Max Brod – Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk

Brod’a bin teşekkür, zamanında Kafka ne yazdıysa elinden almış, sözleşmeleri önüne koyuvermiş, metinlerin yayımlanmasını sağlamış. Belki de en yakınlarından biri ama duvarın ötesine geçememiş o da, bir iki eşelemeden sonra Kafka’nın suskunluklarını aşmaya çalışmamış, aralarındaki yakınlığı sağlayan mesafeyi korumuş. Kafka üzerine yazılarında da bu mesafeyi muhafaza ettiğini görebiliyoruz, son bölüm hariç sadece metinlere odaklanıyor, objektif değerlendirmeler sunuyor Brod. “Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk” adlı bölümün ortalarında bir yerde ölçüyü vererek yazının özetini de sunuyor: dokuz ölçü umutsuzluk ve bir ölçü umut. Dönüşüm hariç, o kapkaranlık bir metin. Diğer metinlere baktığımızda tümüyle tanrıtanımaz bir yazarla karşılaşmıyoruz, Kafka anlatılmaz zahmetlere katlanıp inancı arıyor, umudun cılız aleviyle görmeye çalışıyor, kurtuluş sezgisini diri tutmak için uğraşıyor Brod’a göre. “Bir tapınma biçimi olarak yazmak” Kafka’nın yaşama katlanma, gerçeği görebilme uğraşı. “Her şeye karşın Kafka’nın konumuyla o amansız umutsuzluk arasında yer alan dar sınır bölgesinin varlığını kanıtlamak: İşte işini ciddiye alan titiz bir Kafka yorumcusunun dönüp dolaşıp karşısına dikilen, hiçbir vakit eksiksiz başarılamayıp ancak yaklaşık üstesinden gelinebilecek bir ödev.” (s. 6) Bu ara bölgede Kafka’nın Tanrı’yla meselesi belirir, Kafka’ya göre tanrısal olan tümüyle insanın ölçülerinin dışındadır, ulaşılamayandır ama sezilebilendir. Hayvanlarla kurduğumuz ilişkiyi bu erişememenin sembolü olarak kullanır Kafka, “Bir Köpeğin Araştırmaları”nda insanın köpek için sezilemez hale gelmesi insanla Tanrı arasındaki ilişkide de ortaya çıkar. Tanrı’nın ontolojik yoldan varlığının kanıtlanmasıdır bu, Sartre ve Beckett gibi kendisine karşı da yazanların metinlerinden ayrıdır. Kafka varoluşçu yazarlara yakınmış gibi görünse de salt olumsuzluğa gömülmez, insanın kurtuluş olanaklarını da sunar. Mutlak değerleri yok etme tutkusu yoktur, aksine muhafaza etmeye çalışır ki Brod’a göre diktatörlüklerin gelişini de önceden görmüş, yapıtlarında dile getirmiştir. “Kafka tarafından âdeta suçüstü yakalanmış zamanımızın olaylarının Kafka karşısında vicdanları rahat değildir çünkü bütün bu olayları önceden uyarıcı bir dille anlatmıştır Kafka. Öyleyken bizler sapa yolda, köleleştirmelerin ve sevgi yoksunluklarının yolunda sersemce yürümemizi sürdürdük.” (s. 11) Onun metinleri her ne kadar umutsuzluğa çalsa da günlüklerindeki yazılarda metinlerinin özünün umutsuzluk olmadığını söyler, aksini iddia eden safsatacıdır ve dahi gebeştir. Uydurdum. Metinlerinde salt “kaybeden”i görmek isteyenlerin işi müthiş derecede basite indirgediğini söylüyor. Cehennemi andıran dünyada eğlenmeyi, oyalanmayı düşünmez, “demirleyeceği yer orası değildir”. Poe’nunkine benzer bir dünyada yaşaması fantastiğe yaslanmasına yol açmaz, onun düşsel varlıklarının temelinde anlamak istediği, gerçeğini ortaya çıkarmaya çalıştığı insan vardır. Poe’nun yazdığı türde metinleri eline pek almaz, dostu Janouch’a defalarca övdüğü Goethe gibi yazarları okur, bozulmuş dünyanın ötesindeki saf, özgür adacığı bulmaya çalışır. “Acelenin yarı uykusu” gibi tanımlamalarla çağımızın hastalıklarına özgün kimlikler de kazandırır, olumluyu öne çıkararak insanı yüceltir. Böcekleştirme meselesinde de benzer bir eylem var bence, Samsa’nın böcekleşmesine dair kodlar birer birer ortaya çıktıkça insanı tutsak eden yapının kaynağını ayan beyan görebiliriz, kendisi her ne kadar içindeki özgürlük arzusunu dindirmeyi bir türlü başaramazsa da ailesini de kurguya katarak öz katharsis ile kendini sağaltır. Dekadan bir yazar değildir Kafka, Brod o dönemde moda olmuş bu tür yorumlara toptan karşı çıkar, Kafka’nın “insan olmanın belirsizliği”ni açığa kavuşturmaya çalıştığını söyler.

Kafka’nın yaşamına baktığımızda metinlerinde sönük de olsa görülebilen umut ışığını paylaştığını görürüz, iki mevzu önemli. 1919’da akciğerlerinden rahatsızlandığı zaman gittiği Schlesen’de Minze’yle tanışır Kafka, birlikte şifa bulmaya çalışırlar ve ayrıldıkları zaman da mektuplaşarak dostluklarını sürdürürler. Kafka kıza öğretmenlik yapar, ailenin yapısından okuması gereken kitaplara kadar pek çok konuda akıl yürütür. Kamelyalı Kadın, Kleopatra ve Anatol okunmayacak, aileden mutlaka kopulacak, özgürlük mutlaka kazanılacak. Kafka kendi pratiklerini anlatırken eylemlere dökemediği görüşlerini de paylaşır, sağladığı en önemli fayda kızı okula gitmeye ikna etmek olsa gerek. Minze ve ailesi Kafka’nın bulduğu çözümden memnundur, Minze okur, evlenir, yıllar süren mektuplaşmanın son zamanlarında Kafka’yı tekrar görmek istediğini söylese de Kafka görüşmeye yanaşmaz, işleriyle meşguldür çünkü. Diğer mevzu az çok biliniyor, Kafka’nın küçük bir kıza yazdığı mektuplar. Bebeği yitince kız ağlamaya başlar, Kafka kızı görür ve ona üzülmemesini, bebeğin çok da uzağa gitmediğini hatta yakında mektup yazacağını söyler. Oyuncağın ağzından mektuplar yazmaya başlar sonra, sağlığı iyice kötüleşmese muhtemelen daha çok yazacaktı ama ömrü yetmedi. Çocukları pek sever Kafka, ümit etmeyi de.

“Üç Romanında Kafka’nın Dinsel Gelişimi” başlıklı bölüm Amerika, Dava ve Şato özelinde insanla ilahinin ilişkisine odaklanıyor. İlk roman tez, ikincisi antitez, üçüncüsüyse sentez. Amerika‘da kahramanın attığı yanlış adımlar açık seçik belirlenmiş, hatadan çok şanssızlık eseri eylemler var, Rossman’ın başına gelenler tuhafla komik arasında salınıyor. Josef K. ise bir bilmecenin orta yerine düşüyor, kimseyi sevmediği için ölmesi gerekiyor Brod’a göre, “soğuk kalp” ve “kendini haklı görme” hastalıkları yüzünden hak ediyor sonunu. Şato‘daysa kahraman pasif değil, en yüksek makama doğru durmadan koşuyor. Diğer metinlere göre daha olumlu bir havası var bunun, Brod’un başvurduğu Kafka incelemelerinde görüleceği üzere Paulus’la karşılaştırılan Kafka’nın “kurtulamama” sendromu Tanrı’nın ortadan kaybolduğunu gösterse de Kafka arayışını sürdürür, Tanrı’nın ölmediğini düşünerek teselli bulur, kendini güvende hisseder.

“Kişisel” adlı son bölüm Brod’un Kafka’ya dair anılarından, biraz da metinleri hakkındaki düşüncelerden ibaret. “Yapıtlarında kendini sevgi yoksunluğuyla suçlayan, kendini kendine özgü katı ölçülere vurarak sevgi ateşiyle pek yeterince yanıp tutuşuyor görmeyen Kafka, gerçekte en candan bir dost ve en candan bir insandı.” (s. 66) Evinde çalışan hizmetçilere pek iyi davranırmış Kafka, her ihtiyaçlarını gidermeye çalışırmış, birkaç kez tiyatroya gitmelerini sağlamak için çok uğraşmış, bir sürü şey. İyilikle dolu, bir o kadar ketum. Ölümünden sonra anısına çıkarılacak bir kitap için ünlü bir okul arkadaşından anılarını anlatmasını istemişler, adam tek bir şey hatırlamış: Kafka hakkında kimse bir şey söylememiş lise hayatı boyunca, okulda kimsenin dikkatini çekmemiş. 1910’larda Brod ve Kafka’nın birkaç arkadaşlarıyla birlikte çıktıkları gezilere dair notlar, anılar pek hoş. Kafka olduğu yerde duramıyor, sürekli bir yerlere gidip gezmek istiyor, yaşamaya aç. Okumak istediği kitapların listesi kalmış Brod’da, bazısı şiir. Çinli şairlerin şiirlerinden mürekkep bir antolojiyi pek severmiş Kafka, şiirleri arkadaşlarına coşkuyla okurmuş, o şiirlerin inceliği birkaç metnine ilham vermiş hatta. Dostoyevski’yi pek seviyor, Delikanlı‘ya hayran. “Zaten Kafka, bir büyük ruhun bir diğeri önünde saygıyla eğildiğini anlatan yazıları severdi.” (s. 79) Belki de bu yüzden sanatçı arkadaşlarıyla konuşurken onları sürekli dürter, üretmelerini sağlamak için heyecanlandırmaya çalışırmış. Kendi metinleriyle ilgili bir o kadar suskun tabii, yazdıkları hakkında konuşmayı sevmiyor, soru sorulduğu zaman geçiştirmeye bakıyor.

Janouch’un anılarıyla birlikte okunduğunda önemli bir tamamlayıcılığı var bu kitabın, gündelik konuşmalarıyla günlüğüne yazdıkları birbirinin devamı sanki. Mektuplarıyla kurgu metinleri arasında da büyük benzerlikler var, pek tutarlı ve pek keyifli. İlgilisinin ellerinden öper, Brod’dan Kafka’ya dair derin, eleştirel, samimi bir metin.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!