Iain M. Banks – Cebirci

İçerdiği gaz-devlerinden pek bir farkı yok bu romanın, sayısız parçadan oluşuyor. Devirmek için bomboş birkaç günümü daha da boş geçirmek zorunda kaldım, en arkadaki boş sayfalar kargacık burgacık yazılmış notlarla doldu, geçen gün dayanamayıp Yeşim’e ağladım, “Gitmiyor bu kodumun romanı,” diye ünledim ve nihayet sonuna geldim. Gitti tabii ama nasıl gitti, Banks -bilimkurgu yazdıysa “M.” geliyor, Rock Laneti gibi metinlerinde “Iain Banks”i kullanıyor- malum evreninden bambaşka bir evren kurmuş, evrenini detaylandırdıkça detaylandırmış, uzay gemilerinin anti madde parçacıklı motorlarından -Kaku’nun öngördüğü bir motor biçimi- ırklarının en ince ayrıntılarına kadar incelemediği, anlatmadığı şey kalmamış, bütün bunları bir yerlere not almak lazım, yoksa 16×23 ebatlı 720 sayfanın arasında dolanıp duruyorsunuz. Şu ırkın özellikleri neydi, solucan deliklerinin Lagrange noktalarıyla münasebetleri nasıldı derken şiraze kayıveriyor. Metin dibine kadar bilimle dolu olduğu için okur en azından temel astrofizik bilgisine sahip değilse kolaylıkla kopabilir, cüret edenler için oldukça zorlayıcı bir okuma deneyimi çıkacak ortaya. Ben en son Arcturus’a Yolculuk‘u okurken zorlandığımı hatırlıyorum, bu da yeni çıktı. Tabii çok keyif verici, Banks’in evreni oldukça engin, çok sayıda parçanın bir araya gelmesiyle kurgu boşluk bırakmadan tamamlanıyor. Böylesine geniş bir kurgunun olumsuz yanları da var, gaz-devlerinden pek bir farkı yok derken sayısız gezegenden, sayısız yıldız sisteminden, karakterden, olaydan bahsediyorum. Gaz-devlerinin metnin odağı konusunda büyük bir önemi var, bu açıdan paragraflarca, sayfalarca anlatılması anlaşılabilir ama bunu doğrudan karakterlerin eylemlerinin arasına sıkıştırma konusunda problemler var. Esas oğlanımız Fassin Taak bir gezegene yaklaşıyorsa o gezegenle ilgili uzun uzun bilgi veriliyor, adamımız bir Ahali üyesine selam verdikten sonra Ahali hakkında bitmek bilmeyen fasılalar başlıyor, üstelik cümleler bağlaçlarla, fiilimsilerle bağlanarak uzatıldıkça uzatılıyor, okurun önüne bir dünya bilgi dökülüyor. Bu cümleler çevirmenin işi mi, metnin orijinalinde de böyle mi bilemiyorum ama oldukça zorlayıcı bir okuma uğraşına neden oluyor. Zamansal açıdan da tuhaf birkaç mesele var, olayların geçtiği yıl MS 4034. İnsanoğlu uzayı kolonileştirmeyi başarmış, Oort civarında takılıyor. Kurzweil teknolojik ilerlemenin üstel biçimde süreceğini söyleyerek formülleştirmeyi başarmış bunu, yine de bu kadar kısa sürede uzayda kolonileşme ölçüsünde yayılabileceğimizi sanmıyorum. Başka bir milat mı var diye özellikle dikkat ettim, Yapay Zekâ’nın ortadan kaldırılması –Dune‘u anımsayalım, Orange Katolik İncili’ndeki, “İnsan zihnine benzeyen bir makine yapmayacaksın” emri Butler Cihadı’ndan sonra ortaya çıkıyor- gibi belli başlı dönüm noktaları var ama zamanı bölümleme açısından milatlık bir durum olarak değerlendirilmiyor hiçbir olay, İsa’nın doğumu yine milat. Onca ırkla karşılaşıyoruz ama “Gerçek” diye anılan bir inanç sistemi dışında başka hiçbir inanca değinilmiyor, Dünya da bir iki yer dışında geçmiyor hiç, bir tek Angl dilinin Dünya dili olduğunu öğreniyoruz, bu kadar. Neyse, ikinci mesele de yıl, gün kavramları. Standart hakkında elde hiçbir bilgi yok, onca ırkın iyi kötü bir zaman algısı var ama bu zamanın neye göre bölümlendiğini bilmiyoruz. İnsanların egemenliğindeki bir uzaya göz attığımıza göre zamanın Dünya zamanına göre biçimlendiğini düşünebiliriz, tabii uzaydaki onca gezegende, onca yıldızda bu zaman ölçüsünün uygulanabilirliği de tartışmaya açık. Buna benzer kafa karıştırıcı meseleler sayısız, bazılarının cevabını metnin ilerleyen bölümlerinde bulabiliyoruz zira anlatıcının önündeki ansiklopediden rastgele bir sayfa açıp verdiği bilgilerin içinde aradığımız şeylere rastlıyoruz ama onun keyfine kalmışız biraz, bazen olaylar ardışık biçimde gerçekleşiyor, bazen de bilgilerin arasında anlatının ilerlemesi için yalvarırken buluyoruz kendimizi. Aslında bu formüle edilebilir, anlatının kendi içinde birkaç fonksiyonu var, bu fonksiyonlara göre biçimleniyor. Yeni bir dünyaya geçilecekse yeni dünyanın bilgisi diyalogların arasında veriliyor genelde, ikinci olarak bölüm başlarında, üçüncü olarak diyalogların içinde. Yerleri değişebilir. En çok kullanılan birinci ve ikinci fonksiyon. Anlatıya doğrudan müdahale yani, doğal bir akışla karşılaştığımız çok az bölüm var, bu da gözlere balta indirilmiş gibi hissettiriyor. İşin anlatım tekniği tarafı bu, böylesi geniş bir evren için başka türlü nasıl olurdu bilemiyorum, bunun yanında onca bilgi gerçekten gerekli mi, bunu da bilemiyorum. Belki kurgunun halkaları bu kadar girişik olduğu için Taak’ın hikâyesi merak uyandırıyor, daha basit bir anlatım upuzun bir serüveni basitlikten kıvrandıracak hale getirebilirdi.

Anlatının olayını evrene dağılmış bilginin organize edilip metalaştırılması olarak özetleyebiliriz, bunun yanında uçsuz bucaksız bir uzamın farklı noktalarını birbirine bağlayarak zamandan tasarruf etmek var. Fassin Taak bir Yavaş Kâhin, insan, insanlığın sömürge haline getirdiği bir Ahali sisteminde yaşıyor ve hiyerarşiye göre kâhinlerin başı olmasına pek bir şey kalmamış. Huzur içinde yaşamıyor, Ahali denen topluluğun ne gibi güçlere sahip olduğu hakkında pek bir fikri yok. Bu topluluk milyarlarca yıldır varlığını sürdürüyor, solucan delikleri sayesinde pek çok yere ulaşım sağlandığı ve Ahali hızla çoğaldığı için muazzam büyüklükte bir alana yayılmışlar. Ellerindeki teknoloji hakkında kimsenin bir bilgisi yok, zaten Ahali üyeleri biraz şapşal gibi göründüklerinden ve istilalara pek de karşı koymadıklarından vur ensesine al lokmasını muamelesi görüyorlar ama türler, ırklar gelip geçerken onların varlıklarını sürdürmeleri her ırkı uyarıyor, görünenden çok daha fazlası var belli ki. Ahali’ye göre Taak tehlikesiz biri, sadece dağınık bilgiyi toplamaya çalışıyor, bu yüzden çalışmasına izin veriyorlar ama insanlığın kurduğu Mercatoria adlı bir yönetim organı Taak’ın da davetli olduğu bir toplantı düzenleyerek bulunması gereken bir Ahali Listesi olduğunu söyleyerek Taak’ın konumunu tehlikeye düşürüyor. Uzayın derinliklerinden gelen ayrılıkçı bir grup -grubun başında insanları din yoluyla korkutan bir tiran, Luseferous var, adını nereden aldığı belli bir cani- aynı çalışmayı ele geçirmek için dehşet verici bir orduyla birlikte kapılarına dayanmak üzere, Mercatoria kısmen Ahali’nin de onayladığı bir biçimde, zamanında Taak’ın hakkında araştırma yaptığı Ahali Listesi’ni ele geçirmek, böylece sadece listede yer alan gizli solucan deliklerini kullanmak, ayrılıkçılara kaptırmamak amacıyla bir operasyon başlatıyor. Ahali bu operasyona kısmen destek verse de bu deliklerle ilgili planları olan çok sayıda Ahali mensubu var, zaten adamlar -bu yaşam formunun çok garip bir fizyonomisi var, kıyafetleri ve güçleri de bir garip- öyle bir yayılmış ki çok küçük bir kesimi arasında iletişim mevcut, çoğu başıboş. Yönetimsel anlamda katı bir hiyerarşileri yok, yaşlarına göre kastları değişiyor bir tek. Çocuklarını da tam bir Sparta mantığıyla yetiştiriyorlar, ölmeyenler daha güçlü ve sorumsuz bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. Ahali hakkında sayfalar dolusu bilgi var, geçiyorum. Taak yanına verilen birkaç kişiyle birlikte yolculuğa çıkıyor, ölümlerden dönüyor, garip olayların içinde kalıyor ve en sonunda meseleyi çözüyor. Biraz polisiye tadında bu çözüm, açıkçası pek de tatmin edici değil ama kurguya eklemlenme açısından iyi. Beri yandan düşman ordusu yaklaşıyor, Mercatoria’nın ordusu aşması gereken mesafeyi aşacak gibi değilken Taak’ın ailesinin yaşadığı gezegeni havaya uçuruyor Luseferous, sonra Ahali’nin garip üyeleriyle karşılaşıp kafayı yiyince atağa kalkıyor ama Ahali işte, nereden ne çıkaracakları belli olmuyor, sürprizlerle dolular.

Taak’ın üç arkadaşıyla birlikte başından geçen birkaç olay, sevgilisiyle yaşadıkları, birkaç şey daha lüzumsuz, belki aşk meşk olsun diye konmuş gibi duruyor. Luseferous’un birtakım cinsel işkenceleri de adamı garip bir mahluk haline getiriyor ama Ahali’nin karşısındaki tavırları karikatürleştiriveriyor hemen, bütün o dehşet kalkıyor ortadan. Birkaç uç var rahatsızlık veren, kalanında büyük bir keyif ve acı bekliyor okuru.

Zorlayıcı, iyi. İktidar eleştirileri, bilginin sağladığı gücün kullanımına dair eleştiriler, çok çeşitli eleştiriler. Evet.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!