J. M. Coetzee – Barbarları Beklerken

Barbarlarla uygarların çatışmalarını Antoni Jach’ın Şehrin Katmanları nam metninden daha iyi anlatan bir metinle karşılaşmadım henüz. Bir bölüm Romalıların, diğer bölüm Barbarların bakış açısından. Barbarlar o kadar zengin, metaforlarla dolu bir dille konuşurlar ki coşkun akan nehirlerin üzerinden sözcükleriyle geçerler, suya bakıp nasıl değiştiklerini anlamaya çalışırlar. Geride bıraktıkları insanları bulamayacaklardır bir daha, kuşattıkları şehri ele geçirmek koca bir geçmişe ve geleceğe mal olur, sonsuz bir şimdide yaşamaya mahkumdurlar. Atlarının toynaklarından çıkan sesleri müzik diye dinleyip yıkıma ve altına varacak yolu aşmaya çalışırlar. Kuşatma yıllar sürer, mevsimler geçerken Barbarlar kürklü kıyafetlerini çıkarırlar, yeni kurdukları yerleşim yerinde yavaş yavaş zenginleşmeye başlayarak duvarların öte tarafındakiler gibi giyinmeye özenirler. Değişim başlamıştır. İçeridekilerin yiyeceği biter, evcil hayvanlarını kesip yemeye başlarlar, kıyafetleri eskiyince hayvanların derilerinden kıyafet biçerler kendilerine. İçle dış arasında bir fark kalmamıştır. Borges veya Calvino öyküsü bu, Jach kendinin kılabilmiş. Coetzee’nin metnine şuradan bağlayacağım:

Bütün Romalılar suyu sever.
Barbarlar da suyu sever.
Öyleyse Romalılarla Barbarlar aynıdır.” (s. 139)

Sulh Hakimi hayali bir imparatorluğun emrinde yıllardır çalışıyor, işi gereği sınırdaki karargâhlardan birinde. Detaya odaklanıyor önce, yeni gelen subayın gözlerinin önünde iki küçük cam disk. Siyah. Kör olup olmadığını merak ediyor, körse gözlerini saklamak istiyordur belki. Kör değil, görmek istemiyor sadece. Yerlilere çektireceği işkenceleri de görmeyecek, kara gözlüğün mesajı. Göz kenarlarında kırışıklık olmadığını söylüyor Albay, geldiği yerde herkes o gözlükten takıyor, şaşıracak bir şey yok. Merkezde dünyayı bütün renkleriyle gören kimse yok, belirmeyen tehlikeyi ortadan kaldırmak için yollanan Albay Joll despotizmin temsilcisi. Binlerce hayvanın öldürüldüğü avlardan bahsediyor, leşler üst üste yığılmış, çürümenin kaynağı o küçük kasabaya gelerek istihbaratı değerlendirecek. Hayvan hırsızları artmış, barbarlara karşı sıkı durmalılar. Yaşlı bir adamla torunu yakalanmış, kalenin yanından geçerlerken tutup hapse atmışlar, iyi bir dövmüşler. Fakir insanlar, kabilelerini ayakta tutabilmek için ufak tefek hırsızlıkları hoş gören Hakim için psikolojik işkence yeni başlıyor, empatisi de aynı dönemde gelişiyor. Tahıl ambarından gelen çığlıkları duymamış Hakim, neler olup bittiğini anlamışsa da kalın duvarların sesi engellediğini düşünüyor. Joll’un sorgu tekniklerini merak edip sorduğunda bakışların öneminden, gerçeğin tonundan bahsediyor Joll. İstediği cevapları alamayınca şiddetinin haddi yok. Dayak yiyen adamlardan yaşlı olanı ölmüş, diğerinin elleri bağlı. Hakim’in içinde bir sıkıntı, karışmıyor yine de. Yaşlı, emekliliğine çok kalmamış. “Sakin zamanlarda sakince yaşamaktan fazlasını istemedim.” (s. 20) Söylentiler barbar kabilelerinin silahlandığını duyuruyor, yakında saldırıya geçecekler, önlem alınmalı. Evleri yakıp kadınlara tecavüz etmemeleri için orada Joll, gerekirse bütün esirleri öldürebilir. Korku imparatorluğu basbayağı, iki taraf için de. Sağ kalan adamı sorgulayan Hakim doğruları duymak istediğini söylüyor, aksi halde askerler köyleri basıp herkesi öldürecek. Geçiş belirgin, barbarla uygar arasında bir fark yok. Joll hazır, çadırlara saldırıda bulunacak, bunun için kulaktan dolma bilgilerle çizilen haritalara güveniyor ve Hakim’in uyarılarını dinlemiyor, görev adamı çünkü. Kafile kaleden ayrılınca Hakim hobisine dönüyor, arkeoloji. Kazdığı alandan çok sayıda tarihi eser çıkarıyor, barbarların ataları o bölgeye yerleştikleri zaman belki de o kalenin bir eşini inşa etmişlerdi, gömülü evlerde pek bir şey olmasa da yeterince kalıntı var. Duvarların içindekilerle dışındakiler çoktan yer değiştirmiş, istilacılar kendi kalelerini inşa ettikten sonra eskiyi toprağın altına yollamışlar, aşağılardan davul sesleri, iniltiler ve düzensiz vuruşlar geliyor. Toprağın derinliklerinde, havada, uzaklarda barbarlar var, gölgelerinde beyazlar. Şiddet sürüyor, Joll seferden döndüğünde bir grup tutsağı da peşinde getiriyor, balıkçılar. Hakim’in sinirleri bozuldukça bozuluyor, masum insanları hapsetmenin hiçbir anlamı olmasa da Joll’a göre beyaz olmayan herkes barbar, barbarlarla aynı dili konuşmasalar bile. Avluda eğleniyorlar, çocuklar oynuyor, yemekler pişiriliyor, kale dışarının medeniyetine şahit oluyor bir süreliğine. Eziyet yine, balıkçılar ve göçebeler aç bırakılıyor, umutsuz bir küme, korku içinde ve hasta. Kadının biri Hakim’in dikkatini çekiyor, güzelce bir şey, himayelik. Kadınlarla ilişki yüzeysel, cinsellik temelli olsa da bu kadında bir şey var, Hakim’in barbarlara duyduğu sempatiyi artıran bir şey. İlişkisini düşünürken kendine karşı daha dürüst, yabancılara karşı daha anlayışlı olacak, bu da bir nevi geçiş. Dedikodulardan bahsedecek, evde bir tilki ve bir kadın olmak üzere iki hayvan beslediğini söyleyecek şaka yollu. Kızgın bakışlarla karşılaşınca özür dileyerek kadının tilkiyle aynı konumda olmadığını söyleyecek, detaylar zengin. Kadına iş, yemek, yatacak yer sağlamak başına iş açacak tabii, söylentiler ayyuka çıkınca Joll duruma el koyacak. Yolculuktan sonra.

Barbarlarla ilişkiler genellikle ticari, kasabaya gelip mallarını satıyorlar ve sessizce gidiyorlar. O sene hiçbiri yok, fırtınadan öncesi. Hakim barbar değerlerini gözetmeye başladığını, uygarlığa karşı olduğunu fark ettikten sonra kızı ailesine teslim etmek için yanına birkaç adam alıp yola çıkıyor, öncesinde niyetini bildiren bir belge hazırlayıp yerel valiye gönderiyor. İkincisini bilmiyor henüz, biyografi veya vasiyetname, belki de okuduğumuz metin. Otuz yılın dökümü. Yolculuk karanlığın yüreğine, bataklıklardan geçerek, soğuktan donarak ilerliyorlar, fırtınaların ortasında kalarak ölümden dönüyorlar ama nihayetinde buluyorlar barbarları, anlatının barbarlarla ilgili en net bölümü. Tüfekleri var, bedevilere benziyorlar. Önce “yansıma” sanıyor onları Hakim, ne kadar ilerlerlerse ilerlesinler aradaki mesafe azalmadığı için kendilerinin görüntüleriyle karşı karşıyalar sanki, yine geçiş. Kızı teslim ettikten sonra aynı şekilde dönüyorlar, adamlar huzursuz, aç ve yorgunlar. Tutsak gibi giriyorlar kalenin kapısından, kale askerle dolup taşıyor, uzun süredir konuşulan savaş başlamış. Hakim masasına kurulmuş askeri görünce her şeyin değiştiğini anlasa da başına gelecekleri öngöremiyor, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken barbarlarla yakın ilişki kurmakla suçlandığını öğreniyor. Hapsedilecek, kalabalığın önünde işkenceye uğrayacak ve medeniyeti eleştiren tiradının hiçbir şeyi değiştirmediğini görecek. Yakılan çalılar düşmanın besin kaynaklarını kurutmak için, doğanın katli o kadar önemli değil. Savaş hali, herkes oradan oraya koşturuyor, Hakim’in gizlediği anahtarı bulup kendini hapisten kurtarması kolay oluyor, kaleden kaçıp kasabaya sığınıyor ama halk arasında da eski itibarı kalmamış, zaten kasaba yavaş yavaş terk ediliyor, barbarlar kapıda. Toprak setin bir kısmını keserek her yerin su altında kalmasına yol açmışlar, eğer askerler yapmadılarsa bunu. Tehlike çanlarını kimin çaldığını ayırt edemez hale geliyoruz bir süre sonra, görünmemekte inat eden düşmanın her şeye gücünün yettiğini düşünen imparatorluk askerleri son derece acımasız, yoldan geçeni esir olarak almaya devam ediyorlar, sorgular sırasında yaşanan ölümlerin üstü kapatılıyor hemen. Düşman yaratıldı, yaşam kaynaklarının kurutulması yüzünden zaten çoktandır kaynayan topluluk varlığını hissettiriyor. Hakim’e topraktan çıkardığı eserleri incelemekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Çok eskiden ölmüş birinin yazıları, nasıl okunacağı bilinmiyor, sağdan sola, yukarıdan aşağıya bir dünya şekil. Çözmeye çalışsaydı Hakim, işaretlerin temsil ettiklerini bulabilseydi barbarları çok önceden anlayıp bazı şeyleri değiştirebilirdi belki. Olmadı, kasaba ve kale ölü artık. Hakim’in son düşünceleri: Barbarlar taze ekmek ve karadut reçeli yedikten sonra medenileşecekler, beri yandan tahıl yetiştirmeyi ve şifalı meyveleri kullanmayı bilen kadınlar sanatlarını yitirirlerse ömürleri pek uzun olmayacak.

Coetzee’den çok sıkı bir metin. Barbarlıkla medeniyet arasındaki aşılmaz gibi görünen farklar sağduyu veya şiddetle ortadan bir anda kaybolabiliyor. Bu.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!