Claire Keegan – Emanet Çocuk

Kiliseden çıkıyorlar, baba arabayı eve değil de anlatıcının “annesigillerin” memleketi olan Wexford’a sürüyor. Küçük bir çocuğun ağzından dinliyoruz hikâyeyi. Gittiği yerden daha kırsal bir yerde büyüdüğünden olacak, “evet” yerine “he” diyor mesela, bir mevsimliğine emanet edileceği evde bu “he”yi bırakacak, -gil ekini de bir daha kullanmayacağına göre dilinin değişimini daha en baştan görmeye başlıyoruz demektir. Gerçi hikâyenin anlatıldığı zamanı bilmiyoruz, aslında hikâyeyi küçük bir çocuğun ağzından dinlediğimizden o kadar emin değilim, o yaştaki bir insanın kullanmayı düşünmeyeceği vecizeler de karşımıza çıkıyor çünkü. Neyse, yolda babanın kumarda kaybettiği biri hayvan biri gayrimenkul iki kıymetten bahsedilmesi ailenin durumunun o kadar da iyi olmadığını gösteriyor, kendisine bakacak adamla kadına dair kurduğu hayallerde olanla olmasını istediğinin kıyası gizli. Kadın tıpkı annesi gibi pankek hamuru döker, bir daha ister misin diye sorar ama annesi gibi keyfinin yerinde olduğu zamanlarda. Daima keyifli bir anne özlemi. Adamsa traktörle kasabaya götürür, kırmızı gazoz ve patates cipsi alır veya ahırları temizletir, iş yaptırır belki. Cebinden çıkardığının ellilik peni değil de bir mendil olması yine yokluğa işaret. Karanlık bir odada kızlar vardır, birbirlerine bir şeyler söylerler, karşılaşacağı şey bambaşka. Yolda gördüğü ağaçların hastalandığını söylüyor, babası onların salkım söğüt olduğunu söyleyince sulak alanlardan uzakta büyüdüğünü de çıkarıyoruz kızın, evi yakınlarda olmasına rağmen gezmeye pek çıkmamışlar. Böyle bir dünya detay var, ailenin ekonomik durumundan kişisel ilişkilere pek çok bilgi aralarda derelerde gizli. Varacakları yere varıyorlar, Dan ve John birbirlerinin isimlerini söyleyerek selamlaşıyorlar, Kinsellalar’dan erkek olanının adı John ama kızdan hiçbir zaman John adını duymayacağız, Kinsella diyecek adama, kadına da Bayan Kinsella. Adamla mesafe daha kısa, anneden biraz olsun sevgi görmüş ama babadan yana şansı yaver gitmemiş demek aşırı yoruma kaçmaz sanıyorum. Muhabbetler, kız annesinin piyangodan ikramiye kazandığını ve dondurmayla jöle ısmarlayarak ziyafet çektirdiğini söylüyor, sonra baba yeni doğacak çocuktan bahsediyor ve kızını göstererek tıkınacağını ama ona iş yaptırabileceklerini belirtiyor. Adamın adı hemen Kinsella olarak belirlenmiş kızın kafasında, Kinsella evdeki birkaç işe yardım etmek dışında hiçbir iş yapmayacağını söylüyor. Masayı silip süpüreceğini söylüyor baba, adamı oracıkta paralamak istiyor okur, tutuyor kendini. “Babam beni teslim edip karnını da doyurduğuna göre artık sigarasını yakıp bir an önce gitmek için can atıyor. Hep böyle olmuştur: Yemeğini yedikten sonra asla biraz olsun yerinde duramaz; yani karanlık çöküp şafak sökene kadar sohbet edebilen annem gibi değil. En azından babam öyle diyor, gerçi ben buna hiç tanık olmadım.” (s. 15) Annenin payına sadece iş düşüyormuş, kız bütün işleri sayıp döküyor, ortada baba yok. Kumarda o. Veda etmeden, almaya geleceğini söylemeden çekip gidiyor baba anneyle birlikte, sevgisizlik korkunç. On iki ay boyunca masayı silip süpüreceğini söyleyen babayı taklit ediyor Bayan Kinsella, sonra adamla kadın bayağı bir gülüp susuyorlar. Kızın ne kadar kalacağı belli değil başta, babaya kalsa istedikleri kadar kalacak.

Sonrası Kinsellalar’ın yanı, bir iki sır. Banyo yaparken içinde yıkandığı bütün sulardan daha derin bir suda yıkandığını düşünüyor kız, annesi mümkün olan en az suyla ve bütün çocukları birlikte yıkarmış. Elbisesi de yok açıkçası, eski çocuk elbiselerinden veriyorlar ama yabancılıyor kız, üzerine oturmamış gibi o elbiseler. Sonra kadın kuyuya gitmelerini teklif ediyor, kız işkilleniyor, acaba yapmamaları gereken bir şey mi? Kuyuya gitmenin bir sır olup olmadığını sorunca kadın çocuğu kendine çeviriyor, o evde sır diye bir şeyin olmadığını söylüyor. Bunlar hep sonradan ortaya çıkacak gizemin parçaları, dikkatli okur her bir tuhaflığa uygun cevabı bulur. Kuyuya gidiyorlar, basamaklardan birkaçı sular altında kaldığına göre yeterli ölçüde dolu. Kız altı yudum içip utancın ve sırların olmadığı o yerin yuvası olmasını diliyor. Annenin ilk gece söylediği: “‘Tanrı yardımcın olsun Çocuk,’ diyor. ‘Benim evladım olsaydın seni asla yabancı bir evde bir başına bırakmazdım.’” (s. 27) O günün sabahında yaptığı şekerlik kızı eve bağlayan en önemli olay olsa gerek. Sabah “tanıdık bir tatla, sıcağı ve soğuğu aynı anda hissederek” uyanıyor, kadın çarşafları değiştirmek için geldiğinde şaşırıyor ve adama yatağa bakmasını söylüyor, eski döşek ağlamış. Kız altına yapmış aslında, o kadar tatlı bir şekilde karşılıyorlar ki utancını yeniyor kız. Tam bu noktada gözden kaçan bir şey var ya da ben bir şeyi kaçırdım, kadın döşeğin ağladığını adama evde söylüyor, sonra döşeği dışarı, güneşin altına çıkarıyor ve yanına gelip ne olduğunu soran Kinsella’ya tekrar aynı açıklamayı yapıyor. Veya yapmıyor, içerideki adam da Kinsella değil miydi zaten? Evde başka kimse yaşamadığına göre neler oluyor acaba? Neyse, döşeği yıkayıp kurutuyorlar, sonra sabah haberlerde bir grevcinin daha yaşamını yitirdiği söyleniyor. İrlanda’daki açlık grevleri, Bobby Sands’le arkadaşlarını, 80’li yıllar veya 70’lerin sonu. Aileye yansıması şu şekilde: “‘Bir adam kendisini ölümüne aç bırakıyor, bense burada güzel bir günde iki hanımın elinden karnımı doyuruyorum.’” (s. 31) Kızın babasının tam tersi bir tepki vereceğini hayal ettim, çıkarılmasını istediği telefon ağzına sokulabilirdi hatta. Evet, birtakım günlük ritüeller gelişir, yakınlıklar artar, örneğin adam postayı alıp gelmesi için kızı koşmaya teşvik eder ve kronometre tutar. Kadın buğday gevreği verir ve çocuğun nasıl yediğine bakar. İhtimam gösterirler çocuğa, eviyle ilgili birkaç soru sorarak ailenin durumunu öğrenirler ama çok özel mevzulara inmezler, incedirler. Gerçi adam kabalaşır bir yerde, kasabaya inecekleri zaman çocuktan elini yüzünü yıkamasını ister, babası onu bile öğretmeye tenezzül etmemiş midir? Çocuk daha kötüsünün gelmesini bekliyor, gelmeyince bir koşu banyoya gidiyor, kadının çıkmasını bekliyor. Kadın ağlamış, çocuk yeni elbiselere kavuşacağı için. Mevzu ansızın ortaya çıkıyor yine, çocuk sadece olanları aktardığı ve genelde çok basit düşündüğü için yaşamından öteye geçemiyoruz, gizemin çözülmesi için birlikte gittikleri bir cenaze evinden dönüşü bekleyeceğiz. Adamla kadın çocuğu bir tanıdıklarına emanet ederler, birlikte eve dönerlerken tanıdık evle ilgili bir dünya soru sorar, “çocuğun giysilerinin dolapta olup olmadığı” kilit sorudur. Kinsellalar’ın başına gelen faciayı öğreniriz nihayet, adamla kadının çocuğu yaşlı köpeği kovalarken gübre havuzuna düşerek boğulmuştur. Kız eski kıyafetleri ve üzerine düşünmediği bir ayrıntıyı anlamlandırır, gerçeği o zamana kadar görmediği için şaşırır ama çocuğun bilişsel gelişimi düğümü çözmek için yetersizdir aslında, anlatının bu olanlardan çok sonra dile getirildiğini düşünmek için bir sebep daha.

Sonrası biraz daha sevgi, küçük kardeşin doğumu ve eve dönüş. Üçünün de ayakları geri geri gider, ayrılık ânı acılıdır. Adamla kadın arabaya binerler, biraz giderler ama dururlar, çocuk koşmaya başlar, Kinsella’nın kucağına atlar, “Baba!” diye haykırır. Son.

İrlanda kırsalının tasvirleri hoş, hikâye güzel, hoş bir novella. Biraz abartıldığını düşünüyorum, yorumlar beklentiyi yükseltmesin diye ilk önce metni okumak lazım. İyi bir metin, niyetini düşünürsek oldukça başarılı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!