Antonio Tabucchi – Hint Gece Müziği

Isabel miydi o, Isabel İçin Bir Mandala‘daki Isabel bir gece Hindistan’da var oldu bu anlatıda, aynı Isabel’se. Aslında ölümüyle birlikte yok olduğu da kesin değildi zira Tadeus arayıp duruyordu gençliğinde tanıdığı kadını, arayışı sürdüğünce canlı kılıyordu, canlıyı bilinen dünyanın sınırları içinde bulamayınca eşiği aşıp başka bir var oluş düzleminde kendi de yitiyordu ama yaşamın tek bir yüzünü bildiğinden şaşkınlığa düşüyordu: Batı’nın gerçeklik paradigmasının iflas ettiği topraklarda inançların kapısı aralık, gerçekliğin de bir tür inanca dönüştüğünü anlamalı. Romanın sunduğu anlamı bu novellada buluyoruz, anlatıcı eski dostlarından biri olan Xavier’i arıyor, Hindistan’ın derinliklerinde kaybolmadan bulmayı da umuyor ama insanların kolaylıkla kaybolmak için gittiği ülkede psikolojik evrim o kadar hızlı ki arayışının nereye vardığını ayrımsaması zor, görüştüğü insanlarla bulunduğu mekânların gerçeklikten kopukluğu giderek artarken kendini aramaya başladığını da fark etmiyor, böyle bir klişeye başvurmuyor Tabucchi. Benliğin akışkanlığı mı mesele, diyelim o aşamaya varıyor anlatıcı, konuştuğu rahibe Pessoa’dan bahsetmesi hoş takla, rahibin pek az bildiğini söylediği Pessoa’dan birkaç dize söyleyip kapıyı kapaması daha hoş takla. Sürprizlerle karşılaşacağız sıklıkla, metne düşürülen isimlerin arayışla bağları hikâyeyi genişletecek. Uykusuzluktan doğan metin, Tabucchi not bırakmış okuruna, hem uykusuzluk hem yolculuk, uykusuzluk metnin yazarına ve yolculuk seyahat eden kişiye ait. Kahramanın geçtiği yerlerden geçmiş Tabucchi, yerlerin dizinini de vermiş, birbiriyle ilgisi olmayan yerlerin sevdalısı yolcular için. Rehber olarak kullanılabilir belki, sonuçta bir kitabın peşinden giden karakterlerin yer aldığı metinleri biliyoruz, o metinlerdeki karakterlere dönüşmek için iyi bir başlangıç olabilir ya da herkes kendi yolculuğunun duraklarını rastgelelikle belirleyebilir. Oksimoron mu, su götürür. Takside açılıyor sahne, anlatıcının yanında India, a travel survival kit var, bir kitabın Hindistan’ın görünen yüzüne dair anlattıkları arayışta ne işe yarayacaksa. Şoför çok hızlı gidiyor, korna çalıyor sürekli, yanlış yönde gidiyor çünkü anlatıcının söylediği otel çok dandikmiş, daha iyi bir yere götürecekmiş kendisi, X hemen atlıyor taksiden ve doğru yöne giden motorlu bisiklete atlıyor. Adı “X” olsun bundan sonra, aradığına dönüşmeye başlamasının sembolü? Mahalle gerçekten berbat bu arada, şoför doğru söylemiş olabilir. Çul çaput, barakalar, arkada Khajuraho Oteli uzanıyor, ilk durak. Yemekler, salonda bekleyenler, her şey tekinsizlik uyandırıyor anlatıcıda, sıralamak zahmet olacak, yabancılamanın adım adım ilerlediğini belirtmek yeter. Vimala Sar isimli kızı arar X, daha güzel kızları değil de onu ister, nihayet bulup konuştuğunda Xavier’in Goa’dan geldiğini, Goalı adamlarla iş yaptığını öğrenir, öğrenemediğimiz çoğu şey gibi adamlarla ilgili de bir şey öğrenemeyiz, sadece Xavier’in bir dernekten gelen mektupları deli gibi okuduğunu öğreniriz, bir de Xavier’in durmadan bir şeyler yazıp sonra hepsini yaktığını. Hastadır, kaderi kötüdür ve tabiatı öyledir, bu duraktan bu kadarını alıp yoluna devam eder X, Theosophical Society’den önceki durak hastane. Modiano’nun metinlerinde olduğumuzu farz edebiliriz, iki dünya birbirine çok yakındır, biraz kurcaladığımda iki yazarın metinlerini kıyaslayan makalelere rastlamıştım. Neyse, Batı formasyonuna sahip bir doktorla, Ganeş’le karşılaşır X, hastane kayıtlarına bakmak istediğinde yediği en sert paparalardan birini yer: “Aniden yüz ifadesi sertleşti, gerildi. Bana neredeyse küçümser gibi sert sert baktı. ‘Burası Bombay Hastanesi’ dedi kabaca, ‘Avrupalı standartlarınızı bir yana bırakın, burası için burnu büyük bir lüks.’” (s. 21) Öyle bir yerde iyi bir belleğe sahip olmak iyi değildir, Ganeş zamanında büyük bir zihinsel buhran atlatmıştır da acılara karşı, hatta yaşama karşı duyarsızlaşmıştır artık, vizitede kendisine eşlik eden X’e sefaleti tanıtır. Tek taraflı bir süreç değil, X de Xavier’in simültane çeviri yaptığını, öyküler yazdığını söyler, bir anlamda hatırlar. Ne tür öyküler, Ganeş merak eder. “‘Eh işte’ dedim, ‘nasıl açıklayacağımı bilemiyorum gerçekten, diyebiliriz ki, başarılamayan işlerden, hatalardan söz ediyorlardı, örneğin bir tanesi hayatını bir yolculuk düşleyerek geçiren ve bir gün bu yolculuğu yapma fırsatı eline geçtiğinde, artık o yolculuğu yapmak istemediğini fark eden bir adamın öyküsüydü.’” (s. 25) Yaz sıcağı, vantilatörler çalışmıyor çünkü nükleer reaktörün ürettiği bütün elektrik fabrikalara ve lüks otellere gidiyor. Bu faslı son bir alıntıyla kapayıp daha müphem alanlara marş: “‘Hindistan için anlamsız bir uzmanlık dalı. Ben kardiyoloğum, ama burda kimse kalp hastası değildir, sadece sizler Avrupa’da enfarktüsten ölürsünüz.’” (s. 28) Oradaysa frengiden, veremden, cüzzamdan, tifodan ölüyor insanlar, önü alınabilecek hastalıklardan. Ganeş önce bulursa söylesin mi Xavier’e arandığını, hayır, söylemesin.

Tac Mahal Otel, hedefe daha yakın, aşağıda sefalet sokaklarda gezinirken yukarıda arıtma suyunu içebilen insanlar kalıyor. Anılar orada görünür oluyor bir, rahatlığın etkisiyle mi, Isabel’le Xavier gülüyorlar, elde şarap şişesi, Magda güzel, kilisenin gölgesi serin, duvarda bu görüntü biçimlenince hemen kurtuluyor ondan X, sokağa çıkıp bir Jainist’le sohbet etmeye başlıyor. Yaşamı sona erecek kısa süre sonra, bedenini nereye taşıyacağını, bedenin ne olduğunu merak ediyor Jainist, verdiği cevaplara bakarsak X öğrenmiş varlığın aynı formda uzun süre kalmayacağını, başka biçimlerde karşılaşabilirler ama o anlık veda ediyorlar bedenlerinin diliyle. Dokuza yakın durak var, hangisinde ne yaşandığı değil de yaşananların uç uca eklenirken ortaya çıkardığı çatışmaları görmeli. Beyaz tunikli adamın Hesse’den bahsetmesi, Schlegel’in Hintlilerin Dili ve Bilgeliği Üstüne‘sinden, X’i sinirlendiren şey Batı’yı Batılıdan daha iyi bilen Doğulular mı? İtalyan liköründen bahseder X, söyleyecek başka bir şey bulamaz, küstahlığının çaresizlikten doğduğunu bilip utanır. Swedenborg var sırada, en son Pessoa ve Gnostisizm. Bilmek kapıları açacaktır ama bilginin niteliği nedir, bilmenin niteliği, dünyaların tokuşmasından yeni bir anlam doğmayacaktır da sezgileri güçlenecektir X’in, bulmaya biraz daha yaklaştığını hissedecektir. Vedalaşırken tunikli adamın söylediği: “‘Kör bilim boş toprakları sürer, çılgın inanç kendi tapınağının düşünde yaşar, yeni bir tanrı yalnızca bir sözcüktür. İnanma da, arama da: her şey saklıdır.’” (s. 58) Kapı arkasından kapanırken Pessoa’nın şiirini hatırlar X.

Goa’ya yolculuk, kenarda bekleyen deforme biçim maymun değil, insan, kâhin, çileci. Alnını yaklaştırır X, çileci parmağını uzatır. Atma yoktur, maya vardır sadece, X bedenden ibarettir, ruhu başka yerdedir. Bir kayığın içinde, bir ışığın önünde sürükleniş. Başka bir durak, önündeki adamın haykırışlarını sakinlikle karşılar, aslında Xavier diye biri yoktur, herkes ölüdür, bütün şehir ölüdür, X’in iddia ettiği gibi her zaman geride kalan bir şey yoktur. Her yaşam bir kitaba dönüşmek için yaşanmaz, anıların iz bırakacağı hiçbir uzam bulunmaz. Başka durak, Xavier isim değiştirmiştir, anlar X, o isim üzerinden sürdürür arayışını ve gideceği son durağı bulur nihayet. Yolda tanıştığı Christine’le birlikte otururlar masaya, bir roman yazdığını söyler, eski arşivleri karıştırdığını, zamanın silip süpürdüğü şeyleri aradığını. Romanını anlatamayacak çünkü doğru dürüst bir öyküsü bile yok, parçalardan ibaret, zaten varsayıyor yazdığını. Bu tam da Isabel İçin Bir Mandala değil mi, yazarının ölümünden sonra yayımlanan o tuhaf romanın, o işte. X’in aradığı peki, köşedeki masada oturuyor Isabel’le birlikte, kadına bakıyor, aslında kadına bakan X. Dönüşüm gerçekleşmiştir.

Dört dörtlük. Dağa taşa Tabucchi okutmalı.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!