Leonardo Sciascia – Her Koyun Kendi Bacağından

Stanley Bing’in Roma AŞ diye bir kitabı var, malum imparatorluğun tarihteki ilk şirket olduğunu ve büyüyüp çökmenin kapitalizmi öncelediğini anlatıyor Bing. Metnin bir yerinde söylediği şey ilginçti, o zamanın insanı yer aldığı sınıf ne olursa olsun şak diye kesebiliyor bileklerini, birini öldürebiliyor. Bir de yan yana oturup sıçıyorlar ama bunun konuyla ilgisi var biraz da az. Neyse, bu kan dökmenin kolaylığı Bing’i şaşırtmış zamanında, şak şuk bıçak çekilmesi günümüze ulaşmayan bir yaşam görüşünden, pratiğinden doğuyor. Bunu düşündüm, sonra o yöreden okuduğum romanları düşündüm, sanırım Roma’nın bu kayıp kültürünü Sicilyalılar yaşatıyor. Goliarda Sapienza’nın Mutluluk Sanatı adlı romanında, oho, silahlar çekilir, bıçaklar konuşur, ihanetler yaşanır, cinsellik şu bu derken insanların adeta dürtüsel hareket ettiklerini görürüz. Sıcakkanlı insanlar davranışlarında da sıcakkanlıdırlar, makul gerekçe varsa eylemden sonra gelir, yoksa da bir şey değişmez, ölen ölmüştür. Grazia Deledda’nın Cosima‘sında da aynı tez canlılığı görebiliriz, âşık olan karakterler aileymiş, toplummuş umursamadan paşa gönüllerine göre yaşarlar, acının hasını çekerler ve yaptıklarının sonuçlarına katlanarak mutlu veya mutsuz olurlar ama yaşamlarını aynı coşkuyla sürdürürler. Kendi doğrularının dışına çıkmadan yaşayanlar razıdır, bu rızanın gücü herhalde zehir içip de şenlik masasına oturtan, tek başına silahlı adamlarla çatıştıran, ne bileyim, yaşam davası gibi bir şey. Sciascia’nın romanları da Sicilya’da veya Sicilya cenahlarında yaşayan insanları anlattığı için aynı havayı taşıyor, geçtiğimiz yüzyılın politik ortamında işler biraz daha sinsileşmişse de bam güm yaşıyor insanlar, yani oraların yaşamının doğallığı diyaloglardan seziliyor, mermiye kafa atan insanlarda görülüyor. Hissim bu, sağlam psikolojik gerekçelere ihtiyaç duymuyor Sciascia, karakterlerini savuruyor, hoş.

Mısır Konseyi‘nde tarihî bir zemin vardı, bu romanda 1960’ların İtalya’sında polisiye bir mevzunun içine düşüyoruz. Eczacı Manno’ya bir akşam mektup gelir, postacı hemen teşne olur ve mektubun hoşuna gitmediğini söyler çünkü mektup o sabah veya bir önceki akşam postaya o meskenden verilmiştir, üstelik eczanenin adının yazdığı kâğıt kullanılmıştır. Eyvahtır yani, isimsiz mektuplar çok can yakmıştır postacıya göre, o mektup da pek hayır değildir, eczacının yaptığının cezasını çekeceğini, öldürüleceğini yazar. Şakadır eczacıya göre, bir şey yapmamıştır, herkesin birbirini tanıdığı küçük bir yerde kimsenin tavuğuna kışt, odununa hoşt dememiştir. “Şimdiye kadar kimseyle bir takışması olmamıştı, siyasetle hiç uğraşmazdı, hatta bu konuda tartışma bile yapmazdı. Oyları herkes için tam anlamıyla bir sırdı: Aile geleneği ve gençlik anılarının etkisiyle milletvekili seçimlerinde sosyalist; belediye seçimlerindeyse, hıristiyan demokratlar tarafından yönetildiğinde Hükümet’ten bir şeyler koparmayı başaran bucağına karşı duyduğu sevgi ve sol partilerin aile gelirlerine koymayı tasarladıkları vergi korkusu yüzünden hıristiyan demokrattı. En ufak bir tartışmaya karışmazdı: Sağcılar onun sağcı, solcularsa solcu olduğunu sanırlardı. Zaten siyasete kafa yormak onun için kaybedilmiş zaman sayılırdı: Ya çıkarı böyle gerektirdiği için, ya da doğuştan kör olduğu için hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi görünürdü. Sonuç olarak, hayatını huzur içinde sürdürüyordu.” (s. 13) Sciascia araya dereye sıkıştırır siyasi malumatı, karakterler söyledikleri bir iki şeyle renklerini belli ederler, karşıt görüşlüleri ne zaman eleştirecekleri belli olmaz, iç içe geçmiştir bunlar. Manno’nun durumunda herkes şüphelidir çünkü adam hem nalına hem mıhına vurmaktadır, avcılıktan hoşlandığı ve bu hobisiyle çok sayıda düşman edindiği için kıskanç avcıların öfkesini çektiğini düşünür. Doktor arkadaşı Roscio’yla birlikte gittikleri avlarda pek kimseye görünmezler, zaten şakadır yani, kim öldürecektir Manno’yu? Arkadaş grubu toplandığı zaman noter Pecorila, avukat Rosello, Don Luigi Corvaia, öğretmen Laura başta olmak üzere herkes şaşırır, eşek şakasını kimin yaptığını düşünürler. Laura jandarma başçavuşunun istediği şikayet dilekçesini yazan Manno’nun yanındadır bir an, o sıra mektubun arkasındaki “UNICUIQUE” sözcüğünü görür ve hikâyeye dahil olur. Yaşlı annesiyle yaşayan Laura evlenmemiştir, bir saat ötedeki kasabada öğretmenlik yapmaktan başka bir işi olmadığı için canı sıkılmaktadır. Manno’yla Roscio avda vuruldukları zaman çözeceği bir dava çıkar önüne, polislikten hiç anlamadığı için yalapşap sürdüreceği soruşturma birilerinin dikkatini çekene kadar işini çok iyi yapacak, akıl karıştırıcı pek çok yanıltmacayı bertaraf edecek ve hedef haline gelecektir.

Önce Manno’ya odaklanılır tabii, mektupta bir halt yediği yazdığına göre kadınları rahatsız ettiği düşünülür, akla ilk gelen bu. Dükkânına sıklıkla gelen bir kız suçlanır, kızın nişanlısı bu suçlamadan sonra nişanı bozar, aileler perişan olur ama ortaya çıkar ki hiçbir şey olmamış, kız her gün ilaç almaya gidiyor gerçekten, zaten Manno da eşine sadıktır. Bu kısım matrak biraz, arkadaşları hemen Manno’nun çıkar evliliği yaptığını, eşinin çirkinliğini düşünürler. Yanlış alarm, Laurana hemen sözcüğün yer aldığı gazeteyi düşünür ve Kilise’nin yayımlanmasına katkıda bulunduğu gazeteyi hatırlar. Satıcıyla konuştuğunda o gazeteyi başpiskoposla Sainte-Anne rahibinin aldığını öğrenir, zaten oraya iki tane gelmektedir. Rahibin evine gider önce, “halkın çok sevdiği ve üstlerinin hiç sevmediği” rahibin olayla ilgisinin olmadığını anlar. Bu rahip de tuhaf bir adam, amcasından kalan mirası alabilmek için dindar rolü yapmaktadır aslında, Kilise’yi çatır çatır eleştirir. Çember daralıyor bu arada, başpiskopos iki baldızı ve yeğeni avukat Rosello’yla yaşamaktadır, dindar bir din görevlisi nasılsa öyledir. Evinde o gazeteden, evet var ama kasabada da satıldığını söylüyor gazetenin, giden herkes oradan alıp getirmiş olabilir. İpucu sallanıyor biraz, Sciascia pek çok ipucunu böyle sarsacak, hedef şaşırtacak ve Laurana bu zorlukları yendikçe tuzak çanlarını çaldığını bilmeyecek.

Manno’nun mektubunun hedef şaşırtmaca olduğunu çabuk anlıyor Laurana, amaç aslında Roscio’yu öldürmek ve Manno’ya yazılan mektupla kafaları karıştırmak. Başpiskoposun kızı güzel Luisa’yla evli Roscio’nun ölmesinden kimin fayda sağlayacağını uzun süre keşfedemiyor Laurana, adamın Palermo’daki parti yöneticileriyle görüşmesinin sebebini araştırırken Rosello’yla Roscio arasındaki gerginlik hakkında çok az fikri var. Annesiyle daha erken konuşsaydı belki tarihten ders alabilirdi ama kaçırılmaktan kurtulamazdı herhalde, Luisa’ya güvenmemesi gerektiği kadar çok güveniyor. Kadının güzelliğinin döndürdüğü başlardan biri de Roscio, çocukken birbirlerine âşık olmuşlar da başpiskopos öyle bir rezalete göz yumamayacağı için oğlanı iyi bir silkelemiş, yıllar boyunca gizli gizli buluşan ve birbirlerine verdikleri sözü unutmayan çift en sonunda harekete geçmek zorunda kalmış çünkü bir gece Roscio basmış onları, hiçbir şey demeden çıkıp gitmiş ve Rosello’nun Palermo’da birlikte iş yaptıkları parti yöneticisine şikayette bulunacağını söylemiş. Başka çare kalmamış artık Rosello için, Laurana en sonunda Luisa’nın plana dahil olmadığını düşünerek hata yapıyor, ağır ödüyor bedelini. Mafyalığı var Rosello’nun, hiç acımıyor. Şapşallık da eklenince, eh, Laurana aslında hikâye boyunca belli belirsiz uyarılıyor ama vazgeçmiyor dedektiflikten, can sıkıntısı çekmektense ölmenin evlâ olduğunu düşünmüştür.

İtalyan toplumuna dair ağır eleştiriler var bazı, komik. Faşistlerin zaten faşist, komünistlerin de uygun şartlarda ve belli konularda faşist olduğunu söyler karakterlerden biri. Şu var: “Dünyanın neresinde olursa olsun, bir elbisenin eteği dizden birkaç santimetre yukarıya çıkmışsa, otuz metrelik yarıçap içinde muhakkak, olayı dikize yatmış bir Sicilyalı vardır.” (s. 147) Mussolini’ye telgraf çeken Pirandello’ya dair bir iki aşağılama, daha da gider. Sciascia’yı sevenler için iyi, hiç Sciascia okumamışlar için de iyi bir başlangıç bu roman.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!