölümü dahil olmak üzere uzmanlığını konuşturduğu eleştirilerdir ama iş günümüze doğru yaklaştıkça bu konudaki bilgisizliğinden, yetersizliğinden ötürü laf salatalığına dönüyor. Fuat bir örnek almış, Ülkü Tamer’in bir şiirini inceliyor Kaplan ama incelemese daha iyi olurmuş açıkçası, Marksizm’e yanaştırdığı Tamer’i olmadığı yerlere koyuyor, Tamer’in şiirini anlamadığı gibi acayip çıkarımlarda bulunuyor, ilginç. Yetmiyor, bir de “Türkiye’yi bölmek isteyen anarşist ile komünistleri” yüceltenleri tenkit ettiğini, bu açıdan şiir tenkidinde “bu nevi” fikirlerle karşılaşınca ilmî araştırmadan ayrılıp ayrılmayacağına dair düşündüğünü söylüyor. Fuat’a göre bu suçsuz bir insana iftira etmek, haliyle. 1974’te yazılmış iyi bir yazı bu, Kaplan’ı eleştirmek o zamanlar için cesaret işi olsa gerek.
Garip ve Nâzım Hikmet kıyasına değinip bitireyim. Kitaptaki en uzun bölümlerden birini oluşturuyor bu, ben kısaca anlatacağım: Meşhur yazıda Garipçiler edebi amaçlarını dile getirirlerken birtakım ideolojileri içeriğe dahil etmeyeceklerinin üzerinde duruyorlar. Fuat’a göre bu suya sabuna dokunmadan edebiyat yapmak anlamına geliyor, Nâzım Hikmet’e dolaylı olarak bir atak var ama Nâzım Hikmet’in de kaygılarından biri bu ideolojiyi içeriğe olduğu gibi almadan, biçimle ve imgelerle yaşamı duyurma uğraşının başarılı olup olmayacağı. Bunu gözetiyor yani, Fuat’a göre bu eleştiri doğru bir noktaya parmak basmıyor. Bunun yanında Garip tayfasının devlet kademelerindeki görevlerinden bahsederken Nâzım Hikmet gibi şairlerin soruşturmalardan, hapislerden kurtulamadıklarını söyleyerek Garip’in iktidara angaje olduğunu belirtiyor. Dikkatle okunması gereken bir bölüm, ben rezalet anlattım ama mesele çok daha derin.
Fuat’ın eleştirileri 70’lere açılan bir pencere gibi, ilgilisi okursa pek memnun kalır.
Cevap yaz