Bernhard Schlink – Merdivendeki Kadın

Kayıp tablo bir anda ortaya çıkar, anlatıcı tabloyu görür görmez yıllar öncesinin tuhaf günlerine döner. O dönmeden tabloyla ilgili bilgi: Ressam Karl Schwind’in meşhur olmadan önce yaptıklarından biri. Sanat camiasının izini yana yakıla aradığı resimde kadın merdivenden iniyor, sağ ayağıyla alt basamağa adım atarken sol ayağı bir sonraki adıma hazır, kadın çırılçıplak. Anlatıcı o kadını tanıyor, nerede olduğunu bulmak için küratörü arayıp resmi galeriye kimin kiraladığını soruyor, cevap alamayınca dedektif tutup çözecek mevzuyu. Adına “Avukat” diyelim, ortağı olduğu avukatlık bürosunun şirket birleşmeleri ayağıyla ilgileniyor, uzmanlığı bu. Sydney’de gördüğü tablodaki kadını bulmak için Almanya’ya dönüşünü erteleyecek, kapanması gereken bir kalp yarası var. Epizotlar hızlı geçiş demek, zamanda ileri geri gitmek serbest. Birkaç yıl önce Avukat’ın ofisine gelen Karl Schwind resmin yeni sahibi Peter Gundlach’la aralarındaki anlaşmazlığı, işte, Karl resim yapmış, Peter resmi satın almış ve resmin fotoğrafını çekme izni vermiyormuş, davalık olmuşlar. Merdivendeki kadın Peter’in eşi Irene Gundlach, gizem yavaş yavaş ortaya çıkarken iki adam arasındaki anlaşmazlığın kolay kolay çözülemeyeceğini anlıyoruz, Karl’la Irene sevgili olmuşlar çünkü. Tablo hasar gördüğü için eserini tamir etmek istiyor Karl, ona da izin yok. Telefonlar, anlaşmalar, Karl nihayet Peter’ın evine gidebiliyor ama başka bir hasar görüyor bu kez, deliriyor. İki gün boyunca çalışıyor Karl, üçüncü gün bakıyor ki tablonun başka bir yerinde asit lekesi var, Karl’ın bütün ricalarına rağmen tabloyu satmaya yanaşmıyor Peter, intikam. Çok zengin bir adam Peter, gösterişi seviyor, o zamanlar henüz ünlenmemiş Karl eserlerinin bir gün New York’ta sergileneceğini bilse de durumu pek iyi değil. Çatışma çok boyutlu, adamlar her seferinde birbirlerine girmemek için zor tutuyorlar kendilerini. Karl altı aydır tek bir resim bile yapamamış üstelik, Irene’nin resmini almak bu yüzden çok önemli. Bu karmaşaya dahil olmak için Avukat’ın Irene’e âşık olması gerekli, oluyor. Ofisine gelen Irene’e daha önce hiç âşık olmadığını söylüyor Karl, Irene’nin cevabını alıntılayayım: “‘Belki de genç olmak için yaşlanmanız gerekiyordur. Bir kadında her şeyi bulmak, her şeyi -kaybettiğiniz annenizi, özlemini duyduğunuz kız kardeşinizi, hayalini kurduğunuz kızınızı- yeniden bulmak için’ dedi gülümseyerek. ‘Bunların hepsi oluruz, yeter ki biri bizi gerçekten sevsin.’” (s. 28) Annesini dört yaşındayken kaybetmiş Avukat, kadın sarhoşken kullandığı arabasını ağaca çarpıp ölmüş, ninesiyle dedesi böyle söylüyorlar ama kadından hiçbir zaman alkol kokusu almadığını söylüyor Avukat, annesinin acısından ötürü kendisini bırakıp giden babasının yokluğunu pek hissetmiyor. Aslında pek bir şey hissetmiyor, hiçbir yakınlık görmediği için duygusal zekâsı pek gelişmemiş. Nineyle dede her imkanı sağlamışlar torunlarına, piyano kursundan çıkıp başka bir şeye giden Avukat en sonunda hukuk okumuş, hakimliğe meylettiyse de işler istediği gibi gitmeyince avukat olmuş, aslında Irene’yle karşılaşana kadar nelerden mahrum kaldığını bilmiyordu. Bilmese daha iyi olurdu belki, yaşamı tepetaklak olacak yakında. Bir kadını tanıyıp onunla zaman geçirdikten sonra âşık olacağını düşünmüş o zamana dek, kadın da âşık olursa mutlu mesut yaşarlarmış, çocukları olurmuş, klişe yani. Bu düşündüklerini eşiyle yaşamış Avukat, çalıştığı büroya stajyer olarak gelen eşiyle evlenmiş, çocuklarıyla mutlu zamanlar, diyemeyeceğim, Avukat hiçbir zaman yakınlık göstermemiş çocuklarına, on dört yaşına geldikleri zaman İngiltere’de yatılı okula giden çocuklar eğitimlerini orada sürdürmüşler, oraya yerleşmişler, oralı olmuşlar artık. Avukat’ın eşi de on yıl önce annesiyle aynı biçimde ölmüş, gündüz vakti alkollüyken kaza yapmış. Büyük bir gizem bu Avukat için, eşinin nereye giderken kaza yaptığını, alkolle arası olmayan kadının neden sarhoş sarhoş direksiyon başına geçtiğini bilmiyor, aslında çocukluktan itibaren aradığı cevapları bulabilmiş olsaydı Irene’ye hiç bulaşmayacaktı. Bu kez işin peşini bırakmayacak ve kendine zaman tanıyacak, Avustralya’da dolanıp ne yapacağına karar verirken kurmacayla tarih arasındaki ilişkiyi irdeledikten sonra tarihin kurmacadan daha önemli olduğunu anlıyor ve kişisel tarihini aydınlatmak için elinden gelen her şeyi yapmaya karar veriyor, işi gücü önemli değil.

İleri atladık, geri gidiyoruz. Karl bir sözleşme hazırlamasını ister Avukat’tan, Irene’ye karşılık resim. Paul kabul ederse bütün saçmalığına rağmen adil bir anlaşma. “‘Bana sıra dışılıktan bahsetmeyin. İki adam bir karmaşanın içindeler ve bir şeyi yoluna koymaya çalışıyorlar. Bunu başarıp başaramamaları bir kadına bağlı. Çok tanıdık, eski bir hikâye bu.’” (s. 43) Avukat kendi düzenine, kişiliğine resti çeker ve oyuna girmeye karar verir, Irene’yle konuşurken kusursuz bir plan yaparlar. Takas için belirlenen noktaya gelen Paul’un arabasına binecektir Avukat, anahtarlar Irene’den. Gaza bastığı gibi uzaklaşacak, Irene’yi de alıp birlikte Brezilya’ya veya Şili’ye veya ABD’ye kaçacaklar, bir süre orada burada çalışıp yaşamlarını sürdürecekler, Avukat o sırada hukuksal meseleleri halledip kariyerini devam ettirecek. Bu planın ilk kısmı Irene’nin, ikincisi Avukat’ın tabii, bunca hayal onun eseri. Irene’de bunların bir karşılığı yok, adamı kullandığı besbelli. Nitekim resimle birlikte kayboluyor ortadan, Avukat’ın kalbini kırıyor. Yıllar sonra yüzleşmeye karar veriyor Avukat, elde ettiği bilgiler kuş uçmaz bir yerdeki inziva evini gösteriyor. Aradan yirmi yıl geçmiş, Irene yaşlanmış ama hâlâ çok güzel, Avukat’ın kalbi hop ediyor tabii. Diğer iki adamın ortaya çıkması beklenemez, anlatının kaldıracağı absürtlük seviyesi müsaade ediyor buna. Avukat’ın renksiz, katı gerçekliğiyle Irene’nin olağanüstü hayatının oluşturduğu kontrast makul. İki adamın çekişmeleri onca yıldan sonra sürüyor, Irene’nin onları çağırmasının sebebi gösteriyi sürdürme isteği. Son bir şov, adamlar kalmak için bir sebep bulamayıp gittiklerinde pankreas kanseri olduğunu söylüyor Irene, böylece anlatının üçüncü bölümü başlıyor. İlk iki bölümde geçmişle şimdinin arasındaki yirmi yıllık yaşantıyı gördük, Irene’nin aslında Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden önce ajanlık yaptığını, sonrasında kaçmak zorunda kaldığını öğrendik, ölümüne kadarki süreçte neler yaşanacağını görebiliriz. Avukat âşık olduğu kadının altını temizliyor, kadına yemek yediriyor, yirmi yıl önce söylenmiş sözlerin gerçekleşmesi bu. Kadın anne, çocuk ve sevgili. Tek bir kez sevişiyorlar, Irene’nin mecali yok. Avukat’a karşı kuvvetli duyguları da yok, yaşamının son günlerinde bir yoldaşa ihtiyacı var sadece. Yine de yeterince yakınlaşıyorlar işte, Avukat kurmacayla gerçeklik/tarih arasındaki ilişkiyi ikincisinin lehine bozsa da o son günlerin acısıyla hikâyeyi sürdürüyor, Irene eğer o gün kaçmasaydı neler yapacaklarını sorunca ABD’de geçen bir serüveni anlatmaya başlıyor Avukat, ülkeyi boydan boya geçerlerken tanıştıkları insanlar, uğradıkları şehirler, rengârenk yaşamları o kasvetli günlerin sıkıntısını dağıtıyor. Avukat yeterince büyüdüğünü anlıyor, aşktan başka pek çok duyguyu, başta da acıyı hissettiği için duygusal gelişimini çok geç de olsa tamamlıyor. Kendi yarım, yaşamına daha fazla katlanamayacağını anlayan Irene kendini denize bırakınca yapacak hiçbir şeyi kalmıyor Avukat’ın, yasını Almanya’ya sürüklüyor ve çok hızlı bir şekilde bitiyor anlatı, gereğinden fazla hızlı.

Goodreads’ten bir yorum: “Meh. Affairs and penis feels. Pass.” Komik, kabaca doğru da. Hikâye başlarda ilginç, Avukat’ın ön plana çıkmasıyla sıradanlaşıyor. Anlatımın da pek bir numarası yok. Denk gelirseniz okuyun diyeceğim ama görmezden de gelebilirsiniz açıkçası.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!