Eric-Emmanuel Schmitt – Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu

Roman denmiş ama novella bu. Schmitt oyun yazarlığıyla biliniyormuş daha çok, metni ağırlıklı olarak diyaloglar üzerine kurmuş. Hız baş döndürücü, bağlanma problemleri olan anlatıcıyla tek çocuk politikasını umursamamışa benzeyen Bayan Ming’in konuşmaları bir iki dakikalık, geri kalanı anlatıcının seyahatleri ve ikili ilişkilerden ibaret. Mevzu Çin. Kültürü anlamaya çalışıyor anlatıcı, gizemi çözmek için uğraşıyor. Temsil ettiği şirketin iyi bir çalışanı, dünyanın her yerinde toplantılara katılıyor, işinde başarılı. Toplantının yapıldığı otelin tuvaletinde karşılaşıyor Bayan Ming’le, kadının herkesin eşit doğduğunu ve eğitimle ayrıldığını söylemesiyle dikkatini kadına veriyor. Yaşlı bir Konfüçyüs, vecizelerinin sonu yok. Karanlıktan yakınmak yerine mum yakmalı, anlatıcının pervaneye döndüğü an. Mao döneminden kalan radyo hükümet yanlısı istatistikleri sıralayan bir adamın sesini dolduruyor mekâna, Bayan Ming şaşırıyor, dünyada onca Çinli olmasına rağmen azlığa şaşıyor, belki on çocuğunun hiçbirinin olmayışına. Üç ayaklı iskemlesinde kraliçe gibi oturuyor, huzuruna gelenlerin varlığını memnuniyetle kabul ediyor. “Bayan Ming, Mao’nun Çin’inden eşitliği koruyordu; Konfüçyüs’ün Çin’indense, insancıllığı sürdürüyordu.” (s. 9) İçeride herkes yasalara boyun eğen askerler gibi yan yana dizilerek işini görüyor, çıkışta selam vermedikleri kalıyor bir. Anlatıcı düzeni, insanları aynılaştıran şeyi bulmaya çalışıyor, Çin ekonomisini düşündüğünde Batılı markaların Çin’de üretilen malları Çin’e geri satmasının sömürüyle ilişkisini kurarken Bayan Ming’le ilişkisinin benzer bir hal alacağından habersiz o an. İlk sohbetleri yere düşen bir fotoğraf sayesinde, iki çocuk. Bayan Ming çocukları soruyor, anlatıcı kendi çocukları olduğunu söylüyor, iyiler. On çocuğu olduğunu söylüyor Bayan Ming, inanılmayacak bir şey. Adlarını sıralıyor hemen, yalan gibi de durmuyor ama tek çocuk politikası sürdürülürken mümkün değil o kadar çocuk, kadın yalan söylüyor belli ki. Yutmuş gibi yapıp iş yaptığı adamlara çocuk politikasını soruyor, istisnai durumlarda ikinci bir çocuğa izin verilebiliyor, o kadar. Tekrar karşılaştıklarında çocuklarının hikâyelerini anlatmaya başlıyor Bayan Ming, kızı Li Mei insanların auralarını görebiliyor ama dünyayı iyi göremiyor, gözleri bozuk. Başların üzerinde rengârenk haleler görüyor, büyük yetenek, diğer yandan okulda başarısız, istenenleri yapamıyor. En sonunda Pekin’de ünlü bir çizgi roman serisini yaratarak hayatını kurtarıyor, “parmaklarıyla gören” bir masözle evlenerek ailesinin kaygılarını da dindiriyor. İnanamıyor anlatıcı, kadının anlattıkları gerçek olamaz, yüzüne de vurmamalı. Ertesi gün parmağı kanayınca gömleğine damlayan bir damla kan ikizlerin hikâyesini ortaya çıkarıyor, Kun ve Kong olağanüstü çocuklar, her türlü akrobatlık ellerinden öpüyor, maymun gibiler. Öngörülebilir bir hikâye anlatıcıya göre, kurgunun mantığına göre sonu tahmin edebiliyor, çocukların sirkte çalıştıklarını bilmese de seziyor. Monaco’ya bile gitmişler, anlatıcının memleketine. Oranın kayalık bir krallık olduğunu söylüyor anlatıcı, Fransa’da olmasına rağmen Fransız kenti değil. İnanmıyor kadın, şüpheli gözlerle bakıyor, kurgudan şüphelenen bu kez kendisi. Zamanında bir bebek fabrikasında çalıştığını, patronunun iyi bir adam olduğunu, ona tuvalet işini yaşlılıktan ötürü verdiğini anlatıyor sonra. Fabrika ziyaretinde bebeklere bakıyor anlatıcı, hepsi birbirinin aynı, oyuncak olmalarına rağmen gerçek gibiler. Bayan Ming’in yüzü belirebilir yüzlerinde, kendi yüzü de belirebilir, aynı hamurdan geliyorlar, hikâyeleri ne kadar kurmaca olsa da anlatma istekleri aynılıklarını gösteriyor. On iki saatlik mesaide sayısız bebek üretiliyor, Bayan Ming mesaisi boyunca kaç hikâye üretiyordur acaba? Aynı hikâyeleri döndürüp döndürüp anlatıyor mudur? Bilmenin imkânı yok, on hikâyeden sonra başa dönmeyebilir. Daha da önemlisi tuvalet bekçisi olarak geçirdiği üç yıl ve öncesindeki bir ömür katlanılacak gibi değilse elinde hikâyelerinden başka hiçbir şey kalmamış olabilir. “Evet, bu hapishanede hayal, kurtuluş vaat eden cennet gibi duruyordu.” (s. 29)

Da-Xia’yla devam, kız Bayan Mao’yu öldürmek istiyor. Denk geldi, Doğamızın İyilik Melekleri‘ni okuyorum ara ara, bir ay oldu başlayalı, önümüzdeki ay biter herhalde. Kallavi bir kitap, geçmişe kıyasla günümüzde şiddet olaylarının azaldığını anlatıyor. Bir bölümde Mao’nun milyonlarca insanı sebep olduğu kıtlık yüzünden öldürdüğünden bahsedilirken Bayan Mao’nun da bahsi geçiyor. Alınan kararlarda onun da parmağı var, halkın kültürel kaynaşması kapsamında aydınların, sanatçıların köylere, eğitim kamplarına gönderilmesi Da-Xia’nın sinirlerini bozmuş, tiyatroyu ve müziği yasaklaması da bir başka problem. Yargılandığı sırada Bayan Mao’nun intihar ettiği söyleniyor, iki yıl önce intihar ettiği ve bunun halktan saklandığı da sonradan öğreniliyor. Çin’in kendisi bir kurgu, Borges’e göre ölüleriyle birlikte öylesi iç içe yaşayan tek halk Çinliler, politik kurguların benimsenmesinde bu tür bir kültürün payı büyük. Anlatıcı Bayan Ming’in yaşamını kusursuz bir şekilde kurgulasa da kendi yaşamından açık veriyor, fotoğraftaki çocukların kendisinin olmadığını anlayan Bayan Ming adama çıkışıyor, öfke patlaması yaşayan adam nezaketi elden bırakmadan uzaklaşıyor ve kız arkadaşını hatırlıyor. Başarılı bir avukat, birlikte mutlular ama hamilelik her şeyi bozuyor, adam geri dönmeyeceğini söyleyerek terk ediyor kadını, dünyayı gezme işini sürdürüyor. Yüzleşme vakti. Ertesi gün tekrar Bayan Ming’in yanında, yalan söylemesinin sebebini açıklıyor. Karşılaştığı kadınlar arasında anne olacak birine rastlamamış, Bayan Ming’e göreyse kadınlar onda baba olacak birini bulamamışlar, iki kurgunun birbirini desteklemesiyle araları düzeliyor, hikâyeler sürüyor. Ho sıkı bir kumarbaz, iflah olmaz bir adam, eşinden boşanınca ailesinin evine dönmüş ve utanç kaynağı olmuş. Anlatıcı da böyle mi? Düşünmemek için sayısız yolculuğa çıkıyor, Çin’de işi bitince Bayan Ming’le vedalaşıp uçaklara biniyor, birkaç ay sonra tekrar Çin’de. Radyoda 400 milyon Çinlinin doğmayışı kutlanıyor. Garip, 400 milyon hayaletten ötürü duyulan mutluluk. Bayan Ming’le coşkulu bir karşılaşma, muhabbet kaldığı yerden devam. Kadına göre tek çocuk kuralı ne ebeveyn ne de çocuk için mantıklı, gözaltında tutulan toplum bir adamın kararı yüzünden acılarla boğuşmuş. Faydalarından biri “tercih edilme” probleminin ortadan kalkması. Ru ve Zhou bu noktada ortaya çıkıyor, biri müthiş bir okur, diğeri duygusal zekâsı inanılmaz gelişmiş bir evlat, birinin kişisel hiçbir düşüncesi yok, diğeri tamamen kendi düşüncelerinden ibaret, çekişmeleri bu yüzden. Kalan çocukların hikâyeleri de anlatılanlar kadar ilginç, Bayan Ming her bir çocuğu için olağanüstü kurgular uydurmuş, açık yok. Anlatıcı merak edip patrona Bayan Ming’i soruyor. Anlattıkları doğru olabilir zira fabrikada çalışırken çocuklarının fotoğraflarını gösterirmiş, gelen mektuplar da Çin’in farklı noktalarındanmış, çocukların adı zarfların üzerinde. Bayan Ming’e göre köyde yaşadıkları için devletin eli uzanmamış oralara, on çocuğu rahatlıkla besleyebilmişler, gelen giden olmadığı için ceza da ödememişler. Kusursuz bir kurmaca ya da her şey gerçek. Schmitt anlatıyı hızlandırmak için tesadüflere yer verip kurguyu biraz sakatlasa da iyi bir noktaya bağlıyor olayları, kaza geçiren Bayan Ming’i hastanede ziyaret eden anlatıcı şaşırıyor, en azından bir çocuk gerçek. Ting Ting annesini görmeye gelince anlatıcıyla karşılaşıyor ve hikâyeyi anlatıyor, mektupları yollayanlar arkadaşları, çocuklar yok. Bayan Ming’in akıl sağlığı son âna kadar gizemli. “Helacı kadın beni Asya’nın gizemine yaklaştırıyordu. Bayan Ming, tek başına bu halktı, anlaşılması güç, insani uygar Çin’di.” (s. 60) Ting Ting’den kardeşlerini getirmesini istediğinde kız biraz paniklese de arkadaşlarına rollerini anlattıktan sonra ziyaret işini de hallediyor, olağanüstü yeteneklere sahip çocukların hepsi geliyor, akrobatından kumarbazına hepsi orada. Bayan Ming? Gerçeğe bakmadığını biliyor ama bu farkındalığı inancının ardına gizliyor hemen, yüzündeki bir anlık çarpıklık hemen gülümsemeye dönüyor. Yavaş yavaş iyileşmesinde inancını koruması etkiliyse bütün bir halkın varlık sebebi de ortada demektir, kurguya duyulan inanç gerçeklerden çok daha güçlü.

Anlatının sonu yine pek iyi değil, anlatıcı evine dönüyor, ayrıldığı sevgilisiyle bir araya geliyor, mutlu son, klişe. Elde Çin kalıyor işte, Bayan Ming’in gayet olağan bir olağanüstülükle örülü yaşamı üzerinden koca bir uygarlığın özetini görüyoruz. Hoş bir novella, denk gelen okusun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!