Jerzy Putrament – Hain

Eleştiri Yayınevi’nin bastığı tek kitap, çevirmenler Veysel Atayman ve Zeynep Özkan, sonradan Zeynep Atayman. Lehçeden değil de Almancadan çevrilmiş sanırım, emin değilim. Arka kapakta Putrament’in çağdaş Polonya edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biri olduğu yazıyor, ayrıca Polonya Yazarlar Birliği’nin başkanıymış. Wikipedia’da bilgi az, Goodreads’te neredeyse hiçbir şey yok, Putrament’in şiir kitaplarının da olmasının ve İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yla savaşan komünist cephede yer almasının dışında bir şey diyemeyeceğim. Zaten novella için buradayız, ben buradayım en azından, bugün çok yorulduğum için Rishloo dinleyip çay içiyorum, yazıyorum bir yandan. Evet. Yorucuydu. Günün ağırlığı ellerime bindi ama bu yazıyı bitirmeden uyumak yok. Dedi ve uyudu. Sabahtan devam, cumartesi sabahı erken kalkmak için sebep yoksa erken kalkalım. Sonra bu bir İkinci Dünya Savaşı novellası, Josefiak’ın hikâyesi, Polonya’nın başına gelenlerin anlatısı, Almanların gaddarlığının tasviri. Josef tepesinde vızır vızır dolanan uçakların açtığı ateşten uça kaça yürüyor, yaşadığı yerde sirenlerin ötmeye başlamasıyla yollara düşmüş, kasabaya varmış nihayet. Adı yok kasabanın, birkaç yüz evi var, Almanların başa getirdiği kukla başkanı var, sakin bir yer. Başlarda. Bir Ortodoks kilisesi, beş Yahudi dükkânı sapasağlam ayakta, baskı henüz hissedilmemiş orada. Klimontçik’in yayınevinde işe giriyor Josef, salak olduğunu söyleyen cümlenin harflerini dizip kâğıtlar basıyor, eğleniyor. Yirmi üç yaşında, asıl mesleği tornacılık, sağlam içiyor, güzel yiyor, kendine bakıyor, şekli şemali yerinde, ansızın koşmaya başlasa koşar, öyle herkese selam vermez, düdüğe hiç benzemez bir insan. İşi güzel, yaşamından memnun. 1941’in sonbaharında Kukla başkan Dikij’in adamları sağa sola tehditler savurmaya başlıyor, gördükleri Yahudileri taciz ediyorlar. Yürüyüşler gece vakti, göze çok da batmamak lazım, Yahudiler sessiz sakin yaşamayı sürdürüyorlar ama bir gün sokaktan gelen gürültülerden neler döndüğünü anlayan Josef ve Klimontçik yardım etmeyi düşünerek fakat dile getirmeyerek bekliyorlar, sıkıntılı yüzlerle birbirlerine bakıyorlar ve gizleniyorlar. Josef bıçkın, iri bir genç, istese dozer gibi üstlerinden geçer ama kafasında ikamet edecek bir kurşunu ağırlamak istemiyor henüz. Kafayı çekip sustukları sırada Klimontçik’in eşi laf atıyor, dışarıda kıyamet koparken saklanmak nesi? Josef dikkat çekmezse savaşı atlatabileceğini düşünse de yakayı ele veriyor, direnişin örgütlenebilmesi için broşürler basıp dağıtma ve bölücü eylemlere katılma suçlarından ötürü Dikij adamlarını yollayarak tutuklatıyor Josef’i, sadece iki kişi bulabildiği için üzgündü ama savaşmaya gücü vardı yine de. Sorgulama sırasında ağzından hiçbir şey kaçırmıyor, yine de Dikij’in üç kişilik ekibi tekme tokat alıyorlar adamı, Almanlara teslim etmek üzere paketliyorlar, kara kışta kızağa bağlayıp yollara düşüyorlar. Aralarda serbest dolaylı anlatıcı devreye girerek Josef’in düşüncelerini anlatıya ve olaylara yediriyor, örneğin o Almanlar neden öyle, küçücük bir kasabadan önce şey isteyen dünyadan ne istemez, sıradanlaşmış şiddetin motivasyon kaynağı nedir ve en önemlisi düşünceleri son derece yalın bir insan olan bitenle ilgili ne düşünmeli? Şahit olduğu zulümlerin etkisiyle hayatında ilk ve son defa şiir yazar Josef, dağıttığı bildirilerin arasında bu şiir de vardır, belki savaştan sonra yazılan şiirlerin Adorno’nun kastettiği anlamda kadüklüğü malumdur ama kasabanın sakinlerini yavaş yavaş değiştirmeye başlar o şiir, değiştirmese de bir şeylerin yanlış gittiği duyulmuş, duyulan da hemen hasıraltı edilmiştir, hatta kasabanın Yahudileri katledildikten sonra Yahudi düşmanlığı ayyuka çıkmıştır. Olsundur, değerli bir çaba, iki kişinin değiştiğini biliyoruz ki güruhun çatlağıdır bu, bütün bir kırılmaya daha var.

Faşizm aslında bildik, alışılmış yaşama düzeninin de tepelenmesidir. Dökülen kan, kendi kanını sakınmasız gözden çıkaranları olduğu gibi, bu kanı dökenleri de birleştirir. Dikij’in mücahitleri Yahudi kırımına katıldıkça onları bildik, olağan insanlardan ayıran uçurum genişliyor, genişlediği ölçüde de bunları birbirine yaklaştırıyordu.” (s. 17) Panko, Iwas ve Vasil yolculuk boyunca Josef’e kayıtsız kalırlar, bir iki fiske vurdukları da olur, mola verdikleri köyde alkolün etkisiyle yumuşadıklarında yol arkadaşlığının getirdiği yakınlık bir anda akıllarına gelir ve Panko hariç geri kalanlar ne yiyip içiyorlarsa Josef’le paylaşırlar. Belki çeviriden de kaynaklıdır, bu dönüşüm son derece parodik, anlatının geri kalanındaki atmosfere uymadığı için meh. Sevgi kelebeği haline gelen iki polis Josef’i öldürme fikrinden vazgeçmeye çalışırken Panko uyanığı Josef’in bir işler çevirdiğini anlıyor, adamı göz hapsinde tutmaya devam ediyor. Plan basit: Josef fırtınada onca yolu gitmeye gerek olmadığını, isterlerse kendisini oracıkta öldürebileceklerini söyler, sonra kendisini yerlere atarak öldürülmek için yalvarır, iki avanağın aklını çelip ortalığı karıştırdığı an ışıklar söner, gürültü patırtı, vurdu kırdı, kapıdan girip içeriyi silen süpüren rüzgarın korkunç sesi derken Josef köy evinin sahibinin de yardımıyla döşemenin altına saklanıverir. Koşturmacalar saatlerce sürer, ortalık biraz sakinleşince Josef saklandığı yerden çıkar ve saklanmasını sağlayan adamın salık verdiği adamı bulmak üzere yola çıkar. Tipi ayak izlerini örttüğü için şanslıdır, köpeklerden de kurtulmayı başarır ancak ardından gelenlerin farkındadır, tek başına giriştiği yaşam mücadelesi böyle başlar. Kaçmasına neden olan adamların ve köylünün idam edildiğini ve başına ödül konduğunu köylerin evlerinin duvarlarına yapıştırılan bildirilerde görür, yaşamının Kohlhaas evresini başlatan kıvılcımlardan biridir bu. Sıradan bir adamı ellerinden kaçıran gestaponun façası fena çizilir, Polonyalılar aslında karşılarında beceriksiz insanlar olduğunu anladıklarında Josef’e katılırlar ve mücadele etmeye başlarlar. Bizimkinin biraz da şans eseri kaçabilmesi, hikâyenin aslı önemli değildir, zaten günler geçtikçe Josef sıradan bir adam olmaktan çıkıp efsanevi bir halk kahramanı haline gelmiştir bile. Alman cephaneliğini havaya uçurmuştur, vur kaç taktiğiyle çoğu askerin canına okumuştur, karargâhları bombalamıştır, neler neler. Düzensiz güçlere karşı zafer kazanırlar başlarda, Josef adamlarını iyi yönetir ama orduyla karşılaştıklarında geri çekilmek zorunda kalırlar, birkaç adam Josef’in aslında anlatıldığı gibi olmadığını gördüklerinde mücadeleyi bırakıp toz olurlar. Halkın çok korktuğunu bilen Josef için önemli değil bu, köylünün yardım edeceğini söylediği adamın kapısını açmadığını, köylülerden hiçbirinin kendisine yardım etmediğini aklından çıkarmaz, elindekilerle savaşmaya karar verir. Hayatta kalma mücadelesi uysal ruhunu sertleştirmiştir, otoritesini sorgulamaya kalkan bir adamını kurşunlar. Anlatının başındaki Josef dehşete düşerdi, mutlak bir dönüşüm.

Almanlar gerilemeye başlarlar, Ruslar tarafından tepelendiklerinin haberi direnişçiler arasında yayıldıkça Josef ve kendisi gibi pek çok lider saldırılarını sıklaştırır. Anlatıcı en civcivli anda ortaya çıkıverir sonra, Josefiak’a denk geldikten sonra hikâyesini bütün bir gece dinleyip okuduğumuz metni kaleme almıştır, Josef’in Kazak dansını izlemiştir, mücadelenin detaylarını aktardıktan sonra serüvenin süreceğini imleyerek noktayı koymuştur. “Öyle ya, insan bedavadan kahraman olmaz, kahramanlık, yitirilen ruh dinginliğiyle ödenir. Sıradan bir insan da kahraman olabilir. Ama acaba her kahraman gene sıradan bir insan olabilir mi? Kim bilir?” (s. 79)

Kırsalda yaşayan Polonyalıların ve Yahudilerin ölümün karşısında dik duruşları bu novella, cesarete övgü, savaşın yıkıcılığı, pek çok şey. Sıcağı sıcağına yazılmış, başlangıç 1944, bitiş 1945. Putrament aktif olarak direndiği için pek çok hikâye dinlemiştir, hatta bazılarına şahit olmuştur da yazmıştır bu metni. Josef’in kurgusallığı belki de gerçeğe en yakın olan türden.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!