Mahmut Yesari – Su Sinekleri

Sözde Kızlar‘ın kızlarında bir haller, tavırlar, Sodom ve Gomore‘nin sefahat ortamlarında gününü gün eden kadınlar, bilmem hangi metinde vur patlasın çal oynasın insanların arasında mutlaka iffetsiz, geleneksel aile yapısına uymayanlar, kısacası bu metinlerde ne ibretler, ne hikmetler vardır ve ibretlerle hikmetler sattırır. Yesari kalemiyle geçinen sayılı yazardan biri, Batur’un önsözüne göre “halk yazarı” olmayı seçen Yesari, Ahmet Midhat Efendi ile Orhan Kemal arasında bir noktada. Durumunun Ahmet Midhat’tan kötü, Orhan Kemal’den iyi olduğunu söyleyebiliriz, Orhan Kemal ömrünün son yıllarına kadar rahat yüzü görmemiş, Jack London’la hemen hemen aynı kaderi paylaşmıştır, Yesari’yse 1927’den itibaren peynir ekmek gibi satan -bu tabir de tedavülden kalkmaya meyilli, peynir yuh para oldu- romanları peşi sıra patlatmaya başlamıştır ve döneminin en meşhur yazarlarından biri olmuştur. Burada durup Batur’un önsözde değindiği bir iki noktayı eleştirmek isterim, Batur karakterlerin star ve şöhret olma hevesinden ötürü toplumsal bir kara deliğin içine çekildiğini söylüyor ama şöhret olmalık bir ihtimal veya girişim yok hikâyede, kafayı sinemayla bozmuş birkaç genç kızın artistlere benzettikleri oğlanlarla vakit geçirme teşebbüslerinden ibaret bu roman. Esas kızımız Sabbek’in evden aşırdığı para ve sinema salonundan çorladığı afiş var, bu ikisi kara delik olmaktan çok uzak zannederim. Kızlar artist olma hayaliyle evden kaçmıyorlar, birileriyle münasebet kurmuyorlar, sinema dünyasıyla tek bağlantıları deli gibi biriktirdikleri artist kartları. İkinci bölümde deliliklerinin derecesini görebiliyoruz, sayfalar boyunca artistlere ölüp bitiyorlar, izledikleri filmlerin adlarını sayıp döküyorlar, ayılıp bayılıyorlar bir güzel. Başlarda Sabbek’in okulunu bitirememesi, iki dersten ikmale kalması önsözle birlikte düşünülünce sinemaya zıplamasına yol açar diye umuyoruz da öyle olmuyor. Aslında kızın okulda iyi bir performans gösterdiğini söylemek bile mümkün, sadece iki dersten ikmale kalması çok iyi o dönem için, Memet Fuat ve şu an adlarını hatırlamadığım birkaç yazar da ikmale kalıp liseyi bitirememiş, eylüldeki sınavlara hazırlanmışlar yaz boyu, sonra ver elini üniversite veya memuriyet. Sabbek’in annesi Nebiye ve ninesi Ruhsar’ın Sabbek’i okutma motivasyonlarını da bilmiyoruz mesela, kızın okulu mutlaka bitirmesini istiyorlar, ötesi yok. O alan boş, kız memur olup ekonomik bağımsızlığını eline mi alacak, muteber bir birey mi olacak, nedir? Ailenin durumu kötü, bir onu biliyoruz, muhtemelen ev ekonomisine katkısı olsun diye okutuyorlar kızı ama Sabbek bir noktada patlıyor, zaten salya sümük ağlayarak yaptırmak istediklerini yaptırsa da bir gün dayanamıyor ve paraları yoksa neden kendisini okutmak için onca uğraştıklarını soruyor, okuyup gördüğü için sinemalara gitmeliymiş artık, kültürel ve sosyal faaliyetleri takip etmeliymiş, okula yollamasalar öyle şeyleri istemeyecekmiş hiç. Kıssadan hisseler nereye çekilirse orada pahalanabilir, okurun keyfine kalmış da eğitimin pek bir halt olmadığı anlamı da çıkıyor bundan, madem kızlar yaşamlarını kafalarına göre biçimlendirecekler, o zaman eğitim almalarının lüzumu yok.

Nuran, Fatma, Ayfer, Dürdane ve Sabbek yakın beş arkadaş, Sabbek’le Nuran’ın ayrı bir yakınlıkları var, bir de her biri artist ismi almışlar kendilerine. Nora, Dora, Sabiş, Fati. Farklı ekonomik sınıflardan geliyorlar, aralarında durumu en kötü olan Sabbek, diğerlerinden bazıları iyi kötü idare ediyorlar, bazılarının ailesi zengin. Bu zenginlik Sabbek’i etkiliyor biraz, kızlarla takılacağı ve çaylara gideceği vakit ailesinden yeni kıyafetler istiyor ve azıcık saftirik olduğu için terziden sağlam kazıklar yiyor. Kızlardan birinin babası kodaman, Bostancı’daki kamp için kızına yeni kıyafetler yaptırıyor ki ne kadar zengin oldukları anlaşılsın. Fatma’nın annesi Nezahat Hanım da tam bir karakter, memur eşini çok güzel idare ederek “dostlarının” yanında birkaç gece kalıyor, paralı dönüyor eve. Fatma annesinden gelen alkol kokusunu aldığı her seferinde rahatsız oluyor, başka bir koku daha alıyor ama erkek kokusuna dair bir şey bilmediği için anlamıyor mevzuyu. Nezahah kamp yapılacağı haberini alınca etrafını kuşatacak genç erkeklerin hayaliyle doluyor hemen, kampa gelmek istediğini söylüyor. Diğerlerinin canına minnet, aileden izin almak çok daha kolaylaşacak artık. Tabii Nezahat bütün erkekleri kızların elinden almak için elinden geleni yapacak ama oyunu da iyi oynuyor açıkçası, uzunca bir süre yakalanmayacak. Anlatı bu kamp üzerine kurulu aslında, kızlardan birinin akrabasının kayınçosu muydu, kızları kampa davet ediyor, Nuran’ın vapurda gördüğü artistlere benzeyen çocuk da o kampta olacağı için bizimkilerin akılları gidiyor ve hazırlıklara başlıyorlar hemen. İzinler alınıyor, kıyafetler yaptırılıyor, çadırlar tamam, kamptaki erkekler de kayınçonun ricasıyla gayrimüslim kızları çağırmıyorlar da sevişip sevişmeyecekleri belli olmayan bizim kızlarla yetinmeyi kabul ediyorlar. Bostancı İstasyonu’nda kızları karşıladıkları zaman tatmin oluyorlar aslında, kızlar güzel, Bostancı güzel, deniz güzel ki Bostancı’nın denizi güzeldir gerçekten, eskiden girilirmiş. Her taraf yemyeşil tabii, gençlerden bazıları kulüp sporcusu oldukları için her gün antrenman yapıyorlar, atletik tipler. Boş tenekeler bir de, Yesari işe yaramazlıklarını araya dereye sıkıştırıyor, heyecan arayan gençlerden pek bir yol olmayacağını söylüyor. Faciaya hazır olmalıyız yani, uçarı insanlar bir araya geldikleri zaman skandal çıkarmaya hazırlar, zaten Bostancı’nın yerlileri de kampın etrafında dolanıp içeriyi gözlüyorlar, gençlerin hareketlerini izleyip gülüyorlar, laf atıyorlar bazen. Freak show adeta, uçurum çok büyük.

Entrikalar, katakulliler gırla, birkaç ilginç noktayla bitirmek isterim. Koko dolanıyor ortalıkta, gençler kızların içeceklerine koko basarak sersemletmeye çalışıyorlar bizimkileri, sonradan öğreniyoruz. Birkaç kız hemen âşık oldukları adamlardan kokoyu alarak kasten çekiyorlar, biri bağımlı oluyor, eyvah. Sandal gezileri gençlerin yakınlaşmalarını sağlıyor, mesela biri dünyanın en güzel şeyinin aşk olduğunu, gönlünü kaptırdığı kişinin o aşkı paylaşıp paylaşmayacağını bilmediğini söylüyor, diğeri öylesine kıymetli bir duygunun mutlaka paylaşılması gerektiğini, hoop, sevgililer. Çok naif, tam dönem havası. İki arıza kampın dağılmasına yol açıyor, ilki Nezahat zaten. Gece vakti milleti çadırına aldığı anlaşılınca âşık kızlar kuduruyorlar da kanıtları yok, bir şey yapamıyorlar. Sabbek çok sinirleniyor bu mevzuya, Nezahat’in eşine bir mektup yazarak her şeyi anlatıyor. Ne zaman yazıyor mektubu, Nuran’la intihar etmeye karar verdikleri zaman. Kendilerini kamera karşısındaymış gibi hayal ediyorlar, ağlaşıp intihar mektupları yazıyorlar, bileklerini bağlayıp atlıyorlar suya. Balıkçılar kurtarmış meğer, ikisi de yaşıyor ama tayfa bir daha birleşmemek üzere dağılıyor. Sabbek sinema salonunda çalışan, yüz vermediği bir oğlanla evleniyor, kızlardan biri arkadaşının babasının metresi oluyor, sanırım Nuran kendisini kurtaran doktorun kardeşiyle evlenmeye karar veriyor, böyle us depikleyici bir biçimde bitiyor hikâye. Çıkardığımız derslerin haddi hesabı yok tabii, Yesari didaktizmin dibini görüyor. Ben bir iki dersten bahsedeyim, mesela iki kişi intihar edecekse ipi bileklerine yatay değil de dik bağlamalılar, ortamda bizden büyük biri varsa Oyun Teorisi’nin gerektirdiklerini yapmalıyız, genç insanların genç olduklarını unutmamalıyız, her haltı yiyebilirler, kayıkla gezintiye çıkma ihtimaline karşı kürek çekmeyi mutlaka bilmeliyiz, kibar ve nazik insanlar olmalıyız, koko çekeceksek hapşırıp Woody Allen gibi kaç bin papellik malzemeyi rüsva etmemeliyiz falan.

Klasik, kusurlu bir roman, aslında Batur’un dediğine başka bir açıdan bakarsak Orhan Kemal’in yanına yaklaştırmamalıyız Yesari’yi, Orhan Kemal birkaç gömlek üstün.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!