Çaresizlik basbayağı. Anlatıcı anlattığını öylesi duyurur ki duvar kaybolur, kurgunun kurgu olduğu unutulur, parçaları takip edebilme, bütüne tamlayabilme mahareti okuru yönlendirmeye başlar. Çaresizlik şu: Yönleniriz ve yorumlamada olabildiğince özgür bırakılırız, bir ölçüde ironik ama anlatı dinamiklerinin hiyerarşisinde ögeler yer değiştirir, her metinde farklı türler ortaya çıkar, her romanın yeni bir teori olduğunu, olması gerektiğini veya gerekmediğini söyleyen? Tercih, niyet meselesidir gerçi, güvenilmez anlatıcının güvenilmezliğini mi yoksa anlatıcılığını mı kerteriz belleyeceğiz, eş zamanlı mı düşüneceğiz bunları, yazarın sunduğu biçimle mi yoksa bilişsel niteliğimizle tekrar oluşturduğumuz biçimle mi, bu da mı eş zamanlı, nedir? Die nagende Kritik, üzerinde durulması gereken bir şey söyledi, yavaş okuma bir nitelik böyle metinler için, anlatılana söylemiş olsa da kurmaca, oyun için aynı görüş geçerli. Çaresizlikten yavaş okuruz, verileni işlemeye çalışırız çünkü hızlılığın yakalayamayacakları görünür, kaçanlar sezildiği an rahatsız etmeye başlar, bir olaylar dönmektedir ama, azıcık lügat paralayayım, anlatının künhüne vakıf olamayız. Yine ironik, çaresizlikle kısıtlandığımızı hissederiz, okuma meylimizin dışına çıkmışızdır, bilmediğimiz sokaklarda yürürüz, dönen dolabın neliğini anlayana kadar gözler kör okumaya açıktır, sözcüklerin bilişsel karşılıkları başlangıçta tam oturmaz, karmaşanın üzerine gidip düzeni veya düzensizliği tam olarak belirleyebilirsek o zaman metin açılır. Hem açık hem kapalı metin, aslında bu. Yaşamın en yakın benzeri. Bahsedeceğim metin böyle, Böll’ün 1972’de kazandığı Nobel’den bir yıl önce yayımlanmış birkaç yerde Böll’ün ödülü kazanmasında bu metnin etkili olduğunu okudum, bilemiyorum ama çıkar çıkmaz okumak isterdim. E Yayınları hızlı davranıp 1973’te basmış kitabı, çevirmenler Sezer Duru ve Tezer Özlü. Hemen hiçbir yerde bahsi geçmiyor, gözden kaçmamalı bu metin.
470 sayfalık bir araştırmadır bu anlatı, Leni Pfeiffer’in izi sürülür. Başlangıcındaki üslup anlatı boyunca sürer: “Olayın birinci bölümündeki dişi kahraman kırk sekiz yaşında bir kadındır. Almandır, 1,71 boyunda (ev giysileri içinde) 68,8 kg ağırlığında, yani ideal ağırlığın yalnızca 300-400 gram altındadır. Gözlerinin rengi koyu kahverengi ve siyah arasında değişmektedir, hafifçe kırlaşmış,dümdüz dökülen ve başını bir miğfer gibi saran gür sarı saçları vardır.” (s. 9) İlk bölümde Leni’nin ve yaşamı boyunca çevresine girenlerin kimlikleri hakkında özet niteliğinde bilgi verir anlatıcı, Leni’nin 400 bin mark değerindeki evini enflasyon zamanlarında yok pahasına elden çıkardığını, bugün maddi olanaklardan yoksun olduğunu, 1941 yılında Alman bir teğmenle üç gün evli kaldığını, oğlunun hapiste olduğunu söyler. Kadının hikâyesini tam olarak ortaya çıkarmak için Roma dahil pek çok yere gider, araştırma için ayırdığı mütevazı bütçesinden ne kadar harcadığını belirtir, konuşmaya çalıştığı insanların tepkilerini anlatırken “Yz.” adıyla kendini ortaya çıkarır ve kendi yorumlarını katar, kısacası pek çok tekniğin birleştirildiği bir anlatı çıkar karşımıza. Bu ilk bölüme ara ara dönmek faydalı, karakter kadrosu çok geniş olduğu için kimin kim olduğunu hatırlamak gerekecek. Anlatıcının ulaştığı bilgileri doğrudan aktarmasının yanında uzunca konuştuğu karakterler de Leni’nin yaşamının farklı dönemlerine dair bilgi verirken bahsi geçen karakterlerin bilinmeyen yönlerini ortaya koyuyorlar, o kısma kadar hiç duymadığımız insanlardan bahsediyorlar, sonra anlatıcı o insanların da peşine düşüyor, anlatı bu şekilde genişleye genişleye doğal sınırlarına ulaştıktan sonra çökmüyor, Böll hikâyeyi muhteşem bir şekilde derleyip toparlıyor. Anlatıcının kim olduğunu savaş yıllarına kadar bilemiyoruz, Leni’nin babasının şirketinden ayrılıp çiçekçide çalışmaya başladığı zaman anlaşılıyor ki anlatıcımız ellili yaşlarında bir çiçekçidir, Leni’ye kesiktir biraz, aslında etrafındaki herkes biraz kesiktir Leni’ye, yaşam şartlarından ötürü pek kimsenin hareket alanı yoksa da Leni’den uzaklaşmak istemezler zaten, kadın etrafına yaşam sevinci saçmaktadır ne kadar kederli bir yaşamı olursa olsun. Şarkılar söyler, iş yerindeki Nazi sempatizanları bile kadını dinlemekten hoşlanırlar. Kadının adı tam da en tehlikeli zamanlarda komüniste çıkar, bunda Rusya’dan göçen ve korkunç şartlar altında hayatta kalıp çiçekçide çalışmaya başlayan sevgilisinin etkisi büyüktür. Anlatıcı verebileceği kadar detay verir, kahve tayinlerinden ve kahveyle ekmeğe karıştırılan düşük kaliteli malzemelerden mamul ürünlerin nadir bulunduğunu anlattıktan sonra Leni’nin Boris için kahvenin en iyi kısmını ikram ettiğini yıllar sonra da o zaman hissettiği korkuyla anlatır. Bir ihbara bakar yakalanmaları, toplama kamplarından ölümüne korksalar da aşklarını serbestçe yaşarlar. Tabii patronlarının yardımı olmasa çoktan götürülürlerdi ama savaş zamanından önce türlü katakulliyle Yahudilerin mallarına çöken, iflas edenlerin arsalarını ve evlerini çok ucuza alan patronları Leni’ye tutkun olduğu için ikisini de kollar, ne yazık ki Boris’in yakalanmasını engelleyemez veya engellemez, anlatıdaki pek çok bilinmeyenden biridir bu, sadece anlatılan gerçeğe hakimizdir, hakikat bambaşka olabilir. Böll diğer metinlerindeki karakterleri genişlettiği gibi burada da hemen hemen bütün karakterlerini açar, örneğin patron o güne dek çevirdiği bütün dümenleri anlattıktan sonra belli tarihî koşulların belli fiyatlandırmaları ortaya çıkaracağını söyleyerek kendini aklamaya, vicdanını rahatlatmaya çalışır, patolojisini aslında suçlu olmadığını defalarca söyleyerek gösterir. Muazzam bir inşa diyeceğim, Böll karakterlerini aynı sesle duyurmaz, biri diğerini anımsatmayacak şekilde konuşur.
Anlatılan hikâyeler en buhranlı yıllarında Almanya’nın farklı durumlarını gözler önüne serer. Amerikan ordusunun Almanya’ya girmesiyle birlikte rahatlayan Leni ve çevresi uzun süren bekleyişleri sırasında korkuyla karışık umutlarını canlı tutmaya çalışırlar, Leni neden geç kaldıklarını sormaktan bozuk plağa döner bir yerde. Daha da kötüsü Alman zulmü artmıştır, patron yakınlardaki bir mezarlığın altına gizli bir alan yaptırmak için yardımı esirgemez, bir müddet o sığınıkta yaşarlar. Leni’nin çocukluğunda tanıştığı rahibenin aslında Yahudi kökenli olduğu ortaya çıkınca diğerleri tarafından dışlandığını yine metnin bambaşka bir bölümünde öğreniriz, bir karakterin hikâyesi basamak basamak kurulmuştur ama her bir basamak farklı bölümlere dağıtılmıştır sanki, dizgeyi belirleyebilmek için metin boyunca gidip gelmek gerekir. Bu rahibenin mezarında belli bir çiçeğin bittiği ortaya çıkınca bilim insanları araştırma yaparlar ve doğaüstü bir durumla karşı karşıya olduklarını söylerler, o çiçeğin orada yetişmesi mümkün değildir. Hikâye büyür, Batı ve Doğu Almanya arasında alay konusu olur, propaganda amacıyla kullanıldığı söylenir ve güdümsüz bilim insanları her şeyin yolunda olduğunu, dinî muammanın çözüldüğünü söylerler ama bir dünya tantana çıkar, iki ülke arasındaki çatışmanın bir kısmı incelenir böylece. Leni’nin oğlunun okuldaki başarısızlığı, psikolojik arızaları önceden anlatılanların üzerine kurulmuştur, kurulmalıdır, toplumsal çalkalanmaların yol açtığı hasar ortaya çıkar. Makara da sıkıştırır araya Böll, örneğin Scholsdorff nam önemli bir karakter bir şirketin harcamalarını denetlerken uydurulan isimlerin önemli yazarların isimleri olduğunu görür. Kendisi edebiyat eğitimi almıştır, dolayısıyla belgeleri incelerken karşısına çıkan isimleri görünce mevzuyu şak diye anlar, böylece dolandırıcılık yaparken edebiyata yaslanmamamız gerektiğini anlarız. Pek çok yan hikâyecik esas hikâyeyi besler, yan yollar açar, gidip gelmesi hoştur.
Başka pek çok muziplik var, mektuplara yer verilmiş, anlatıcının kullandığı kendine has kısaltmalar olsun, Leni’nin düşünce ve diyalog parçalarını ayrı bir kısımda araştırması olsun, daha da olsun bir şeyler. Şahane bir roman, iyi okurun göz bebeği olur. Kafa karıştırır, açar, hayran bırakır.
Cevap yaz