Instagram’da Cenk Taner’in konseri var şimdi, “Rüzgârlı Deniz Kıyısı” eşliğinde başladım, “Her Şey Sermaye İçin Sevgilim” çalıyor şimdi, şarabım da var, bence bu gece çok güzel. Bunun yanında grafikler, haritalar, ağaçlar bize edebiyat namına ne verir? Grafiklerden gireyim, Moretti bireysel tarihlerin olağanın dışına çıkma meylinden ötürü daha kolektif, ele alınan meselenin grafiğini çıkarabilen tarih anlayışına yönelerek “daha akılcı bir edebi tarih”in peşine düşüyor. Niceliksel bir araştırmanın sonucunda elde edilen bir grafik var elde, Britanya, Japonya, İtalya, İspanya ve Nijerya genelinde 1700’lü yıllardan günümüze kadar romanın okunma durumu inceleniyor. Romanın hayatın gerekliliği haline gelip gelmediğine dair çıkarımları var Moretti’nin, romanın yıllara yayılmış yükselişlerine ve alçalışlarına göre bize okurun, bir açıdan toplumun edebiyata yaklaşımını gösteriyor. Grafikte 1820 civarında başlayan üçüncü evrede okurların ele geçen her şeyi okuduklarını görüyoruz örneğin, roman içeriğine göre ayrışmaya başlıyor, denizcilik romanları, gizem romanları vs. patlıyor resmen. Türler her dönem varlığını sürdürse de öncelikler değişiyor, grafikteki kırılma noktaları Moretti’nin inceleme konusu. Toplumsal ve siyasal olayların ağırlığı malum, Japonya’da 1700’lerde ve 1800’lerdeki düşüşün sebebi Kansei ile Tempo dönemlerindeki sansür. Meiji Restorasyonu ile birlikte sansür gevşiyor, roman yazımı hızlanıyor. Fransa’da ve İtalya’da da yavaşlama görülüyor, Napolyon sağ olsun. Bu büyük engellerin dışındaki kısa zaman aralıklarında belli türlerin yükseldiği görülüyor, bazı dönemlerde gotik roman modası varken sonrasında tarihsel romanlar patlıyor. Şklovski’ye göre yeni form sanatsal yarar açısından eskinin yerini dolduruyor ama bir istisna var, hegemon form süresini doldurmamışsa, sanatsal açıdan hâlâ “yararlıysa” o zaman ardılı olan formun ilk ürünleri erken doğmanın şanssızlığını yaşıyor. “Kuluçka evresi” diyor Moretti, ortamın hazır olmaması durumunda erken doğan ölüyor. Güncel gerçekliği daha fazla yansıtamayan formlar ortadan kalkar ama tamamen yok olmaz, bir imkân, olanak olarak varlığını sürdürür. Örneğin bir yerde rastlamıştım, günümüzde Tolstoy’un üslubuyla yazılmış hiçbir romanın ilgi görmeyeceği söyleniyordu. Güçlü bir iddia, o kadar çok değişken var ki bu iddianın tamamen doğru olması mümkün değil. Franzen gayet iyi örneğin, Ballard’ın iddialarını boşa çıkardı adam tek başına. Moda parçalı anlatıları öne çıkarıyor ama her anlatı böyle olacak diye bir şey yok tabii. Ne olur, modaya uyulmazsa yayım işi zorlaşır, bu. Neyse, Moretti’ye göre belli türler belli dönemlerde yükselip kayboluyor. Bunun belirlenebilir bir ritmi yok, tamamen toplumu ilgilendiren olaylarla, toplumun beklentileriyle, kolektif gerçeklikle ilgili bir durum. Okurlar değişiyor, edebiyat değişiyor. Arz-talep. Bunun yanında hiçbir akım kalıcı değil, mutlak bir şekilde de kaybolmuyor ortadan, senkronik ve diyakronik bir türler sistemi. Grafiğe ait ve grafiğin dile getiremediği etkenlerden bağımsız değil. Kültürel değişimi de ele almak gerek, Oğuz Cebeci son kitabında anlatıyor bunu. Romanın yüksek zümreye hitap eden örnekleri kanonlaşmayı beslerken her “ciddi” roman kendi parodisini de doğuruyor, alt kesimlere hitap eden romanlar varlığını öyle veya böyle sürdürüyor. Bu niceliksel bir durum, sabun köpüğü patladıktan sonra hemen bir yenisi doğuyor. Grafikler bu açıdan da okunmalı, eğrilerin pik yaptığı noktalarda okurların tercihi hangi tür edebiyattan yanaydı acaba? Shakespeare önce avam tayfa tarafından tutulmuş, sonra “sınıf atlamış” bir şekilde. Bu dönüşümü inceleyen bir metin var mıdır acaba?
Haritaları ele alan bölüm dikkatimi en çok çeken bölüm oldu. Bahtin’in “kronotop” kavramı üzerinden açımlanan bir mesele var, anlatı uzamının kurguya nasıl çatkı -çatkı?- olduğunu görüyoruz. Birkaç roman üzerinden gidiyor Moretti, ben Frodo üzerinden gideyim. Yüzük taşıyıcısı olarak Frodo öne çıkar, bu çıkışta Frodo’nun yaşadığı bütün zamanlar gizlidir. Hobbitler zaten iyi yemek ve iyi ot dışında pek bir şeye değer vermezler, sade varlıklardır, dolayısıyla yüzüğü taşımak için en ideal aday Frodo’dur. Boromir değil, Boromir kentli bir haytadır, mekânı sabittir, yüzüğü ele geçirme konusunda diğerlerine göre en hırslısıdır zira kendinde hak bulur, yıllardır tehlikeye karşı koyup sertleşmiştir, incelikli düşünemez. Mordor’a yakın bir muhitte oturduğu için kirlenmiştir diyebiliriz. Gollum’u bu bağlamın dışında tutuyoruz, o kafayı yemiş. Galadriel cadıcılık oynayarak yüzüğe meylederken tutuyor kendini, Mordor’a nispeten uzak bir orman-kent yaşam alanı. Aragorn’un, Gandalf’ın ikâmetleri yok. Kısacası Frodo haricindeki bütün karakterler kent denebilecek bir mekânda yaşıyorlar veya dolanıp duruyorlar. Şu noktada kafam çok güzel, saçmalarsam affola. Frodo kır insanı, öyle ahım şahım tutkuları yok, kentli obsesifliğinden uzak, yüzüğü en iyi o taşıyacak tabii. Bir ideoloji haritası aynı zamanda Orta Dünya, kentlerden uzak bölgelerde ya hayalet ordular var, ya geleni geçeni ezen ormanlar var, bilinmeyenin dehşeti var yani. Elfler bile ince yaratıklar olmalarına rağmen söylencelerde tekinsiz varlıklar olarak geçiyorlar, dağda bayırda yaşadıkları için. İstedikleri kadar güzellik üretsinler, binalar yapsınlar, yaban onlar. Kendi kendilerine yeten Hobbitler bu tür çirkinliklerden olabildiğine uzaklar, on numara varlıklar yani. Moretti’nin örnekleri üretimin şekillendirdiği yerleşim yerleri üzerine. Haritalara baktığımız zaman mevzubahis metindeki kır yürüyüşlerinin kapitalist sistemden olabildiğince uzakta gerçekleştiğini görüyoruz, bu yüzden ele alınan metinlerin kurgularındaki kilit noktalar bu yürüyüşler sırasında ortaya çıkıyor. Uzunca bir alıntıyla özetleyeceğim: “Edebi haritalar ne işe yarar… Başta, analizler için metin hazırlamanın iyi yollarıdır. Siz bir birim seçin -yürüyüşler, davalar, lüks eşyalar, her neyse-, sonra onların oluşumunu bulur, onları bir mekâna yerleştirir… ya da diğer bir deyişle: metni birkaç öğeye indirgeyerek, onları soyutlar ve tartışmakta olduğum haritalar gibi yeni, yapay bir nesne yaratırsınız.” (s. 59)
Ağaçlar meselesi. Grafiklerle ilgili. Darwin’in teorisiyle de ilgili. Dil eğer ayrılarak evriliyorsa edebiyat da aynı biçimde evriliyor olabilir, kitabın sonunda yer alan ekte bir biyoloğun ters açıdan meseleyi değerlendirdiği yazıda Moretti’nin dikkat çektiği noktaların önemini görebiliyoruz, “kültürel ayıklanma” metinleri ortaya çıkarıyor veya edebiyat tarihinin en ücra köşelerine fırlatıp atıyor. Soy tükenmesi edebi metinlere uyarlanıyor kabaca, geleceği olduğu düşünülen türler geliştiriliyor, yeni metinler üretiliyor, bazıları ortadan kalksa da azınlık varlığını sürdürüyor ve yeni, farklı metinlere yol açıyor. Bu mesele serbest dolaylı üslubun edebiyattaki yolculuğuna da ışık tutuyor, Moretti bu üslubun farklı yazarlardaki izdüşümlerini inceleyerek edebiyatın, anlatım tekniklerinin geçirdiği değişimleri ortaya çıkarmaya çalışıyor.
Birbiriyle bağlantılı üç konu, metinlere farklı açılardan yaklaşmayı sağlayacak üç bakış açısı.
Cevap yaz