Gerard’t Hooft – Bilim Kurguları: Bilimsel Temellere Dayanan Gelecek Tasarımları

William Thomson, ortamlardaki adıyla Lord Kelvin bilimin büyük ölçüde tamamlandığını iddia etmişti, daha ötesini görmenin yolu yoktu çünkü atom atomdur, elektrik elektriktir, kuş uçar da insan öyle uçamaz. Genetik katakulliler vasıtasıyla kanatlı insanın var olacağı bir gelecek mümkün, insanın ne kadar insan kalacağı ve etik kutik üzerine bir dünya tartışma patlayacak ama bir şeyler olacak, olur, neden olmasın. Sonuçta uçakların teknolojik evrimi malum, elektrik çok ilginç aletleri çalıştırıyor ve atom ne hale geldi öyle ya, içindeki parçacıkların da parçacıkları çıktı ortaya, bilim çok acayip dünyaları gösterdi, gösteriyor, mesela Einstein ve Planck’ti sanırım, kuantum fiziğine giden yolu aydınlattılar da gördükleri şeyden çekindiler, bir anlamda inanmadılar aydınlanana, temkinle yaklaştılar. Ben bir bilim insanı olayım, 1920’lerde yaşıyorum, Tofita’nın yapısını araştırırken şolipozon diye bir parçacık bulmuşum. Süper bir parçacık bu, şekeri şeker yapan şeker parçacığı. Bununla büyük işler yapılır. Puarklarla tokuşturulursa uzayda şeker delik açabilir, Polo’nun içinden geçerek şeker alemine bodoslamadan dalabiliriz mesela, rüya gibi. Lakin çıkıp açıklama yapıyorum, “Öyle şeyler olmaz çünkü Tanrı zardan düşmez,” diyorum, “Bizi mi koparıyorsun?” diye soracak buluşlara da yıllar var daha, haliyle geleceği bir sebepten ıskalamış oluyorum. Hooft’un tutumu biraz böyle, günümüzün bilimini temel alarak geleceği tahayyül ediyor da katı bir gerçekçilikle yapıyor bunu, Lord Kelvin’den hallice. “Fizikte ışık hızından daha büyük hızlar mevcutsa da, uzay araçları bunlardan hiçbir zaman faydalanamayacaktır.” (s. 11) Fiziksel olanaksızlığı es geçiyorum çünkü Hooft direkt hızı baz alarak konuşuyor, bu hızdan faydalanma biçimlerini Kaku’nun metinlerinde bulabiliriz. Olanaksızın Fiziği motor ve araç türlerinden bahseder, hatta aracın ilerlemesindense uzayı katlamayı daha iyi bir çözüm olarak sunar. Teoride tabii, karadır, antidir, elimizde maddenin türlü biçimlerini bulundurursak çok çılgın şeyler olabilir. Yapabiliriz, ihtimaldir ama vardır, şimdi değilse milyon yıl sonra, belki hiçbir zaman ama ihtimal. Hooft ihtimallerden hiç bahsetmez, şimdinin gözlüğüyle son derece pesimist bir gelecek kurgusu sunar okuruna. Bazen de sunmaz, küçülmenin de bir sınırı olduğunu bildiğinden Moore’un dile getirdiği engeli yolun sonu olarak görmez mesela, hemen atomik düzeydeki çözümleri sıralamaya başlar. Çekincesi uzaya dair gelecek tasvirleri zannediyorum, mesela Kim Stanley Robinson’ın şahane metinlerinde geçen Mars’ın kolonizasyonu konusunda şüphelidir, dünyalaştırma sürecinin o kadar hızlı olamayacağını, insanların nesiller boyunca kubbe veya yer altında yaşamak zorunda kalacağını söyler de atmosfer oluşturma işini hızlandıracak fütüristik zamazingoları hiç düşünmez veya hayal etmez. Kızıl Mars‘ı okuyalı on küsur yıl oldu, tam hatırlamıyorum ama Robinson’ın mevcut teknolojiyle kısa sürede bir atmosfer yarattığını sanmam, ya o aşamanın bilimsel açıklamasını biraz karanlıkta bırakmıştır ki okurun kıyasına güvenmiştir, başka teknolojileri geliştiren insanlığın atmosfer yaratmada da mahir olduğunu düşündüysek iş tamamdır, ya da topa tutulması olası bir açıklamayla bilimsel anlamda cortlamıştır. İkincisini tercih ettiğini hiç sanmam. Kısacası Hooft’un geleceğe baktığı yeri pek kısır buldum, Kaku gibiler çok daha zengin bir olasılık zinciri sunuyorlar, bilimsellikten şaşmadan üstelik. Teori meori, bugünün teorisi yarının gerçeği olabilir. Olmayabilir. Sanırım ilkini tercih edeceğim. Hooft uzay sıçramalarıyla dolu hikâyeler anlatan Carl Sagan ve Stephen Hawking gibi mühim bilim insanlarını da eleştiriyor, hayal satmanın alemi yokmuş ama kim bilir, geleceğin Lord Kelvin’i Hooft’tur belki. Nobel ödüllü adama söylüyorum bunları, haddim süper. Eh, geçtiğimiz yüzyıldaki ilerlemeye bakınca buldum bu cesareti. Şimdiden bakınca ekmeğe oranlı köfte, eyvallah da kaos var, belki köftenin içinden şolipozon çıkar, ne belli.

Metin 2006’da yayımlanmış, haliyle öngörülerin çoğu bayat. Orta ve uzun vadede ortaya çıkabilecek yeniliklere bakayım, mesela Hooft çok küçük robotlar üreterek insan bedenindeki arızaların giderebileceğimizi söylüyor. Kanser hücrelerini çat çut yok eden bir teçhizat iyi olurdu. Kendi kendine giden arabalar o zaman için bile çok ileri bir teknoloji gerektirmiyordu aslında, aynı şekilde cep telefonlarının hızla gelişmesi ve teknolojik problemlere yol açmaması da şaşırılacak bir şey gibi gelmiyor bana, Hooft ilkini on numara bir yenilik gibi anlatırken ikincisi için şaşkınlığını dile getiriyor. İnterneti ilk kullananlardan biri muhtemelen, ona şaşırmamış sanıyorum. Kâğıdın yerine daha iyi bir okuma deneyimi sunan şey geçecek ve insansı zekâ ortaya mutlaka çıkacak, çıkmayacağını söyleyenler olgulara değil duygulara göre yorum yapıyorlar Hooft’a göre, bulabildiği argümanları değerlendirince sonuç buymuş. Ahlak, sezgi, mizah: “Bu unsurlar, genellikle tipik insani özellikler olarak sunulur ve çoğu zaman prognostik olduğu için bilgisayarın bunların hiçbirini asla anlayamayacağı savunulur. Kesinlikle aynı fikirde değilim. İnsani duygularımız, pratikte her zaman biyolojik bir arka plana sahiptir ve çok kolaylıkla açıklanır ve anlaşılır. Geleceğin bilgisayar programlarının, bunları anlamakta herhangi bir problemle karşılaşmayacağına inanıyorum.” (s. 49) Gerçi buradan taca çıkıyoruz, Hooft bilgisayarların bu duyguları deneyimlemeyeceklerini ancak karşılaştıkları duygulara cevap vermelerini sağlayacak yazılımlarla donanacaklarını söylüyor. Mizahı program olarak görüp görmemek bambaşka iki yöne çeker tartışmayı, çok uzun mevzu da Hooft’un bahsettiği tam anlamıyla insansı bir zekâ değil gibi gözüküyor, insanın zekâsına olabildiğince yaklaştırılmış bir zekâ. Dünyanın gelecekteki haline dönelim, Hooft’un birkaç ilginç fikri var. Baca yapacağız, dikey hava akımlarını bu bacadan geçirip hem enerji üreteceğiz hem de hortumların önüne geçeceğiz. Enerji ve nesne üretiminde hayvanları kullanabiliriz, ipek böceğinin ipeğini bir örümceğin salgıladığını düşünelim, bir de yılan balığının cızt bıztını uçsuz bucaksız tarlalarda üretebileceğimiz bir hale yola koyalım, dünya süper olurdu. Bitkilerin genetiğiyle oynarsak şolipozonları bir noktada toplayıp sınırsız şeker kaynağına kavuşabiliriz veya daha iyisi, hava kirliliğinin yoğun olduğu yerlere birkaç canavar dikeriz, pirüpak ederler havayı. Dilovası’na çok lazım bunlardan, gerçi her yere lazım. King’in o öyküsü aklıma geldi de, bu tür buluşlar sonumuzu da getirebilir. İki kardeşten büyük olanı anlatıyor, anlattığı son şey bu hikâye. Küçüğün bulduğu bir maddeyle insanlığı bir hastalıktan mı kurtaracaklar, bir şey olacak, gidiyorlar da aktif bir yanardağın içine atıyorlar o maddeyi. Yanardağ patlıyor, havaya karışan madde tüm insanlığı hacamat ediyor, öyle bir şey. Hikâye sonuçta, umarım bu yeni buluşlar iyice bir denenir de öyle çıkar piyasaya. Gerçi Risk Tıbbı‘nda gördüğümüz üzere neoliberal politika kimsenin tavuğuna kışt, odununa yaş demiyor, ilaç şirketleri basıyor reklamı, basıyor tanıtımı, ilacın olumsuz etkileri ortaya çıkınca ürünü piyasadan apar topar kaldırıyor, denek olarak toplumu kullanmış oluyor. Kıyak iş. Neyse, evreni kolonize edemeyeceğimizi söylüyor Hooft, son olarak buna değineyim. Şu anki teknolojinin ulaştırabileceği hızla mümkün değil, Güneş Sistemi’nin dışına çıkmak bile büyük sorun. Zeki yaşam formları da muhtemelen yok veya çok uzakta, bu da yok hükmünde demektir. Evrenin yapısını düşünce muhtemelen var çünkü biz varız, biz varsak umut var, neşe var, hikmet var. Evet.

Konuyla ilgili okura öyle aman aman bir yenilik sunmuyor, huysuz bir ihtiyar gibi anlatıyor Hooft. Yine de ilgilisi kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!