Julio Baquero Cruz – Mezbahanın Mimarisi

Ayarı, uyarısı, göstergesi, her şeyi var da görülmeyince görülmüyor. Bitim. İlişki bitmeden bitiyor, sonda bitiyor, başta bitiyor, ortada bir yerde bitiyor, bitmeye başlıyor da ilişki sürecekmiş gibi bitiyor, hiç bitmeyecekmiş gibi bitiyor, daha başlamadan bitiyor, bitecek bir şey yokken bitiyor, bitmeyecek onca şey varken bitiyor, bitmesi istenirken bitiyor, bitmesi istenmezken bitiyor, bitmesi gerekirken bitiyor, bitmesine hiç gerek yokken bitiyor, zamanıyken bitiyor, başka zamanlarda bitiyor, hayalete dönüşmeden bitiyor, dönüşerek bitiyor, bitmeye kalmadan bitiyor, yanlışlıkla bitiyor, doğrulukla bitiyor, ihtimalleri yok ederek bitiyor, ihtimal sanrılarıyla bitiyor, bir öpüşle, sarılmayla, sözle, küfürle, yalvarışla, haykırışla, ağlayışla, özleyişle bitiyor. Dünya çok hüzünlü bir yer, hayat çok hüzünlü bir şey. Dave Matthews bir şarkısında soruyor işte, her şeyi denedik mi? O olmadan bir günü nasıl bitirirdik, hatırlıyor muyuz? Uykuya dalmadan az önceki ince mutsuzluk. Oysa her şeyin içi ne sıradan bazı, yani orada bir mucizenin içinde olduğumuzu ancak her şey dağılınca anlamanın acısı olmasa görmeyeceğiz. Bu yüzden biraz kızabiliriz anlatıcıya, adı verilmediği için “X” diyelim. Masada bir yandan müzik dinleyip bir yandan cep bilgisayarında çalışıyor, sevgilisi Layla’yı dinlemiyor. Çok sinirli, Layla’ya göre azıcık kan aldırsa siniri geçecek ama sakinleşmeye ihtiyacının olmadığını düşünüyor. Devam ediyor: Layla çok uyuyor, bıraksalar bütün gün uyuyacak, o kadar uyku da biraz şey. Sıfatlar düşünüyor, buluyor: “Güzel geri zekâlı? Geri zekâlı güzel? Belki de en iyi tanım, geri zekâlı güzel gerzek idi.” (s. 8) Kendi gerzekliğinin kaynaklarını da anlatacak X, arada ipuçları verecek, mesela hafta sonları sokak serserisi kılığına girip kitap ve disk kovalarken eline aldığı bir kitaptan parçalar aktarıyor, bir bölümde çağımızın insanının başlı başına “ne yapacağını bilemeyiş” olduğu söyleniyor, sonra kaldırım taşlarına uzanmış bir adamın kafasından kan akıyor, kafanın yanında parçalanmış bir saksı var, adamın yanından geçip giderken X ıslıklı viyolonsel süiti çalıyor. Ben buradan sonra sinirlenmeye başladım biraz, X iyice kontrolünü kaybettiği zaman sağlıksız bağlanma biçiminin sonuçlarıyla nasıl yüzleşemediğini gördüm de iyice öfkelendim, sonra sakinleştim çünkü karakterle boğuşmak nesi. Ahmak adam. Nietzsche de okumuş çocukken, on iki yaşlarında babaannesinde kalırken denk geldiği kitabı okuldan Venancio nam serseri bir arkadaşına tavsiye etmiş, Venancio büyük bir kitapçıya girip yürüttüğü kitabı parçalarcasına okumuş, çizilmedik yer bırakmamış. Bilincin sürekliliği de bir diğer mevzu, X yine çocukken ontolojik dertlere gark olmuş: “İlk günlerden birinde, dünyanın var olmadığını, gerçekliğin gerçekdışı olduğunu savunan bir felsefe akımı olup olmadığını sormak esti aklıma. Dünyanın bir hayal olduğunu, mutlak bir zihnin hayalgücünün ürünü olduğunu sezmiştim. Algılarımızın bizi aldattığını, çevremizdeki nesnelerin var olmadığını, bizzat bizim de var olmadığımızı ileri sürdüm. İnsan uyur, dedim, ertesi gün uyandığında, belki de başka biridir ve kendisi bu değişikliğin farkına varmamıştır. İnsan aynı kişi olduğundan, dünkü odanın aynısını gördüğünden, onu aynı gözle gördüğünden nasıl emin olabilir?” (s. 14) Hoca bu savları reddeder, şiddetli bir tokat patlatır X’e, tokat atmadığını ve haliyle suçlanamayacağını söyler. X bu mazeretin geçerli olması için kuramının kabul edilmesi gerektiğini söyler, zeki çocuk. Klişe aslında, gerçekliğe inancı olmayan bir herif nihil nihil dolanırken Layla’yı bulmuş da bulmadığını düşünüyor, aslında hayatının bulanık bir akış olduğunu düşünüyor yekten, başına gelecekleri imlercesine. Varlık ve Zaman var bir yerde, sonra parti veren arkadaşlar var. Layla’ya yarım ağız söylüyor X, sonra babasının arkadaşı Gabino’ya rastlıyor ve oturup yemek yiyorlar, eski günlerin muhabbeti bir yandan. Gabino adamın asıl adı değil, adam Madrid’de çok meşhur olduğu için takma ismi söylüyor X, ne gerekse. Gabino arada Neruda’nın en sevdiği yemeğin morinalı omlet olduğunu söylüyor, bu bilgi biraz lüzumlu olabilir. X’in annesiyle babasının tanışma hikâyesi, eh. X’in rüyası, meh, bir başka adam masasına oturmuş da bir şeyler yazıyormuş, o başka adam aslında kendisiymiş ama başkası olan bir kendilikmiş o, yani Cruz’un bu metinden sonra kurmacaya pek bulaşmaması isabetli bir karar gibi geldi bana. Ayrılık aşamasında bir maharet var gerçi, oraya gelmeden önce partiye gidelim. Ha, domuzbalıklı kroket de Rubén’in en sevdiği yiyecekmiş. Bir gün lazım olur bu bilgi, çat diye çıkarırız ortaya.

Partide ilk salon bomboş, ikinci salonda tıkınan insanlar var, üçüncüsü curcuna. Balık istifi yüzlerce insanın arasında Layla’yı birileriyle dans ederken görüyor X, Gabino’yu dalgalardan birinde kaybediyor ama en önemlisi Layla. “Güzelliğini düşünme, diyordum kendi kendime. Güzelliği seni mahveder. Düşünme. Ona bakma. Yokmuş gibi yap. Öteye bakmaya çalış. Ama ötede bir şey yok. Hiçbir şey yok. Onun kaprislerine, saçlarına bağlanma. Bağlanma, diyordum. Ama nasıl değişeceksin? Acaba değişebilir misin? İradenin sınırları, istediğin gibi olmanı engelleyen, daracık sınırları yok mu?” (s. 35) Bildik bir ruh hali. Emre de bana geri zekâlı muamelesi yapar, bu tür soruları sıralar ama dinlemem, mesela fotoğrafları heyecanla açarım, “Oğlum bunlar aşiret mi lan? Uzak dur bak,” der. Flört döneminde birbirimize söylediğimiz şeyleri anlatırım, önceden hazırladığı “yolunacak kaz gelmiştir” yazısını yapıştırır cama. X kardeşimiz ayvayı hamuduyla yemiştir de henüz haberi yoktur o sıra, birilerinin verdiği hızlandırıcıyı da yuttuktan sonra kimyası iyice allak bullak olur, o kafayla eve dönüp işiyle ilgilenmeye başlar. Meşhur bir mimarlık bürosunda çalışmaktadır X, yetiştirmesi gereken bir mezbaha projesi vardır ama rezalet bir iş çıkarır başta, sonunu bu rezil iş getirecektir. Kafasının yerine gelmesi için Gabino’nun meşhur formüllerini uygular, şimdi yirmi maddeyi de buraya almanın lüzumu yok ama bazıları iyi, mesela fazla konuşmamak, folk müzikten uzak durmak, pilav yemek, telefonun fişini çekmek, elma suyu içmek.

Kopuşlar ağır ağır belirir, önce başkalarıyla sevişirken prezervatif kullanma bahsi açılır ama ikisinin de kafası güzeldir, X anlamaz. Telefon eder, telesekretere mesaj bırakmaz, Layla giderek uzaklaşmaktadır. Son bir yüzleşme yaşanıyor tabii, o kadarına varlar, Layla bir başkasıyla görüştüğünü söyleyerek vedalaşıyor, belki bir yıl sonra -X isterse- arkadaş olabilirler. Güzel aptal, ahmak güzel noktayı koyuyor böylece, ağlama nöbetleri ve pişmanlıklar bitmiyor ama X rahatlıyor biraz. Esas rahatlama o kafayla çıkardığı enfes projeyi sununca: X işyerine gittiği zaman sevmediği bir adamın projesinin kabul edildiğini işitir, aslında beraber çalışmaları gerekir ama adam bir hafta sonunu ofiste geçirmiş, projeyi cillop gibi yapıp teslim etmiştir. X’in suyu kaynar, sıfırdan bir proje yapıp yalvar yakar kontrol ettirir ama en büyük amir zehir zemberek çıkışır ve X’i Vladivostok’taki projelerin başında durması için te oraya yollamaya çalışır. Sevgili yok, iş yok, konuşmaktan pek de haz duymadığı annesinin yanına gitmekten başka çaresi kalmaz X’in. Kalaylama sırasında söylenenler metin için de geçerli mi diye düşünüyorum, belki: “‘Temel sorun, mekân. Düzenleyici çizgilerde devamsızlık olmayışı, kendi içinde bir devamsızlıktır. Merkeze yerleştirdiğin bahçe ızgarası kaçınılmaz olarak köşeye varıyor, ama bu sert bir köşe, bir açının oluşturduğu bir köşeye benzemiyor. Sorarım sana, bu nasıl bir köşe? Ayrıca bir mezbahada bahçenin ne işi olduğunu da merak ediyorum.’” (s. 80)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!