Ardashir Vakil – O Bir Gün

Cumartesi‘den iki yıl önce çıkmış, Vakil’in “Teşekkür”ünden anlaşıldığı kadarıyla yazımı oldukça uzun sürmüş, otobiyografik metnimizin kurgusu Cumartesi‘ninkiyle aynı. Vakil esas adamına tenis oynatıyor, McEwan’ınki squash eyliyor, Vakil’inki öğretmenliğe dair malumat veriyor, McEwan’ın adamı beyin cerrahı olduğu için, sürpriz, beyin cerrahisiyle ilgili nöral nöral saptamalarda bulunuyor. Daha da birçok benzerlik bulunur, kalsın, elimizdeki orta karar metni değerlendirip geceye nokta koyayım çünkü İngiltere’deki göçmenlerin dertlerine boğuldum, fenalıklar bastı. Ben ve Priya orta sınıf İngiliz ailesinin dertlerini boca ederken aklıma Doris Lessing’in Büyükanneler‘indeki bir öykü geldi çünkü neden gelmesin, öyküde Siyahi bir kadınla birlikte olan beyaz İngiliz’in çocuğunu sahiplenmesi, ailesinin de kendisinden geri kalmaması anlatılırken kadının son derece uygar, orta-üst sınıf bir aileye kabul edilmesi ufak tefek gerilimlerle anlatılıyor. “Anlatılıyor”, Vakil’in sebep olduğu gibi hurra koşuşturmuyor karakterler, “Ben buyum, bu da benim derdim,” diyerek podyuma çıkmıyorlar, hikâyenin anlatımı daima ön planda ve oradan buradan fırlayan insanlarla zırt pırt kesilmiyor. Bu metni ırkçılık soslu bir acı defilesi olarak görmemek için çok uğraş verdim, okurlardan bazıları metni yarıda bırakmışlar ki anlaşılır, ben yarıda bırakamadım ki bu da anlaşılır, mahvım olsa da başladığım bir şeyi bıraktığım hemen hiç görülmemiştir. Nedir, bir günüme mal olmuştur ama huzurluyumdur, metinleri yarıda bırakacak kadar yaşlanmamışımdır, yaşanacak çok zamanımın olduğunu düşünmüşümdür. Olur bunlar, hayatın bu metni okumak için çok uzun olduğunu söyleyemeyeceğim ne ki, çok kısa da değil, hasılı okumak ve bu metin, yan yana gelebilecek iki şeydir. Yani, işte, Ben bir öğretmendir, Oxford mezunudur, Priya da Oxford mezunudur, okulda tanışırlar zaten. Oxford mezunlarının tepeden bakışlılığına dair ön kabulü alalım, ailemizin yaşadığı pek de üst düzey olmayan muhite vuralım, stresin bir sebebini buluruz. Whacka nam çocuklarının yaramazlığı bir diğer sıkıntıdır, çekilecek onca sıkıntı günün ilerleyen saatlerinde ortaya çıkacaktır da önce pek sinematografik girişe bakalım. Anlatıcı tepeden Londra’yı gösterir muhatabına: yollar, binalar, sokaklar, evler. Bir mahalleye doğru alçalırız, sonra bizimkilerin evine alçalırız, açık pencereden içeri girmeyiz de kamerayı anlatıcının elinden “şşü” ünlemesiyle alalım burada, keyfimize bakalım. Camdan girdik, yatak odasındayız. Ben tenis kitabı okuyor, Priya mastürbasyon yapıyor o sırada, Ben’in kaşlarındaki çatıklığı görüyoruz. Sevişmeye gönülleri yok, az sonra uyuyacaklar ve ertesi akşam Whacka’nın doğum gününde bir arıza çıkmamasını umacaklar. Rüyalarının uzun uzun anlatılması yadırgatıcı olabilir, rüyanın okuru savdığına dair görüşler vardır da Sontag’den Rüyalarının Esiri mesela, bu görüşleri şöyle bir silkeler. Vakil beceremez açıkçası, Ben’in gördüğü rüyada iki kardeş yemek yapmaya ve yemeye dair bir yarışma yaparlar, biri yediklerinden ötürü yara bere içinde kalır, Ben yarık kısımları dikerek adamı kurtarır. Bu rüya metnin sonunda Ben’in tanıdığı bir psikanalist tarafından üstünkörü yorumlanacaktır, bir halta da yaramayacaktır çünkü yorumların gösterdiği Ben’in bir gününde çoktan gösterilmiştir, ne gerektir onca tantanaya. Priya da bir şeyler görür, sonra uyanırlar, birlikte aldıkları kararları nasıl delik deşik ettiklerine dair birkaç örnek verilir ve yola çıkarlar, doğruca işe. Çizgi ikiye bölünür, Priya’nın radyo istasyonundaki hallerini ve Ben’in okulda uğraştığı sorunları görürüz. Priya zaten Hindistan’dan gelmiştir, Batı kültürüne kolaylıkla adapte olmuş ve burjuvazinin bayrağını en önde taşıyan ailesinin takdirlerini kazanmıştır. Çok hareketli yaşamını yönlendiren belli başlı şeyler memleketi ve ailesiyle ilgilidir, mesela Marcus’la yaşadığı yasak aşk baba kucağı özlemine ve uyarıcı haplara bağlanır. Vakil bir yerde kafayı uzatır şöyle bir, Ben’in uzakta bir yatakhanenin soğuğunda uyumaya çalıştığı sırada Priya’nın sik emdiğini söyler, bunu Vakil söyler çünkü Priya böyle bir şey düşünecek halde değildir o sıra, uçmuştur çoktan. Başka, Priya’nın annesi kızının gönlünce yaşamasını, hiçbir şeyle sınırlanmamasını istemektedir, bu yüzden Ben’in arkadaşı Leo’yla da birlikte olur, hatta Whacka’nın babasının Leo olduğunu bilir ama bunu Ben’e söylemez, Ben mevzuyu Leo’nun babalıktan feragat ettiğini bildirir mektubunu Priya’nın kitaplarından birinin arasında bularak öğrenmiş, öfkesinden kafasını masaya dan dan vurmuş ve hayatına devam etmiştir. Kendini Romulus’la Remus’u besleyen kurt, hayvanımsı bir sosyal anne/baba olarak gören Ben’e göre DNA testine gerek yoktur, çocuğun yüz hatları her şeyi söylemektedir. Tartışma gerekçelerinden biri de Priya’nın ailesinin para saçmasıdır, eldekini itinayla harcayan aile bireyleri bu alışkanlığı Priya’ya da geçirmiş, bu durum Ben’e fenalık getirmiştir çünkü Priya ölçüsüzce harcamaktadır, ortak hesaplarındaki parayı kıyafetlere gömmektedir. Görüldüğü üzere Ben’in haklıymış gibi görünen kaygıları Priya’ya yüktür artık, aralarındaki ilişkinin bir nefeslik ömrü kalmıştır. Yüzleşmemişlerdir açıkçası, öfke patlamaları ve anlamlı suskunluklar sorunların üzerini örtmüştür sadece. Tahmin edileceği üzere partide veya partiden sonra gerginlik zirveye ulaşacak, evde fırtına kopacaktır. Ben onca davetlinin gözleri önünde kafalarında tabak kıracaklarını düşünmüştüm, gitmelerini beklediler. Leo’nun gitmesini özellikle. Diyaloglar başarılıdır da ikilinin söyledikleri çok temel sorunlardan ibarettir, yine de ikna eder. Belki de etmez, onca sinir krizine rağmen Ben’in Priya’yı terk edememesinin sebebi nedir, Priya’nın Ben’i bırakamamasının sebebi üfürükten bir gerekçe olabilir mi, düşünülmeli. Düşünülmemeli, o kadar da şey değil. Mühim.

1980’ler, Salman Rushdie saklanıyor ve sömürgelerden gelen çocuklar ayrımcılığa uğruyorlar, toplumsal tabanda sadece bu iki problem var. Zayıf. Ben’in şahit olduklarına bakıyorum, ırkçılık yüzünden radikal gençlik gruplarına katılıp göçmenleri ülkeden dehlemek isteyenler ve dehlenmemek için şiddet göstermeye meyilliler var, birbirlerini okulda mahvedemiyorlar da dışarıda hallediyorlar. Tecavüze uğradığını ödevine yazan bir öğrenci için yapılacaklar meçhul, sınıfın zorbasını okuldan atıp sokaklara salan yapının eleştirisine girilecekken duruluyor bir. Bunların dışında korkunç sıkıcı olaylar var, mesela yalan söyleyen bir öğrenciyle yüzleşen Ben sinirden patlayacak hale geliyor ama akşamki partiyi düşünüp sakinleşiyor, sayfalar süren bu yüzleşme ne? Ben’le okuldan arkadaşı Helen’ın dostluğu cinsel gerilimle dolu, en azından Ben için, heyecan veren belirsiz alanı görüyor da adım atmıyor, Helen’ın beklediğini ve inceden hayal kırıklığına uğradığını görüyoruz. Ben’in hâlâ umudu var, Priya’nın tükenmemiş sevgisi bariz, nihayetinde Ben bavulu toplayıp çıkıyor ama bir şey geri itiyor, çok uzaklaşmadan dönüyor adamımız. Öncesinde kırdığı bir kapı, Priya’nın suratına suratına yapıştırdığı itiraflar var, birbirlerini bağır çağır ezmeye çalışıyorlar ve sinirlerine hakim olamayan Ben camları çerçeveleri indiriyor. O gürültüye uyanmıyor Whacka, sarhoş komşu uyanıyor ve polis çağıracağını söylüyor. Gerek yok, Ben gidemeyecek. Priya aklayacak kendini nihayet, hayatını yaşamış olması suçlu olduğu anlamına gelmese de Ben’in gözünde bembeyaz bir sayfaya dönüştü artık, rahatlıyor. Whacka için bir sorun yok, çılgın çocuk dağı taşı devirerek büyümeye devam edecek. Mahalleler ve evler hep birbirine benziyor zaten, pencereden çıkıp gökyüzüne gidiyoruz, Benjamin’in meleği gibi dönüp geriye bakıyoruz ve kayda devam ediyoruz, bu kez geride kalanlar dirilmese, sağalmasa da olur, Nijeryalı gazete satıcısı kalsın, Ugandalı bilmem ne de baksın bir duvarın dibinden, daha da otuz iki milletten insan kafayı şöyle bir uzatıp çeksin geri.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!