Özgürlüğün güvencesi dirençli insanların varlığıdır, kişi kendi deneyiminin yerine başka birininkini koyarsa özgürlüğünü kaybeder. Deneyime göre davranmak, yanlış ya da ahmakça konuşmak hakkın yadsınmadığı bir ortamda mümkündür, ifade ve davranış özgürlüğü ortadan kalkarsa iktidar yozlaşır, yalnızca yönetenlerin iradesine bağlı kalmak zorbalığa giden yolu açar. Laski bu metni seksen yıl önce kaleme almış, son derece temel olguları anlatsa da güncelliğini koruyor ne yazık ki. Solnit de yüz yıldan fazla bir süre önce kaleme alınan feminizme dair metinlerin güncel olmasını üzüntüyle karşılar, savların geçerliliği özgürlük ve eşitlik açısından pek bir ilerleme kaydedilmediğini gösteriyor. Laski’ye göre düşünce ve toplanma özgürlükleri her koşulda, gezegen uzaylılarca işgal edildiğinde dahi yararlı ve bu özgürlükleri yok etmek özel bir çıkara hizmet eder. Özgürlüklerin sınırlanabildiği durumlarda sınırın ne olacağını ve özgürlüklerin hangi koşullarda en etkili biçimde kullanılabileceğini de ele alıyor Laski, özelden genele bir seyir. Örneğin düşünce ve ifade özgürlükleri temeldir, işçiler taleplerini özgürce dile getiremezlerse sanayi cortlar. Patronların görüş bildirmekte özgür olup işçilerin susturulduğu noktada isyan çıkar. Bunu böyle anlatıyorum, Laski de böyle anlatıyor açıkçası. Adil yasaların çıkarılması için özgürlüğün öneminden bahsediyor, örneğin demokrasiye giden yolun kanlı bir ihtilalden geçebileceğini söyleyebilmeliyiz. Kurtuluşun domateste olduğunu, engizisyonun geri getirilmesi gerektiğini söylemek istersek söylemeliyiz. Kitapları yasaklanmamalı, üfürükten bir aile koruma kanunu falan çıkarıp televizyon programlarını yayından kaldırmamalıyız mesela. Bu “aileyi koruma” kadar saçma sapan bir şey duymadım bu arada, bir programın sayısız aileyi parçalama gücü varsa yolu açık olsun o programın. Neyse, yasakların anlık bir işlevi var, uzun vadede neyi baskılıyorsa onun patlamasına yol açıyor. “İfade edilmesi yasaklanmak istenen düşüncelerin, çeşitli yollardan daha geniş çevreye yayılmasını engelleyebilecek bir sindirme tekniği bugüne kadar henüz bulunamadı.” (s. 23) Kırımdır belki, sapkın olarak damgalanan düşüncelerin ve inananların sistematik bir şekilde ortadan kaldırıldığı oldu. Düşünceyi düşünceyle tartmak aslında doğal bir eleme yöntemi, üstelik kimse öldürülmüyor. Raoul Vaneigem de Dokunulmaz Olan Hiçbir Şey Yoktur, Her Şey Söylenebilir nam metninde uçuk düşüncelerin toplumda karşılık bulup bulmamasına değiniyor, Vatikan’ı uzaya yollamak gibi bir düşüncesi olan insan eğer ikna ediciyse destekçileriyle birlikte koca binaları uzay mekiklerine parça parça yerleştirebilir. Toplumun değerleriyle ilgili ayar bozucu söylemleri olan insanların durumu alacakları tepki açısından biraz daha hassas, özgürlükleriyse baki. George Carlin’in Müslüman versiyonunu düşünüyorum ve hemen korkmaya başlıyorum mesela, Louis C.K.’in gösterilerini düşünüyorum, bir ilerleme var ama çok yavaş. Sansür hâlâ çok güçlü, mekanizma hemen işletiliyor ve bir şeyler yasaklanıyor, yasaklanacak şeylere karar veren insanlar toplumun tamamı için karar veriyorlar, böylesi bir güç birkaç insanın eline neden bırakılır? Laski’ye göre insan zekâsını denetleyebilecek bilgelikte biri yok, ayrıca müstehcen yayınlar için öne sürülen yasal ölçütler sert bir şekilde uygulansa kutsal metinlerin de kuşa çevrilmesi gerekir. Dinleri acımasızca eleştiren insanlara saygı duymayacağını ama düşünceyi yasaklamayacağını söylüyor Laski, başka bir açıdan bakınca din propagandasına maruz kalmak istemeyen insanların ellerinden alınan özgürlük çıkıyor ortaya. Bence okulda alınan din dersi kadar tırt bir ders yok, seçme hakkım olsaydı bu dersleri almazdım ama devletimiz bizi o kadar çok düşünüyor ki seçmeli dersleri bile kendi seçiyor, insan bu ilgi karşısında bilmem ne yapmalı. Ahlaksızlıkla suçlanırız mesela, suçlayanlar ahlak anlayışımızın onlarınkiyle uyuşmadığını, meselenin sadece bu olduğunu ve bunun dünyanın sonu olmadığını düşünmezler, karşı çıktıkları düşünceleri ete kemiğe bürünmüş gibi görürler ve kafamızda sopa kırabilirler. Ahlak bekçileri çok tehlikeli insanlardır, nasıl yaşanması gerektiğini dayatırlar, toplumumuzun ahlakı zortlamadıysa onların sayesindedir. Disiplin bekçileri de aynı tarifeden, şimdiye kadar öve öve bitirilemeyen disiplin gerekliliğinin, herhangi bir konuda alınan sıkı önlemlerin hiçbir halta yaradığını görmedim, okullardan bahsediyorum. Yasakları makul fikirlerden ve davranışlardan ayıran mantıklı bir mekanizma yok, eskimiş fikirleri korumak için uydurulan yasakların daha iyi sömürmekten başka bir işe yaradığını da görmedim, Laski’nin yasaklara dair bir düşüncesi bu bağlamda eleştirilebilir hatta. Kamusal yarar yoksa kimseye acı çektirmemesi gerektiğini söylüyor. Birinin sürekli patronunu soyduğunu söylemek eğer bir fayda sağlamıyorsa hatalıdır, o biri belediye başkanlığına adaylığını koyduysa hatalı değildir. Su götürür bir açıklama, tartışılır.
İkinci bölümde ifade özgürlüğünün kamu düzeniyle ilişkisine yer veriliyor, devletin ifade özgürlüğünü kısıtlamasına dair uzunca bir eleştiri var. Laski’ye göre devlet herhangi bir yazılı belge yüzünden yıkılmanın eşiğine geliyorsa zaten çürümüş bir şeyler var, değişim zamanında başlamamış, yıkılsın gitsin. “Kara ve deniz kuvvetlerinde, ordu mensuplarını sadakatsizliğe kışkırtan tahrikçilerin söyledikleriyle isyan çıkmaz; isyan, taleplerinde dile getirdikleri şikâyetleri giderilmeyen askerler ve denizciler ayaklanmaya karar verdiklerinde çıkar.” (s. 35) Halk eğer haksızlığa uğradığını düşünüyorsa ve bu haksızlık çok uzun bir süredir varsa ayaklanır, şiddete başvurur, bir şeylerin düzelmesi için ekstrem işlere girişebilir. Devlete yönelik eleştirilere tanınan alanın genişliği ölçüsünde güçlüdür devlet, muhalif sesi kısmaya çalışıyorsa tırttır. Bunun yanında kendini korumalıdır elbet, Laski’nin tartışılır bir görüşü daha. Kargaşa çıkaracak bir konuşmanın kargaşa çıkarıcılığı, toplumsal barışı bozma kastı kanıtlanabiliyorsa gösteri daha yapılmadan yasaklanmalıdır Laski’ye göre, yani bunun bir sınırının olacağını sanmam. Yoruma o kadar açık ki en ufak bir gösteri bile bu gerekçeyle yasaklanabilir veya saldırıya uğrayabilir, çok muğlak bir yorum Laski’ninki. Mesela Trafalgar’da kışkırtıcı bir konuşma yapan kişi yasal kovuşturmaya maruz kalmalı ama aynı konuşma Edinburgh’da yapılsa buna gerek yok, kalabalık ta oradan Londra’ya yürüyemez çünkü. Sorunun aradaki mesafe olmadığı çok açık, devletin bütünlüğü bir adamın konuşmasıyla bozulacaksa bozulmalıdır zaten, halkın gücüyle bütünleşmemiş bir devletin yıkılması sıradan bir olay. Laski kriz anlarında yürütme gücünün makul davranmayacağını söyleyerek kendini haksız çıkarıyor bir noktada, kafalar karışık. Savaş ve barışta düşünce özgürlüğüne geldiğimizde Laski yine her koşulda düşünce özgürlüğünü savunuyor, savaşın çıkmaması için elinden geleni yapan insanların gevşek, korkak olmadığı malum, eylem özgürlüğünü istediği gibi kullanabilir insanlar. Savaşın bitmesi gerektiğine dair de eylem yapılabilir, sürdürülmesi için yapılır, ne bileyim, savaş sürerken askerler greve gidebilir, bütün bunların gösterdiği mevzu bazı insanlar mutluyken bazılarının mutsuz olabileceği ve bu mutsuzluğun çok önemli bir görev tamamlanırken dahi patlayıp kitlesel bir eyleme dönüşebileceği. İnsanlar mutsuzsa bu mutsuzluklarını her zaman ve her yerde gösterme özgürlüğüne sahip olmalıdır, ülkemizde görülen protestoların gösterdiği şey insanların bir şeyleri değiştirmek istemeleridir, iktidarın yansıttığı gibi toplumbozanlık değil. Küçük çaplı eylemlerden örnek veriyor Laski, yaratılan “stereotip” Almanya savaşın tek suçlusu olarak görüldüğü için çok ağır bir anlaşmaya mahkum edildi ve yirmi yıl sonra büyük bir savaş daha çıktı bu yüzden, daha makul bir anlaşma belki masa başında çözülebilecek gerginliklerden ötesine yol açmayacaktı.
Sendikalar ve grevler de önemlidir tabii, işçilerin hakları verilmelidir ve sendikalaşma arttığı için işten çıkarmalar gerçekleşmemelidir. İki taraf için de daha uzun ve barışçıl bir çözüm sunar bu. Laski dile getirmese de gönlünden bir anlığına patronları alaşağı etmenin geçtiğine eminim.
Eh, düşünce özgürlüğüne giriş kitabı denebilir buna.
Cevap yaz