Füruzan – İşte Bizim Rumeli

1990’ların başında Rumeli’yi dolanır Füruzan, Balkan insanının geçmişe, barışa duyduğu özlemine dair söylediklerini röportajlarıyla kayıt altına alır, dehşeti yerinde izler, tarihteki dönüm noktalarına değinerek Bulgarların, Sırpların, Yunanların, Arnavutların, Bosnalıların ahvalini anlatır. Otyam gibi hikâyeleştirmez gördüklerini, neyse onu aktarır, gerçekliği ham haliyle verir. Plan önce: Osmanlılar “millet” dedikleri gayrimüslim Balkan halklarının yaşama alışkanlıklarına dokunmamış, merkezî otorite her şeyin asırlarca yolunda gitmesini sağlamış, türküler ve masallarda sabit. 19. yüzyılda isyanlarla kazanılan bağımsızlığın ardından II. Dünya Savaşı, partizanların mücadelesiyle tepelenen Naziler ve Tito dönemi, kırk yıllık barış. Kimi çok otoriter buluyor sosyalist Yugoslavya’yı, demokrasinin daha iyi olacağını iddia ediyor ama faşizan dalga yükseliyor o sıra, gençlere sirayet ediyor, Hitler’in politikalarını savunan dahi var. Tito’nun birleştirici yönetiminde huzur içinde yaşanmış, özellikle öğretmenlerin söyledikleri dikkate değer: kadınlar güven içinde yürüyorlar sokaklarda, ekonomi çok parlak değil ama temel ihtiyaçlar rahatlıkla karşılanıyor, işsizlik çok düşük, tiyatrolar dolup taşıyor. Parti üyelerinin dinlerini öne çıkarmaları yasak ama halkın vecibelerini yerine getirmesinde hiçbir engel yok, inanç özgürlüğünden bahsediyor insanlar, kimse kimsenin dinini uyruğunu sorgulamazmış. “‘Bu kargaşalar 4-5 yıldır, yanılmıyorsam, Kosova’da başladı. Kosova cumhuriyet kurmak istedi. Çünkü, özerk bölgedir. Sırplar buna karşı geldiler. Ve o zamandan beri, Sırplar ile Arnavutlar arasında, milli bir tartışma oldu ve devam ediyor. Bunun suçlusunu serbestçe diyebilirim. Slobodan Miloseviç’tir. Yugoslavya’nın parçalanmasının sebebi budur. Bosna’daki savaşın sebebi, bütün bu feci olayların suçlusu Slobodan Miloseviç’tir.’” (s. 16) Türk nüfus zaten 1950’lerden itibaren yavaş yavaş Türkiye’ye göçmeye başladığı için o bölgedeki Türkler azınlıkta kalmışlar, Üsküp’ten bahsediliyor bu arada, kalanlar yaşananları görünce korkmuşlar ve görünen o ki genç kesim milliyetçiliğe sığınmış. “”45’te yeni bir rejim kuruluyor, ülkede. Sosyalist toplum, kamulaştırma. Türklerin zenginleriyle, yalnız Türkler değil, Makdenonun, Arnavutun zengini, toprağı fazla olanlar, hoşlanmadı bu işten. İşte bu kamulaştırma davasından, bu süreci anlayamadıklarından, biz Türk olduğumuzdan elimizden alıyorlar bunları, diye düşündüler. O yıllarda kitle halinde bir göç başladı. ’50’de, ’51’de… Aslında sınırı 1912’den almalı. Osmanlının çekilişi ile Türklerin fakirleşme dönemi de başlıyor. Şimdi bulunduğumuz yerde de aşırı dincilikle, aşırı milliyetçilik çıktı, karşımıza. Azınlıklar yapsın, extrem uç şeyler, diye, böylece daha kolay kovulurlar, diye bırakıyorlar. Dinin ve şovenizmin her çeşidi bizi burdan çabuk sürer…’” (s. 33) Din okulu çıkışlılar komünizme karşılar ama İran tipi Müslümanlığı da benimsemiyorlar, halk içinde küçük bir bölüm siyasal İslam’ı desteklese de Müslüman cemaate mal olmamış bu. Nedir, Müslüman bir genç gidip Sırp bir kızla evlenir, Türklüğünü ve Müslümanlığını kaybeder, buna karşılar. Özal’la Türkeş’in politikalarını beğeniyorlar o sıra, Özal’ın Balkan gezisini hayırla anıyorlar, bir de Zaman gidiyormuş oraya da hep onu okuyorlarmış. Daha çok gençlerin milliyetçi oldukları söylenebilir, işsizlik yüzünden radikalleşen gençler düşmanları tepelemekten bahsediyorlar, bir de doğayı mahveden altın madenlerinde iş olursa -madenlerin sahiplerinin malum olmasına rağmen- hemen çalışmaya başlayacaklarını söylüyorlar, yoksa diğerleri gibi Batı’ya göçüp para kazanacaklar. Aymazlığa, çelişkiye hayret ediyor Füruzan, gençlerin yaşlılara bakışına da hayret ediyor zira Tito döneminin söylendiği kadar kötü olmadığını gösteren çok kanıt var. O zaman bilen yokmuş kim Boşnak, Sırp, Müslüman, Saraybosna’da birlikte oturup birlikte kalkmışlardır, düğünlerde cenazelerde sıklıkla bir araya gelmişlerdir. O zamanlar da ayrıdır ama Füruzan’ın dikkatini çeken bir diğer durum nehirlerin bir yakasında Hıristiyan, diğer yakasında Müslüman mahallelerinin sıralanması. Tam bir ayrım, bunun yanında meclise yansıyan gerilimin siyasete de ket vurması, iç savaş ve soykırım tehlikesinin bir türlü engellenememesi. Zamanında Türkçe eğitim görmüş insanlar, sonradan değişmiş, ufukta görünenin korkusu baskın. Füruzan’ın Bulgaristan gezisinde özellikle öne çıkıyor bu durum, Jivkov’un politikalarını akıl alır gibi değil, Türklere sözlükten Bulgar isimleri bulmuşlar da Türk isimlerini değiştirtmişler, aksi halde ne memur olabileceklerini ne de işlerini güçlerini sürdürebileceklerini söylemişler. Yunanistan’da Türklerin meclisteki temsiliyetleri oldukça sorunlu, kendini Türk olarak gördüğünü söyleyenler hapis cezası almışlar bir dönem. Füruzan’ın gezisi boyunca aracının arkasında sivil polisler dolanıyor, kontrol ediyorlar kimlerle görüştüğünü. Son bölümlerde yer alıyor bunlar, Makedonya’dan, Yugoslavya’dan çıkmak zor başta. Eğitimdi mevzu, Tito döneminde parasız, herkes yeteneği ölçüsünde ilerleyebiliyor, demokrasiyle birlikte paralı eğitime geçildiği için sadece zenginlerin okuyabileceği bir sisteme karşı tepkili öğretmenler. Halka da tepkililer biraz, bütün geleceğini komünizme bağlayan kim varsa şak diye Türklüğe sarılmışlar, o birlik ânında yok olmuş. Şöyle bir şey de var, kimi Tito zamanından da önce Sırpların hazırlık yaptıklarını belirtiyor, Sırbistan Krallığı’nı parlak bir hayalden öteye geçirip canlandırmak için çalışıyorlar derinden, sanayinin de Sırpların bölgesinde kurulması ellerini yükseltiyor. Silahlar, ağır makineler Sırpların kontrolünde denebilir, Tito her ne kadar birliği olabildiğince koruduysa da -Miloseviç için, “Bu genci ülkenin geleceği namına siyasetten uzak tutunuz,” demiş- yerleşimdir, ticarettir, pek dengeli bir dağılım sağlayamamış gibi görünüyor. Zorunlu birliktelikler de var, daha 20. yüzyılın başında Hırvatlarla Sırplar, Slovenler birleştirilmiş, gönülsüzlükleri onlarca yıl sonra ortaya çıkıyor katliamla. Bahsi alıntıyla kapıyorum: “‘Birleşik Yugoslavya’da eğitime çok para akıtmışlardır. Çok önem vermişlerdir. Köylere gitseniz orada da güzel okullar var, Slovenya’da da, Hırvatistan’da da falan… Spora da para çok akıtılmıştır. Bu kadar çok eğitimle, sonuçta bu kadar nasıl hayvanlaştık, bu kadar nasıl kafasız olduk, bilmiyorum. Ama ben yine de bu eğitim sonunda Yugoslavya’yı kurtaracaktır, diyorum.’” (s. 49)

Elli yılın birikiminin iki sene içinde suya düştüğünü, iki seneninse elli yıl gibi geldiğini söylüyor makine yüksek mühendisi Cengiz Tahir, Almanların oradan nasıl kovulduğunu hatırlayacak kadar görmüş. Partizanlar yoksul bir Hırvat gencin liderliğinde -Tito- şutluyor Almanları, 1945’te yeni hükümet kuruluyor, ilk iş okulların açılması. Dağlık yerlerdeki halk hayvancılıkla uğraşıyor, kolektife katılmaya uygun değiller, uygulamada pek çok sorun çıkınca Tito Rus sistemiyle ilişkiyi kesip Yugoslav sosyalizmini getiriyor, ülkesi “Balkanların Amerika’sı” diye anılmaya başlıyor. Starova’nın Keçiler Dönemi nam romanı ne güzel anlatır tam da bu dönemi, dağlardan getirilen köylüler hayvanlarıyla kenti beyaza boyarlar, Parti yöneticileri onca hayvanla ne yapacaklarını bilemezler, kriz bir türlü çözülemeyince tepeden gelen radikal emirlerle çatışma büyür gider. Din pek görünür değildir romanda, pratiği şudur: “‘Benim felsefem Yugoslavya’nın bölünmemesinden yana. Yalnız bir şeyden yoksun kalırdık. Dinden. Tito, dini hükümetten ayırmıştı. Demişti ki herkesin dini kendinedir. Ama şimdi demokrasi başladı, dine de çok fazla öncüllük verdiler. O zamanlar televizyondan işitemezdin Ramazan’ı, Paskalya’yı filan tebrik etsinler. Ben komünist bir devirde öğretmen olmuş bir adamım. Her bayram camiye giderdim. Kimse bana neden camiye gidersin diye sormadı.’” (s. 82) Dinden yoksul kaldıkları söylenemez aslında, seküler devlet anlayışı neyse o uygulanmış röportajlardan anlaşıldığı kadarıyla.

Hırvatistan gezisi, savaş bölgelerinin hali, Füruzan’ın kaleminin titrediği bir bu bölüm vardır. Kadınlar hikâyelerini anlatamazlar, anlatanlar doğurduğu bebekleri öldüren kadınlardan bahsederler, suskunluk ağır basar. Yakın tarihin çok iyi bir panoramasını sunmuş Füruzan, okunulası.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!