Kees Dorst – Yenilikçi Çerçeve: Tasarımın Getirdiği Yenilikçi Düşünme Biçimleri

Evimin önünde küçük bir çukur var, yolun ortasında. O kapağın adı ne, rögar, kıyısında hemen. Geçende delinmiş, eğilip bakınca kapağın altından inen borunun karanlıkta kaybolan kısmına dek gördüm. Neyi, çukurun gösterdiğini. Delik artık, çukur delindiğinden beri. Maç yaparken donk diye sekiyordu top oradan, bir yere gidiyordu da istikamet değiştiriyorduk hemen, yön değiştiren kuş sürüsü. O deliği kapadılar ama tekrar açıldı, arabalar etrafından geçiyor. Kapanmasını istemeyenler var diyelim, yirmi yıldan fazladır orada olduğu için sokağın anıtlarından biri haline gelmiş. Diğeri Altan Usta’ydı, huzurevine kaldırıldıktan sonra anıtlığı tartışılır hale geldi ama çukur duruyor orada, hatta belediyenin araçları geldiği zaman etrafında protesto gösterisi düzenleyenler peydah oldu diyelim. Araç sahipleri de pankartlarla geldiler, çukurun kaptılmasını istiyorlar. Dikizciler kapatılmasın istiyorlar. Tökezleyip düşenler kapatılsın istiyorlar. Boşluğa düşkünler kapatılmasın istiyorlar. Evlerinin değeri düşenler kapatılsın istiyorlar. Nostaljiye sarılanlar kapatılmasın istiyorlar. İleriye bakanlar kapatılsın istiyorlar derken kalabalığı dağıtmak için polisler geliyor, çatışmanın ortasına dalmadan önce biber gazı sıkıyorlar. Sorun çözülmüyor, emniyet müdürlüğü çukurun başına polis dikebilir ama çözüm olmaz bu, pencerelerden atılanlardan bezen polislerin biri gider biri gelir, mesela polis sayısı ikiye çıkar ama bu kez Asfalt Hakları Derneği olaya el atar, mahallenin dayanışma meclisi toplanıp eylemlerin şiddetlenerek süreceğini bildirir ama hangi tarafta yer aldığını bildirmez, on numara hengâme. Dorst’un çerçeveleri bu noktada devreye girip küçük ve tatlı sokağımızı cehenneme çeviren sorunu çözebilir, mesela çukur kapatılır ama hemen yanına minik bir plaket yerleştirilir, o çukurun 1994’ten 2023’e kadar mahallenin baş tacı olduğunu belirten bir ibare. Fotoğrafı yerleştirilir, borunun karanlıklarda kaybolduğunu gösterir bir anı. İşlevsiz bir girişim: Hoparlör yerleştirilir ve çukura giren lastiğin, çukurdan seken topun, çukura düşen yağmur damlasının sesi arka arkaya verilir ama elektronik bir zamazingo uzun ömürlü olmayacaktır, başarısız bir çerçevenin yerine hemen yenisinin gelmesi gerekir ki aksama olmasın. Her sorun için bir çözüm yer alıyor bu araştırmada, Hollanda’nın ortasından geçen demiryolunun aşağı yukarı yirmi yıl boyunca döşenememesinin, Sydney’nin gece hayatında çılgınlar gibi eğlenen gençlerin dert yandığı güvenlik problemlerinin, Sydney Opera House’un “kabuklarına” çıkıp eylem yapanların yol açtığı görüntü kirliliğinin çarelerini tasarım vasıtasıyla ortaya çıkaran yeni bir düşünme biçimi kitabın konusu. Sosyal gelişim kitabı olduğunu söyleyebiliriz bir anlamda, Dorst mimari tabanlı sıkıntıların çözülerek insanlar için ideal yaşam alanlarının yaratılabileceğini söylüyor, tabii yukarıdaki uyduruk örneğe baktığımızda pek çok sorunun ortaya çıktığını görüyoruz, Dorst’a göre çareleri var. Gerçi demiryolu meselesi tasarımla çözülmüyor tam, trenlerin evinin dibinden geçmesini istemeyen, toprağını kaybetmeyi hiç istemeyen insanların uzlaşmaya ikna edilmesi gerekiyor ama görüleceği üzere isteksizlik birtakım kazanımlardan bahsedilerek ortadan kaldırılabiliyor. X veya Y toprağı kamulaştırılacak diyelim, hangi toprağın sahibi daha uzun süredir oradaysa diğeri fedakârlık ediyor ve komşusu için iyi bir şey yapıyor böylece, demiryolu istemeyen sakinler bir şekilde ikna ediliyor, böylece yıllardır süren anlaşmazlıklar çerçevelerin devreye girmesiyle ortadan kalkıyor. Çerçevenin niteliklerinden önce sorunların kaynaklarına bakalım, “yalnız savaşçı” sorunu kendisinin belleyip herkesin çıkarını gözeterek çözümleyeceğini düşünen yetkili bir abimiz, çözemiyor elbette, hüsrana uğradığıyla kalıp ortamı daha bir geriyor. “Dünyayı durdur” hareketi çözümü sürekli erteliyor, ön araştırmalar, çalışma grupları, araştırmalar, soruşturmalar derken düğümledikçe düğümlüyor mevzuyu. “Bizzat oluşturulan kutu” geçmişte işe yaramış çözümleri tekrar kullanmaya çalışmaktan kendini bir kutuya kapamış anlayışı temsil ediyor, ihtiyaçlar yeni dünyaya ait olduğu için eskiler bir halta yaramıyor açıkçası, mesela Danimarka merkezli bir hoparlör şirketinin zemine veya yüzeye gömülü hoparlörlere karşı yapacağı şey yenilenmek, benzer ürünleri üretmektir, gelişmeleri takip etmeyen şirketler cup batar. E-ticaret düşünüldüğünde de benzer bir durum çıkıyor ortaya, hatta hangi filmdi o, Clint Eastwood’un son dönem filmlerinden birinde Eastwood tanınmış bir çiçek dükkânı sahibi, bir çiçekçiler toplaşmasına gittiği zaman ürünlerini internet üzerinden satması gerektiği söylendiği zaman dalga geçiyor. Sonraki sahnede dükkânının kapısına kilit vurduğunu görüyoruz Eastwood’un, yeniliklere ayak uyduramayınca batmaya mahkum. Çözüm çerçevelerini üretenler yaratıcı düşünürler ve sanatçılar olduğu için her yenilikten haberleri var, hatta kadroda fütürist de varsa tadından yenmiyor. Aklıma Tom McCarthy’nin Saten Ada‘sı geldi, geleceğin trendlerini belirleyen veya öngören kadro dünyaya da yön veriyordu bir anlamda, Dorst’un bahsettiği şirketler sadece çözüm üretiyor tabii, tehlike yok. Olabilir de. İnsanlık mühim. Dorst bir yerde diyor zaten, insanlığın iyiliğini düşünmek ahlaki borcumuz. Yalnız savaşçımız da aynı savı ileri sürüyor gerçi.

Bir sürü adım, aşama, problem ve çözüm yolu var, ayrı ayrı ele almaktansa bulamaç yapayım onlardan. Öncelikle sorunları belirlemeli, bu yüzden olabildiğince çok kişiyle görüşmeli veya onları gözlemlemeliyiz. Dorst’un örnek verdiği bir tasarımcıya göre insanların nasıl çantalar istediğini öğrenmek için çantalara nasıl muamele ettiklerini gözlemlemek önemli, bu yüzden haftalarca izlemiş insanları, çantalarını nasıl taktıklarını görmüş. Aklıma hemen Kramer geldi, insanların doğal hallerini izlemeden önce izin almak iyi bir fikir olabilir. Bakıyoruz ki sorun var, aşama aşama ilerleyip mümkünse sanatsal çözümler üretmeye çalışıyoruz, güzel oluyor. Bu pek teknik incelemeyi muhteşem ve kısmen iğrenç bir anıyla noktalamak, sorun göstermek ve Dorst’un verdiği elle çözüm önerilerimi sunmak isterim. Şimdi bir gece Moda’dayız, Baturay var, Meryem de var galiba, birileri var yani. Moda 2’deyiz, tuvaletlerin yakınında. Cuma veya cumartesi gecesi olabilir, çok kalabalık. Ben her zamanki gibi şarap içtim ama ayarı kaçırdım biraz, biriyle dağlar hakkında tartıştığımızı ve haksız olduğumu hatırlıyorum ama haksız olmam önemsiz, o kişiyle tartışmak çok eğlenceli olduğu için tartışıyordum. Sonra bir numaram geldi, vakit de epey ilerlemiş olduğu için tuvaletlerle hemen arkadaki duvarın arasına doğru yürümeye başladım çünkü tuvaletler kapanıyor belli bir saatten sonra. O bölge karanlık, malum, kısmen iğrenç dedim ama iğrenç detayları atlayayım. İşte, kızın biri geldi, “Ya çok affedersin, şurada nöbet tutsan olur mu?” dedi. “Olur,” dedim, arkamı döndüm, insanlara bakıyorum. İncecik ipin üzerinde duranı var, o ipli çubuklardan çevireni var, alevli bir şeylerle akrobasi yapanlar var, ulan insanlar ne acayip diyorum içimden. “Arkanı dönme bak,” dedi kız o ara, “Tamam sen yap,” dedim. Sonra üç genç geldi, bir elimi kaldırıp durdurdum onları. “Beyler durun az, hanımefendi işiyor,” gibi bir şeyler dedim. Sonra hanımefendi teşekkür edip gitti. Şimdi burada hijyen problemi var, güvenlik problemi var, orası korkunç bir hale geliyor geceyle birlikte. Sydney’deki problemin bir benzeri aslında, gençler darp veya gasp edilebiliyorlar. Polis veya güvenlik sayısını artırmak çözüm değil, huzursuzluktan ötürü ters de tepebilir. Ne yapmalıyız, öncelikle ihtiyaçları belirliyoruz ve tuvaleti kapatmıyoruz, hatta tuvalet sayısını artırıyoruz. Nedir, ışık az değil ama karanlık yerlere de aydınlatma koyulabilir. Alkol satışını seyyar abiler çözmüş, daha iyi çözümler düşünüyoruz ama düşünemiyoruz çünkü süper ülkemiz. Daha renkli alanlar yaratıyoruz. Etkinlikler olur, oturulacak şeyler koyarız, kısacası tansiyonun yükselmesini önleyecek çözümleri üretebiliriz, kolay. Yetkili abilerin yetkilerine sarılmalarını azıcık önleyip alternatifleri uygulamaya koyabilsek, çok sesliliğe önem versek cillop gibi bir yaşam alanımız olur.

Kamusal alanların düzenlenmesi, sosyal çekişmelerin azaltılması, ne dert ne keder varsa çözümü bu kitapta. Göz atılmalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!