Fazlı Necip – Külhani Enteller

Aslı Külhani Edipler, herhalde çağı yakalamak adına “Enteller” tercih edilmiş, kötü. Çok önemli bir roman aslında, 1850’lerden 1920’lere memleketin ahvali, siyasal ve toplumsal değişimler karşısında ediplerin, entellerin, aydınların, mütefekkirlerin duruşları, mevzunun olmazsa olmazı da aşk meşk. İlginçtir, ilişkilerin bazıları edebi başarılarla büyüyüp küçülüyor, ilginç olmayanlar genellikle Saray’a yamanmak isteyenlerin hikâyeleri. En son 2012’de basılmış, ondan önceki baskılar 1993 ve 1930 tarihli. Fazlı Necip’in yaşamı romanda anlatılanların kıymetini belirliyor aslında, 1963’te Selânik’te doğan Necip dava vekilliği sınavını kazanarak çalışmaya başlıyor, o sırada İstanbul basınına yazılar yazıyor, romanlar çeviriyor, edebiyatla ve çağının sorunlarıyla ilgili. O yıllarda Beşir Fuad’la mektuplaşıyor ve Mektubat adıyla 1888’de yayımlıyor yazışmaları. 1895’te babasıyla birlikte kurduğu Asır‘ı Matbuat Müdürlüğü’ne atanmasıyla bırakıp İstanbul’a geliyor, yıl 1909. Selânik işgal edildiği için memleketine dönemeyince gazete çıkarma hayalini İstanbul’da gerçekleştirmek istiyor, 1918’de Almanya’dan satın aldığı matbaa zamazingoları savaş yüzünden yurda gelemeyince büyük zarara uğruyor ve Tütün Rejisi’nde memur olarak çalışmaya başlıyor bu kez. Sonrasında arka arkaya kitaplar çıkarıyor, gazete kuruyor, 1932’de de ölüyor. Kayınpederinin yeğeni Ahmet Emin Yalman, damadı da yine döneminin ünlü gazetecilerinden, kısacası ailecek gazeteciler. Dönemin matbuat âlemini yakından takip ediyor Necip, karşılaşmadığı yazarları da bilenlerden öğreniyor muhtemelen, deneyimlerini kurmacaya dönüştürüyor. Namık Kemal, Şinasi gibi meşhurlar anlatıya doğrudan katkı sağlamasalar da karakter olarak ortaya çıkıyorlar, görüşlerini aktararak dönemin ruhunu yansıtıyorlar. Aydınla entelektüel arasındaki farkı net olarak görebiliyoruz böylece, toplumu tebaa olmaktan çıkarmak isteyenlerin sürgünlerden sürgün beğenmesinin yanında külhani enteller Kenan Bey’in etrafında toplanarak lügat paralıyorlar, dönemin ünlü gazetelerinde yazılarının çıkmasıyla yetinerek memuriyet koparmaya çalışmaktan başka işleri yok. Anlatı Kenan Bey’in etrafında şekillendiği için ailesini üç nesil boyunca takip edeceğiz, Kenan Bey’in kızlarının yanladıkları güç odaklarıyla ilişkileri görürken dönemin siyasi havasını soluyacağız bir güzel. Bir ailenin kuşaklarını anlatan ilk metin midir bizde, belki öyledir, bu da önemli kılar Necip’in uğraşını.

Abdülaziz zamanında güzel bir bahar günüyle açılır anlatı, Osmanlı toplumunun kısa bir tasviri, sokaktaki yaşam, Çiçekpazarı’nda temaşa, ardından Avrupalı gibi giyinmiş Kenan Bey’in sahneye çıkması. İstanbul’da Batı’yı taklit eden edebiyatın başları, Yeni Osmanlılar o dönem Tasvir-i Efkâr Matbaası‘nda toplanırlar, Kenan Bey meclislerin aranan adamı olarak Şinasi, Ziya ve Namık Kemal’in bulunduğu toplantıları kaçırmaz. Münif, Kadir, Ethem ve Sadullah nam paşalar bu ilericilerle ilişki kursalar da yumuşak bir geçişten yanadırlar, kültür ortamının bir anda değişmesini istemezler. Kenan Bey zengin bir kadınla evlenerek servetine servet katmıştır, bu yüzden bütün zamanını bu tür ortamlarda bulunup ediplerin sohbetini dinlemeye ayırabilmektedir, vatanın parlak günlerine kavuşabilmesi için diğerleri gibi akıl yürütmektedir ve düşünürlere maddi yardımlarda bulunmaktadır. Evinde ağırladığı da çoktur, yine bir davet gününde Fransız şair, ihtilalci Edmond Perier’nin kendi ülkesindeki ihtilaller üzerine konuşmalarını dinler, çağırdığı diğer sanatçılar eylem planlarıyla ilgili konuşurlar, bir ara Namık Kemal ve Ziya talebe ayaklanmasının mühim olduğundan, aydın gençleri örgütlemenin öneminden bahsederek ılımlı Şinasi’yi kendi saflarına tamamen çekmeye çalışırlar. O sırada Perier’nin aklı Kenan Bey’in sevdiği Fransız mürebbiyededir, bir süre sonra ikisi arazi olurlar, Ali Paşa’nın en aydın gençleri tutturup tevkif ve sürgün edeceği söylentileri ayyuka çıkar, kısacası ikili ilişkilerle siyasi gelişmeler iç içe geçmiştir, bir yanda tarih dersi verilirken diğer yanda mercimekler fırına verilir. Bu gönül ilişkileri dönemin olaylarını aydınlatmak için kullanılır bazen, Kenan âşık olduğu mürebbiyeyi bulmak için Paris’e gitmeye karar verdiğinde pek çok münevver çoktan oraya gitmiştir bile, Kenan bir yandan mürebbiyeyi bulamazken Paris’teki tayfaya katılır, Mısır ve Londra’dakilerle haberleşir, Mustafa Fazıl Paşa’nın koruduğu gençlerle irtibat halinde kalır. Sultan Murad’ın tahta çıkışı hazırlanmaktadır o sırada, memlekete dönen Kenan Bey değişimi büyük bir coşkuyla beklerken sultanların yazlıklarına taşınmalarını öfkeyle seyreder, köle gibi çalıştırılan insanlar için üzülür. “‘Zavallı millet uyuyor!… Sultanların ihtişamı için İstanbul’da avuç avuç saçılan altınları Anadolu’da zaptiyelerin zavallı fakir köylüleri fedakâr, uysal milleti ezerek, döverek nasıl topladıklarını bilen yok!… Çaresiz cahiller hâlâ bütün bu memleket padişahın malı, kendileri onun kulları olduğuna inanıyorlar. Çoban için sürü yaratıldığına iman ediyorlar?…’” (s. 39) Üstelik hünkârın hasta olduğuna dair haberler yayılmıştır çoktan, Abdülhamid’i başa getirme teşebbüslerinden haberdar olanlar korkuya kapılmıştır. Kenan Bey’in çektiği sıkıntı yetmezmiş gibi bir de ailesindeki saltanat yanlıları canını sıkar, kızı Nesrin’in elde etmeye çalıştığı Necmettin’i ve ailesini babasına karşı savunması Kenan Bey’i düşündürse de beyefendi fikirlerini değiştirmez, milletin sırtına binen eşrafın yerle bir olması için elinden geleni yapmaya devam eder. Lüzumsuz derecede eli açıktır bu konuda, birtakım parlak gençler olarak gördüğü ipsiz sapsızları etrafına toplar, devrimci devşirmeye çalışsa da çabalarında başarılı olamaz. Üstelik aile facialarına davetiye çıkaracaktır bu tavrı, gençlerden bazıları Nesrin’e, bazıları da Kenan Bey’in diğer kızı Nezahet’e takılırlar, iki kız da birileriyle evlenirler, boşanırlar, çocukları olur, bazı çocukları Abdülhamid destekçisi olurlar, bazıları Kenan Bey’in de ötesine geçerek saltanata düşmanlık hisseder. Necip’in karakterleri arasındaki ilişkileri kurma biçimi bugünün bakışıyla başarısızdır, Tanzimat romanlarındaki tuhaf diyaloglar, davranışlar bu anlatıda da vardır, pek girmedim oralara bu yüzden. Bir iki örnek yeterli, kızlardan biri önü açık bir yazarın metresi olduktan sonra yazar yuvasını yıkarak kızla evlenir, metinlerini aslında eski eşinin yardımı olmadan yazamayacağını fısıldayanları dinleyen kız hemen bir deneye girişir ve yazardan tek başına bir oyun yazmasını ister. Oyun Darülbedayi’de oynanır, eleştirmenler eseri yerin dibine sokarlar, adam oracıkta hayvanlık mertebesine iner. Böyle garip şeyler.

Ne olur, Abdülhamid başa geçer, istibdad milletin canına okur, aydınlar ortadan kaybolmaya bakarlarken külhani edipler gemi iyice azıya alarak Kenan Bey’in canını sıkmaya devam ederler. Savaşlar çıkar, 1908 Devrimi sırasında konaklarının basılacağından korkan Kenan Bey ve ailesi uykusuz geceler geçirir, adamları Moda’daki konağın etrafında nöbet tutarlar, sonrasında Mustafa Kemal’in yavaş yavaş parlamaya başlamasıyla umutlanırlar ve zaferin kazanılmasıyla derin bir oh çekerler. Padişah cortlasa da Kenan Bey’in ailesinden birileri hâlâ hanedandan birileriyle evlenip uzaklara gitmek istemektedir, biri gerçekten de evlenir ve ailenin memleketten kovulmasıyla birlikte o da gitmek zorunda kalır. Kalmaz ya da, hatırlamıyorum ama çatışma vardı, gitmek istemediği halde gitti veya gitmedi. Eh, bunca tantanayı Kenan Bey’in kalbi kaldırmadı, yataklara düştü ve son bir tirat atacak kadar enerjiyi saklamayı başardı: “‘Anlıyorum… Son dakikalarımdır… Öleceğim… Fakat memnunum. Gözlerim açık ve özlemle gitmiyorum… Yetmiş seneden beri beklediğim milletimin uyanışını, hakimiyetini, saadetini gördüm. Allah’a binlerce hamdolsun, rahatla ölüyorum…’” (s. 222) 29 Ekim 1923’ten hemen sonra söylüyor bunları Kenan Bey, etrafındakilere son bir ders verip ölüyor, anlatı sonlanıyor.

Romanın zayıflığı mesele değil, dönemin havasını aktarmakta oldukça başarılı, telafi ediyor eksiği yani. Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin’le ilgili tartışmalar var aralarda, hoş. Yeni edebiyata karşı eski edebiyat, yeniliğin benimsenmesi ve geleneğin sürmesi gibi ikilikler kurgudan taşmamış, yer yer didaktik bir ton ortaya çıksa da fecaat değil. İlgilisi okusun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!