Kübalı yazarın Türkçeye çevrilmiş tek metni, zamanında bir kez basılıp unutulanlardan. Anlattığı hikâye çok tanıdık oysa, muz cumhuriyetlerinde yeri yerinden oynatması gerekmez de ilgi görse hoş olur, anlatılan bizim hikâyemizdir çünkü. Okuru, ilgileneni pek çıkmamış. Hikâyenin bir yerinde diktatörün kütüphaneler kurup nitelikli bir akademi inşa etmek için planlar yaptığını görüyoruz, hava. Okumak zordur, kafayı çalıştırmayı gerektirir, bir de insanların o ihtiyaç seviyesine ulaşabilmiş olması gerekir. Neyse, Otero emekli bir generalin ülkenin başına getirilmesiyle görevden zorla alınması arasındaki yirmi dört saati anlatıyor bu novellada, Kızıl Irmak Cumhuriyeti adlı uydurma ülkenin tarihini de esas adamımız General Aniceto Mendoza’nın geçmişe ait kayıtları okumasıyla öğreniyoruz. Latin Amerika’nın bir güne sıkıştırılmış tarihi aslında, oralarda neler olup bittiğini bilenler için edebi özet. Yerli ayaklanmaları, İspanyol istilası, kukla cumhuriyetler, kendi zevkleri için para saçan diktatörler ve yok edilen yerliler, her şey var. Mendoza’nın uyanışıyla başlayalım, rüyasında ülkenin depremlerle uğraştığını gördüğü için huzursuz. Anlatının sonunda çiftliğine dönerken artık depremli bir rüya görmeyeceğini söylediğine göre başına gelecekleri seziyor, cumhurbaşkanlığına karşı çıkmasa da sonu tüten namlularla gelebilir, farkında. Uyandı, kahvaltı masasına geçti, emeklilik günlerinin tadını çıkarmaktan başka bir amacı yok. Beş yıldır çiftliğinde, kararnameler ve iltimas yoluyla elde ettiği generalliğe askerî başarılarla ulaşamadığı için sıkıntı duyuyor ama sorun değil, dilediğince yaşıyor, kölesi istediklerini sunuyor hemen. Dışişlerine katılmış zamanında, senato başkanı seçilmiş, üç kez bakanlık ve iki kez büyükelçilik yapmış, son seçimlerden sonra köşesine çekilmiş. Kitaplığıyla gurur duyduğu söyleniyorsa da nişanlarıyla, fotoğraflarıyla ve zamanında bastırdığı kitabıyla göneniyor aslında. “Okuma yazma bilmeyen oranının yüzde yetmişi bulduğu bir ülkede, adını bir kitabın üstüne yazdırmayı başarabilen kişi büyük saygınlık kazanmış oluyordu.” (s. 7) Sevilen bir adam, akşamları dolaşmaya çıktığında bu “saygın kişi”nin verdiği selamı almak, azizden kutsal bir kalıntıymış gibi adamın giysilerine el sürmek büyük lütuf. Halktan geldiği için belki, babası bir ip imalathanesinde işçiyken öldüğünde geriye sırtındaki giysiden başka bir şey bırakmamış, Mendoza er olarak orduya girmiş ve disiplini, ciddiliği ve çalışkanlığıyla hemen yükselmiş. Komutanların kaçakçılıklarına da göz yummuş tabii, yükselmesinde bunun da payı var. Yeterince yükseldiği zaman ödüllendirilmiş, Tambo gümrüğünün başına getirilince kendi payına çalışmaya başlamış, ülkeye giren her elektronik eşyadan para kazanmayı bilmiş. Parlamentoya girdiği zaman hemen bir inşaat şirketi kurmuş, derslik sayısı olması gerekenden eksik bir okul veya gereğinden daha az dayanıklı bir köprü yaptığı zaman kimse sesini çıkarmamış, olurmuş o kadar. Komisyonlar ceplere inermiş, herkes başka tarafa bakarmış, bu. Dünyalığını yapıp kenara çekilmiş Mendoza, o sabaha kadar keyfi yerindeymiş. Eski dostlarından Genelkurmay Başkanı Críspulo Peñalver’in ziyaretiyle dünyası değişecek, Cumhurbaşkanı Ortiz’den memnun olmayan Peñalver yükselen grev dalgalarını şiddetle bastırmayı düşünse de Ortiz muhalefetle görüşerek uzlaşma ortamı sağlamaya çalıştığı için ayağı kaydırılmalı. Teklif basit, makam Mendoza’yı bekliyor. Adamımız biraz düşünüyor, şanı şöhreti artacak, en kötü ihtimalle sürgün edilecek. Kurşuna dizilme ihtimali aklına bile gelmiyor. Tek sorun Peñalver’i ortadan kaldırmak, daha o an planlar kurmaya başlıyor ve yeni koltuğuna oturmak için yola çıkıyor.
Baharat Sarayı eskinin baharat deposu, yeninin yönetim merkezi. Girişlerdeki nöbetçilerin sayısı artırılmış, darbeye karşı çıkanların saldırılarını kırmak için asker alarma geçmiş, gergin bir ortamda göreve başlıyor Mendoza. Ant içiyor, göreve başlama belgesini imzalıyor, artık cumhurbaşkanı. Cunta üyeleriyle yaptığı ilk toplantı iyi geçiyor, radyodan okunacak metni yazmak için odasına geçtiğinde yapacaklarını düşünüyor. İşgal edilen fabrikalar sahiplerine verilecek, toprak reformu geçici bir süreliğine durdurulacak, sermaye korunacak kısacası. Bildiri radyoda yayımlanırken iki meseleden birini hemen çözüyor, bakanlıklara cunta üyelerinden en işsiz olanları seçiyor. Grevlerin bitirilmesiyle ilgili biraz daha düşünmesi lazım, kimileri askerin fabrikaları ele geçirmesi gerektiğini söylerken Ulusal Grev Komitesi’yle anlaşması gerektiğini öne sürenler de var. Bu tür anlaşmaların destekçileri genellikle hoş olaylarla karşılaşmıyor, evleri taranıyor veya ortadan kayboluyorlar, dönekler hisse senetleriyle satın alınıyor. ABD’nin adamlarının bu işlerde parmağı var tabii, büyükelçi hemen Mendoza’yı ziyaret ederek yaşanan gelişmelerden ötürü memnun olduğunu, Mendoza’nın grevleri durduracağına inandığını söylüyor. Mendoza ABD yanlısı, çocukları West Point gibi okullarda okumuş, haliyle hemen askerin harekete geçmesini emrediyor ama aşırı şiddete başvurulmaması için İçişleri Bakanı’nı tembihliyor. Bakan’ın başka bir derdi daha var, elinde listede adı geçenlerin bir an önce tutuklanmasını rica ediyor Mendoza’dan. Belli ki Peñalver’in emri, listedeki beş yüz küsur kişinin tamamı solcu, sendikacı, aydın, meslek sahibi, öğrenci önderi. Mendoza düşünüyor, açıkça bir diktatörlük bu, protestolara yol açacak. Daha da kötüsü kendisini Peñalver’in kuklası olarak görmeye başlıyor, adamı indirmek için acele etmesi gerek. Basıyor imzayı, listedekilerin de insanca muamele görmelerini istiyor Bakan’dan. Başka bakanlar da geliyor, kimi halkın aç olduğunu söylüyor, uysallar görüşlerini dile getirirlerken sesleri kısılıyor. Baştaki adam yaşamlarını her an mahvedebilir, korkuyorlar. Sonuçta grevler bastırılıyor ama güç dengesi kayıp duruyor, hükümeti kurması için sağcılara görev veren Mendoza işlerin yolunda gitmediğini görünce bu kez sosyalistleri görevlendiriyor, çatlak sesler çıkmaya başlıyor hemen. Büyükelçi ikinci ziyaretinde yaşananlardan ötürü üzgün, ABD’ninse kaygılı olduğunu söylüyor. Homurtular rahatsız edici boyuta gelmeden önce Peñalver’i indiriyor Mendoza, oynadığı kumarı kazanıyor ama tepede bir başına bu kez. ABD’li şirketler ülkeyi istedikleri gibi sömüremeyeceklerini anlayınca hemen askerin desteklediği bir general geliyor ziyarete, o da Mendoza’nın eski dostu. Dostluklarının hatırına Mendoza’yı kurşuna dizdirmeyeceğini, çiftliğine dönmesine izin vereceğini söylüyor. Kabulleniyor, çiftliğine dönüyor Mendoza, artık rahat bir uyku çekebilir. Mevzu bu, aralarda iletişim stratejilerini, halktan temsilcilerle siyasetçileri, askerleri ve ABD’lileri idare etmek için yaptığı hamleleri görüyoruz, tam bir politikacı bu adam. Saraydaki kütüphaneyi gezerken Prens‘i ve Savaş Sanatı‘nı gördüğünde öğrendiği çoğu şeyi bu kitaplardan edindiğini düşünüyor, uyguladığı taktikleri ve kısa süreli başarılarını kitaplara borçlu.
Ülkenin tarihinden de bahsetmeli, başkanların duvardaki portrelerinin sırayla göz önünden geçirilmesiyle kronolojik seyir ortaya çıkıyor. İspanyol birliklerini yok edip kendini kral ilan eden Bernabé Brassac kölelikten başkanlığa yükselince küçük şımarıklıklara başlamış hemen, kendine saray yaptırmış ve kendisi gibi köle olanlara bağımsızlıklarını kazandırdıktan sonra yine köleleştirmiş onları, en sonunda isyanlar çıkmış ve isyancıları cezalandırmak için ordusuyla sefere giden Brassac kaybolmuş ortadan. “Zenci bir köle” olması Avrupa kökenli aristokrasi için her zaman bir huzursuzluk kaynağıymış, neyse ki sonradan gelen başkanlar yeterince beyaz terörü estirmişler ülkede. Brassac’ın zamanında Fransız İhtilâli’nin etkileri varmış, Alfonso Itturalde’yse Çin’le ticarete başladığı için afyon bağımlısı olmuş hemen, bir gün tıka basa yemek yerken çatlayıp ölmüş. Onun ardından gelen Gaspar de la Huerta zamanında din savaşları çıkmış, manastırlar yakılmış, rahibeler tecavüze uğramış, rahipler hapsedilmiş, en sonunda rüzgâr tersine dönünce Cizvit rahiplerinden biri Gaspar’ın kafasını kesip bir direğin ucuna takmış. Başka bir başkan yerlilerin inancını yok etmek için kutsal maymunu çarmıha germiş, bir süre sonra maymunun yerine beyaz bir adamın suretini yaptırmış, Hristiyanlık böyle böyle yayılmış o topraklarda. Bir dünya hikâye, geri kalmış ülkelerde ne yaşandıysa hepsinden bir parça.
Tekrar basılmalı, iyi metin.
Cevap yaz