Mehmet Saydur – Markopaşa Gerçeği

Sabahattin Ali yazı işleri müdürü olarak zaten hapse girecek, imzasız yayımlanan yazılardan bazılarını Aziz Nesin’in yazdığını düşünenler onu da hapse atmak istiyorlar ama Ali “suçu” üstleniyor, bastırıyorlar, Aziz Nesin de işin içinde, Ali öyle olmadığını söylüyor ve aylarca hapis yatıyor, o sırada Aziz Nesin gazeteyi çıkarmaya devam ediyor. Rıfat Ilgaz tayfaya sonradan katılıyor, üçlünün birlikte çalıştığı kısa süre içinde gazete patlıyor resmen, o dönemin büyük gazetelerinin tirajı 20 bin civarındayken Markopaşa‘nın satışları 80 bine kadar çıkıyor. Gerçi Ilgaz’dan önce, daha ilk sayıda bombanın patlayacağı belli, Türkiye Sosyalist Partisi üyeleri işçilerden topladığı parayla yeni bir gazete çıkarmaya çalışıyor Nesin, para yetmeyince Sabahattin Ali ortak olmak istediğini söylüyor, 1000 lira koyuyor ortaya. Yazılar hazır, gazete basılıyor ve umutla bekliyorlar ama o da nesi, dağıtımcı CHP’nin İstanbul’daki has adamlarından biri, dağıtmaktan vazgeçtiğini söylüyor. Nesin ne yapacağını bilemiyor başta, yazıhaneye gelen Ali neler döndüğünü anlayınca çare bulmaya çalışıyorlar. Nesin yüklenebildiği kadar gazeteyi yükleniyor, Beyoğlu’na giderken yolda bulduğu tütüncülere, gazetecilere veriyor elindekileri, sonra dönüp kalanları alıyor ve Fatih tarafında dağıtıyor. Başlangıçta satmayacağını söylüyorlar, esnaf gazeteleri almak istemiyor ama öğleden sonra birer ikişer gelip daha fazla gazete almak istiyorlar, kalmamış oysa. Sayıyı artırıyorlar, Anadolu’ya yollananlar da bitiyor, daha da fazla basıyorlar, yine bitiyor. Fenomenin çıkışı böyle, söylenene göre o zamana kadar görülmüş ilk mizah gazetesi bu, çok partili dönem için en azından. Gazetenin ne şartlarda basıldığı, toplatılma maceraları, yazarların gördüğü zulüm, her şey var bu kitapta. Trajikomik tabii, yazarlar o gazeteleri bir arada hiç görememişler, zaten Sabahattin Ali’nin başına gelenler malum. Markopaşa‘da yazdıkları yüzünden hakkında yakalama kararı çıkınca mahkeme gününe kadar kaçıyor bir ara, maksadı Sırça Köşk‘ü bitirmek. Beraat edeceğini biliyor, boşu boşuna hapis yatıracaklar, ortaya çıkmıyor o da. Hemen hinlik, yakalanana kadar dava tarihi belirlenmiyor bu kez. Ne zaman işini gücünü yola koyuyor, o zaman teslim oluyor. Cinayete kurban gitmesinin ardından Rıfat Ilgaz öne çıkıyor, içeri tıkmaya çalışıyorlar hemen. Kara mizah resmen, baskıların iyice arttığı sırada Sultanahmet Cezaevi’nin müdürü Asmalı Mescit’teki yazıhaneye gelip Ilgaz’dan cezaevine dair yazılarına son vermesini rica ediyor. Ilgaz yazılarında hapishanenin adını vermeden içeri sokulan esrarı, uyuşturucuyu, içerideki türlü kalleşliği alayla anlatıyor diye kaldığı bütün hapishanelere müfettişler yollanmış meğer, müdürlerin analarını ağlatmışlar. Bizim müdür isim verilmesinin önemli olmadığını, bütün hapishanelerde aynı çarpıklıkların olduğunu söylüyor, aba altından sopa göstererek ikaz ediyor Ilgaz’ı, hapishaneye tekrar düşeceği o kadar belliyken aklını kullanıp yazılarına son vermeli artık. Ilgaz geri adım atmıyor, terbiyeyi de elden bırakmadan yazılarına neden devam edeceğini anlatıyor uzun uzun. Halkına gerçeği borçlu, şahit olduğu hukuksuzlukları anlatmazsa insanlığından şüphe duyar. Ne oluyor, kısa süre sonra yakalayıp hapse atıyorlar, müdür Ilgaz’ın karşısına çıkarak korkunç bir muamelede bulunuyor. Aziz Nesin dayak yiyor keza, o da defalarca hapse girip çıkıyor. Bu davaların detayları var, akıl almaz bir adalet anlayışı, iktidarın gırtlağa çökmesiyle alınan kararlar diyeceğim, daha mahkemeye gelmeden pek çok hukuk dışı uygulama var. Gazetenin bazı sayılarında dalga geçiyorlar bu toplatılma kararlarıyla ilgili, mesela hiçbir resmi belge yok ortada ama polisler gelip topluyorlar ne varsa. Polis oldukları bile belli değil, birtakım adamlar gelip arıza çıkarıyorlar, gazete dağıtıldıktan bir saat sonra el koyuyorlar. Gerçi o bir saat içinde kapış kapış satılıyor, kalanları emniyetin deposuna kaldırıyorlar. Şahane bir teşekkür notu yer alıyor sayılardan birinde, iadeleri kayıt altına alıp depoya kaldırdıkları için emniyet teşkilatına şükranlarını sunuyor yazarlar, çok matrak.

Üç dönemi var gazetenin, ilkinde yazarlar hapse girdikleri veya yazmaları bir şekilde engellendiği için gazetenin hali harap. Matbaalara bile emir gitmiş, “Basarsanız başınıza iş alırsınız,” demişler, tanıdıkların dudak uçuklatan paralara basmaya cesaret ettikleri sayılar çıkıyor ancak. Nazım Berksoy deli para kaldırıyor bu işten, arızalı makinelerinden birini kiralamak isteyen Aziz Nesin’in teklifini önce kabul ediyor, sonra kendi bassa daha fazla para kazanabileceğini düşünerek mukaveleyi imzalamaktan vazgeçiyor “çingene herif”. Ali en sonunda parayı bastırıp yurt dışından baskı makinesi getirtiyor ama gümrükten çekemiyorlar, bürokratik yokuşları çıkamıyorlar bir türlü, paraları da suyunu çekmiş. Ali hapse girmeden önce makineyi satıp parasını ailesine yolluyor, sonra yurt dışına kaçmak için plan yapıyor, sonuç malum. Bu olaydan önce gazete kapatılıyor, Malûmpaşa adıyla çıkarıyorlar, neşriyat müdürü Orhan Erkip. Markopaşa beraat ediyor o sıra, yazarlar ilk gazeteye dönüyorlar ama Erkip Malûmpaşa‘yı çıkarmaya devam ediyor, davayı satıp iktidarın borazanlığını yaparak üstelik. Yazarların yeni sayılar için hazırladıkları yazıları bıraktıkları bir mekan var, Erkip ve adamları bu mekana yasa dışı yollarla girerek yazıları çalıyorlar ve biraz değiştirip Malûmpaşa‘da yayımlıyorlar. Gazete işleri için sorumlu kişinin imzasını attığı boş kâğıtları da alıp gazetenin yayım haklarını satın almış gibi gösteriyor Erkip, sözde Ali az bir paraya devretmiş gazeteyi, bir dünya alavere. Yan sanayi gazeteler de çıkıyor o arada, basın dünyasındaki yeni dalgadan nasiplenmek isteyenler kendi “paşa”larını çıkarıyorlar. Çok büyük olay o zamanlar için, Marshall Planı’nı o derece eleştiren hatta açık açık yerin dibine sokan ve kahkaha attıran başka bir muhalif yayın yok. O sıralarda hapiste olan Aziz Nesin bile neler olduğunu anlamıyor, kendi gazetesinde kendisine alenen hakaret edildiğini görünce kafası karışıyor falan, acayip işler. İki gazetenin nasıl atıştığını günü gününe vermiş Saydur, Erkip’in edepsizliği iyice ele aldığını açık açık görebiliyoruz ama satışları çakılıyor tabii, millet neyin ne olduğunu çoktan anlamış. Paşalar iyice karışınca Ali’nin ölümünden sonra yönetime geçen Ilgaz üçüncü versiyonu çıkarıyor, Alibaba satış rekorları kırıyor bu kez. Nesin’le birlikte yürütüyorlar işleri, muhalefet dozunu iyice artırıyorlar ve DP’yle CHP’nin öfkesini iyice üzerlerine çekiyorlar. Mecliste gazeteye dair konuşmalar yapılıyor, baskının dozu iyice artıyor, Ilgaz’ın hastalığı da ilerliyor o sırada. Ciğerlerinden rahatsızlanan Ilgaz’ın normalde hastaneye yatması lazım ama cezaevine koyuyorlar, daha doğrusu cezaevine bağlı bir hastanede gereken tedaviyi tam anlamıyla görmeden yatmak zorunda kalıyor. İlginçtir, muayene olduğu doktorlar Ilgaz’ın has okurları çıkıyor ve yazarı cezaevinden kurtararak daha iyi bir hastaneye sevk ediyorlar. Doktorlardan biri, “Be evladım, bu ciğerlerle böyle işlere girişilir mi?” diyor hatta, sessiz bir dayanışma var aralarında. “Kökleri dışarıda” suçlamasına ilk kez bu adamlar maruz kalıyor, gerçekleri çat çat söyledikleri için moskoflukları, komünistlikleri dilden dile dolaşıyor, İstanbul Üniversitesi’nin öğrencileri kışkırtılıyor ki yılsın bunlar, gazeteyi çıkarmasınlar. Anadolu’da eylemler düzenleniyor, milletvekilleri zehir zemberek konuşuyorlar, vatan hainlerini susturanlara ödül verecekler neredeyse. “Demokrasi! Basın özgürlüğü!” diye haykıranlar bir kaşık suda boğmaya çalışıyorlar ama ne Ilgaz, ne Nesin, ne de Ali vazgeçiyor davadan, muazzam bir direnç. Günbegün kayıtları var, Saydur arayıp tarayıp bulmuş sayıları, sadece birkaç tanesi eksik. Asım Bezirci’nin arşivinden faydalanmışlar çokça, devlet kurumları hiç yardımcı olmamış veya olamamış, neyse.

1940’ların sonunda memleketin halini görmek isteyenler mutlaka okusun bu kitabı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!