Mario Bellatin – Çin Daması

Bellatin’in Güzellik Salonu nam metni oldukça başarılıydı ama asıl bombası Kahraman Köpekler. Geçimini poşet ayırarak sağlayan, görece obsesif bir anne, köpekleriyle konuşan bir oğul, anlatıyı peşinden sürükleyen otuz köpek. İlginç bir metin kısaca, daha da bombası varmış ama, Çin Daması Bellatin’in kurgusu en ilginç metni. Oyuna bir bakalım, taşlarınızı bir köşeden bir köşeye götürmeye çalışıyorsunuz, taşları teker teker taşımanız, tıkalı yollardan kurtulmanız, rakibinizi gerekirse sıkıştırmanız gerekiyor. Bakışımlı bir oyun kısaca, iç içe geçmiş yapıların etkileşimleriyle kurulu. Metnin çok ince bir bağla ilişkilendirilmiş iki bölümden oluşması bu açıdan güzel teknik, en başta ikinci bölümün geleceğine dair bir fikrimiz olmasa da karşılaşır karşılaşmaz koşutluk aramaya başlıyoruz, buluyoruz da. Şu yazı kısaca anlatıyor meseleyi, iyi bir inceleme, gerçi biraz zorlama bir göndermeden mustarip olsa da faydalı olur. Metne döneyim, kitabın arka kapağında anlatıcının jinekolog olduğu söyleniyor ama tam bir jinekolog değil sanırım, detaylı bilgim olmadan sallayacağım, işin içinde onkoloji de var ki adamımızın tümörlerle içli dışlı bir meslek yaşamı olduğunu anlıyoruz, hatta sırf tümörlerle ilgileniyor. Belki jinekolojik kanser konusunda uzmanlaşmış bir onkolog dense daha doğru olabilir, neyse, adamımız bedenlere sadece tıbbi nedenlerle dokunduğu için masaj salonlarına sıklıkla gittiğini söyleyerek yaşamının hikâyesini kurguladığını belli ediyor, bu belki de bir ödünleme, mantığa bürüme, artık nasıl bir savunma mekanizmasıysa. Aile yaşamındaki huzursuzlukları birer birer ortaya çıkardığı zaman kurgusundan zerre sapmadığını, duygusuzluğunun patolojik olduğunu göreceğiz. Aslında Filth‘teki polisi andırıyor, o kadar “kronik kötü” olmasa da baştan yanlış kurulmuş bir hayatı kendince rayına koyma biçimi polisinkine benzer. Hatta iki metinde de adamlara iyiliği, iç huzurunu hatırlatan anneler ve çocuklar var, ilginç bir benzerlik.

Adam hiçbir fahişeyi muayenehanesine getirmez, hatta kendisine ilgi duyduğunu belli eden hemşireleri kovar, bu durumda cinsel açlıktan ziyade aileden doğan bir acıyı gidermenin yolunu masaj salonlarında, genelevlerde bulduğunu söyleyebiliriz. Aşırıya kaçmaz, eşinin şüphelenmesine mahal vermez. Eşi hakkında ne hissettiğini düşünmekten vazgeçmiştir, ailesini eski bir alışkanlık olarak görür. Eşi iki yaş büyüktür, uyumlu bir kadındır. Zengin bir ailenin kızı olduğu için adamla “evlendirilmiştir”, adamın seçme hakkı yok gibi gözüküyor. Üvey babasının telkinleriyle doktor olmuştur adam, bu konuda da tercih sunulmamış. Ailesini umursamazlıkla anlatır, bir şeyler hissedebildiği zamanları pek hatırlamaz, örneğin iki çocuğundan birinin öldüğünü gayet normal bir şekilde söyler, duygu belirtisi göstermez. İlk bölümün sonunda oğlunu öldürdüğünü öğreniriz, uyuşturucu komasına giren ergen oğluna yaptığı sakinleştirici iğne ölüme yol açsa da adam aklanır, tıbbi gereklerden ötürü. Oğlan ölmeden önce annesinden para yürütmektedir, babasıyla arası kötüdür, kurtuluş yolu olarak uyuşturucuyu gördüğü bariz. Ablası zengin bir adamla evlenip gitmiştir, adamımızın anlattığına göre eşinin sadakati sorgulanabilir, yine de kız kendini kurtarmış gibi gözüküyor. Ailede bir şeylerin ters gittiği hissedilse de sessizlikle mühürlenmiş bir anlaşmanın şartlarına uyulur gibidir, herkes bir şekilde psikoz üreterek çürük ailenin yarattığı sevgi yoksunluğunun üstesinden gelmeye çalışmıştır. Adam çoğunlukla sinirli olduğunu, bunu kendinden başka kimsenin fark etmediğini söyler, muhtemelen uç davranışlarla bu sinirini bir nebze olsun dindirebildiği için. Mesleğinde bir ölçüde ilerlemiştir, daha da yükselebilecekken meslektaşlarının klinik açmayı önermesiyle birlikte bulunduğu konuma çakılır, maddi olarak çok iyi bir duruma geldikten sonra da tutturduğu rutini bozmadan yaşamını sürdürür. İşine odaklanır, hafta sonlarında bile iş yerine giderek hastalarını kontrol eder. Bir noktadan bahsetmem lazım burada, sanırım bir şeyi kaçırdım ben, anlamadım çünkü. Adam eşiyle birlikte bir vaftiz törenine gider, günlerden cumartesi. Sabahtan kliniğe uğrar, kısa süre önce ameliyat ettiği -cerrahlık da çıktı, haydi bakalım- bir kadına küçük bir müdahalede bulunması gerekmiştir. Törende davetliler adamın pantolonundaki küçük bir kan lekesini gösterirler, kaygılanırlar. “Davetliler çekinerek lekeye baktı ve eminim ki birçoğu ânında gerçeği sezdi.” (s. 16) Burada ya çeviride kaybolan bir şey var, ya da ben pimpirikliyim, bir şey arayıp bulamıyorum, zira o günden sonra adam her gün kliniğe gitmeye başlamış. Önemli bir şey var ama ne, anlamadım. Neyse, adam küçük kaçamaklara girişiyor, bir kadın şantaj yapıyor hatta, istediği parayı vermezse adamın eşini aramakla tehdit ediyor. Adam hiç umursamıyor, kadın gerçekten eşini aramış olabilir, bu tehlikeyi de umursamıyor açıkçası. Pantolondaki kan lekesi olayı gibi bazı önemli olaylar çıkıyor ortaya bir yandan, bir davette adamın kızı gözyaşları içinde salona dalıyor, herkes kıza kaygılı gözlerle bakıyor ama meselenin ne olduğu hakkında tek kelime söylemiyor adam, okur olarak biz tamamlıyoruz. Anneyle oğul meselesi hikâyedeki en büyük gizem olarak ortaya çıktığında benzer bir yaklaşımda bulunamıyoruz bu sefer, adamın hastalarından biri olan anne mucizevi bir şekilde iyileşiyor, tümörü kayboluyor, oğluyla birlikte adama kontrole geldikleri bir gün oğlan adama bir hikâye anlatıyor. Bu hikâyenin bahsi birkaç kez dönüyor, adam hikâyeyi düşündüğünü defalarca söylese de bunun dışında hiçbir bilgi vermiyor. Havada mı kalacak, hikâyeyi anlatacak mı diye düşünürken tahtanın öbür tarafına gidiyoruz, diğer oyuncuya geçiyoruz, çocuğun hikâyesi başlıyor.

Anlatıcı değişmiyor, adamın ağzından dinliyoruz ama anlatıcının niteliği değişiyor bu kez, serbest dolaylı anlatım ortaya çıkıyor, hatta çocuğun bilemeyeceği bazı detaylar, düşünüp kuramayacağı bazı betimlemeler de giriyor işin içine, adamın hikâyeyi kendi zihninde evirip çevirerek kendi hikâyesinin kimliğini kazandırdığını söyleyebiliriz. İki hikâyede de dağılmış aile izleği mevcut, çin daması sadece ikinci hikâyede geçiyor, tek bir yerde. Çocuk ilgisiz bir ailede büyüyor, öyle ki uzun süre ortadan kaybolup saatler sonra ortaya çıktığında yokluğunun fark edilmediğini görüyor. O birkaç saatte yaşadıklarını adamımıza anlatıyor işte, kargo şirketinden gelen bir paket geciktiği için şirketin vereceği bir ödül var, çocuk bu ödülün peşine düşüp şirketin binasına gidiyor, görevlilerle konuşmaya çalışıyor, ödülden haberdar olan kimse yok. Bürokrasinin çarklarında dönüp duruyor, biraz Kafkaesk bir durum var ortada. Sonra kuyrukta bekleyen yaşlı bir kadınla tanışıyor ve garip bir serüven başlıyor. “Taçlı ihtiyar” olarak anılan kadın çocukla muhabbet ederken farklı zamanlarda da olsa aynı yerde bulunduklarını anlıyor, sahildeki telefon kulübelerinin olduğu bölgeden ve o bölgedeki trajik bir kazadan bahsediyor. Dediğine göre plajdaki bir terasa çocuğuyla birlikte gelen anne güneşlenirken çocuğu düşüyor mu, bir şey oluyor ve ölüyor. Aklını kaçırıyor kadın, akıl hastanesine yatırılıyor, bu sırada eşi tarafından terk ediliyor, bir başına kalıyor. Sonradan anlıyoruz ki bu kadın taçlı ihtiyar, çok zengin, kapıda şoförü bekliyor, malikanesi var. Bizim çocuğu kaçırıyor kadın, evinde alıkoymaya çalışıyor ama çocuk bir punduna getirip kaçıyor evden, ailesinin yanına dönüyor. Başına gelenleri babasına anlatıp anlatmamakta kararsızken ansızın konuşmaya başlıyor, böyle bitiyor bu bölüm. Şöyle uç bir bağlama çekeyim, çocuğu bizim adamın çocukluğu olarak düşünüyorum mesela, annesiyle birlikte kliniğe geliyor ve babasına/kendisine anlatmaya başlıyor hikâyeyi, böylece ilk bölümün başına dönüyoruz. Anlatılan hikâyeler farklı, yine de çocuğun babasına ne anlattığını bilmiyoruz, belki de farklı zamanlarda var olan aynı insanın farklı zamanlardaki iki hikâyeyi anakronik bir biçimde ele aldığını düşünüp işleri iyice karıştırabiliriz, bilemiyorum, aşırı yorumu burada bırakıyorum.

Çin Daması iyi bir metin, Bellatin orijinal bir yazar. Okunsun, tavsiye ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!