Jonathan Ames – Gece Gibi Geçiyorum

Seksli, berduşlu, işiyle cinselliği iki ayrı kimliğe aitmiş gibi yaşayan adamlı her metni Bukowski özentiliğinin sonucuymuş gibi görmeye çalışan okurlar beğenmemiş genel olarak, yirmilerinin başlarında okusalarmış çok beğenirlermiş mesela, yirmilerini nasıl kaybettilerse. Çocuk kitabından keyif almak için çocuk olmaya gerek yok sanıyorum, seks de anlatmaya değer bir şey, Alexander Vine’ın tecrübeleri üslupla birlikte daha da değerleniyor, aileyle sürdürmeye çalıştığı parçalı bulutlu ilişki de bütün o serüvenin ortasına gayet güzel oturuyor. E? Belki sonu eleştirilebilir, Vine dedesinin son anlarını anlatıyor ve çat diye bitiriyor anlatıyı, okur yükselemeyen tansiyonun sıkıntısını her bölümün başında ve sonunda çekiyor ama anlatım tekniği bu, tekdüzeymiş gibi görünen bir yaşamın duyumsal zirvelerine odaklanıyoruz, ilk bölümdeki Goldie’yle yaşanan deneyimde olduğu gibi. Doğu yakasının aşağısında bir tek o orospuyu seviyor Vine, kadın kibar, parkın bir köşesinde işini görebiliyor, tamam işte. Pazarlık tamam, ayyaşların izlemelerinde de sorun yok, bir tek polisler problem. Dolanıp duruyorlar, Vine bir türlü gelemiyor, Goldie adamı heyecanlandırmak için elinden geleni yapıyor, diğer orospuların bir tezahürat yapmadıkları kalıyor. İşlem tamam, Vine mutlu çünkü ekipler cirit atarken zor bir işi başardı. Hastalıktan çok korksa da penisinin zorlanmadan ötürü kızarmasından başka bir sorun yok, aynadaki çirkinliği de orada duruyor, huzurla uyuyabilir. Vine’ın kendine güvensizliği, heyecan arayışı, mutlu olma biçimlerinden biri daha ilk bölümden, bir zirveden okura sunulmuş oldu. Çok sayıda bölüm farklı dönemleri, farklı deneyimleri içeriyor, ara bölümler daha kısa, Vine kendine bakışlarını düşünceler olarak sunuyor, belki otoanalize pek girmeden yaşadıkları üzerinden ilerlese daha pek bir anlatıyla karşılaşırdık, bu kez de buz dağlarının altını görmeye çalışa çalışa ilerlerdik, kısacası böyle iyi. Çok hareket, çok parça, çocukluğun büyüsüyle gençliğin heyecanı kol kola. New York’un hızlı yaşamı zaman çizgilerini karman çorman hale getirebilir, çocukluktaki bir taciz hikâyesi yıllar sonrasının cinsel eğilimine dönüşebilir, Vine’ın anlatım biçimi anlattıklarına cuk oturuyor. Parktaki seks sahnelerinden sonra babasını anlattığı bölüm geliyor, Yahudi cemaatinin saygıdeğer bir üyesi, kendisine 10 dolar veren kimse olmadığı için oğluna verdiği paranın mesajı açık: Ne dedilerse yaptı ama yaşamını istediği noktaya getiremedi, bir kurtarıcı arıyor. Bir baba olarak oğul, Vine için kötü bir rol, daha çocukluğunda babasının arabasını en yakın arkadaşıyla birlikte haşat ettiği için pek güven vermiyorsa da ailesinin duyduğu sevgi azalmıyor hiç, üniversiteye gitmek istemediği zaman bile. Ablasının doktor olması işleri biraz daha zorlaştırsa da ailesinin eleştirilerine kulaklarını tıkıyor, New York’taki gösterişli bir lokantanın iki numaralı kapıcılığını yapıp küçücük bir odada yaşamını sürdürüyor, istediği gibi. Babasının yapamadığını yapmaya çalışıyor, başında ne kadar başarısız olduğunu söyleyen bir anne yok, yaşamın koca bir yenilgiden ibaret olduğunu düşünmüyor, başarıya odaklı neslin başarısız üyesi değil babası gibi. Arabaya atlayıp uzaklaşmak, bambaşka bir yerde yaşamaya başlamak baba için kolay ama eşini seviyor adam, iki çocuğuna düşkün, bütün kırıklarıyla birlikte yaşamayı tercih ediyor. Vine arabayı parçaladığında o arabayı ne zorluklarla aldığını haykırıyor en fazla, kısa süre sonra oğlunun ölmediğine sevinip kucaklıyor çocuğu. Çok ince bir hüzün var ailede, hayallerin gerçekleşmemesinden kaynaklı gibi gözüküyor. Vine babasına sahip olmak istediği her şeye sahip olduğunu söylese de daha fazlasını dile getirmiyor adam, içten içe büyüttüğü sıkıntıyı açığa çıkarmıyor. Vine’ın kaçmaya çalıştığı şey kaynağına varılamayan, evin huzur dolu ortamını ağırlaştıran bu olumsuz hava olsa gerek.

İş dünyası çok hareketli, mekâna ünlüler, az ünlüler, ünlü olmaya çalışanlar gelip gidiyor, Vine aralarından birilerini yatağa atmayı, birilerinin yatağına girmeyi istiyor. Zengin bir kadını kendine âşık ederse iyi, hayalini kuruyor ama eyleme geçmiyor, işinden olmamalı. Yemeğini bitirenlerin ne zaman kalkacaklarını öngörüp taksi getiriyor, iyi bahşiş alıyor, bulduğu boşluklarda limuzin şoförleriyle muhabbet ediyor, geceyi yaşıyor. Detaylar hoş, şoförlerden biri potansiyel müşterisinin sadakatsizlik gösterisine şahit olmamak için başını öte tarafa çeviriyor örneğin, bir gün o müşteriyi ailesiyle birlikte lokantaya getirebilmek için neler yaşandığına dair hiçbir şey bilmediğini göstermesi lazım. Yorucu bir günün ardından eve gittiğinde uyuyamıyor hemen, iki üç ayda bir arkadaşıyla birlikte “alışverişe çıkmalı” örneğin. Arkadaş arabasıyla gelip alıyor Vine’ı, birlikte orospulara gidiyorlar, beğendikleriyle birlikte oluyorlar. Arkadaş çok nazik, yanında Vine olmadan göremiyor işini. Prezervatiflerin yaygın olarak kullanılmaya başlandığı zamanlar, Vine ağız dolusu spermin hayali seyrini gözlerinin önüne getirerek eğleniyor. İş bittikten sonra kadın ağız dolusu tükürüyor yere, lastiklere bulaşan sperm Jersey otoyolunda DNA şeridi olarak yayılıyor, çocuklar yollarda. İkinci kez birlikte çıktıkları zaman işler yolunda gitmiyor, Vine arkadaşını küçük düşürücü şeyler söylediğini fark eder etmez özür dilese de aralarındaki bağ kopuyor bir kere. Arkadaş için daha iyidir muhtemelen, cesaretini yeterince topladıysa tek başına sefere çıkabilir, Vine da yedek lastiklik pozisyonundan kurtulur böylece. Onun kendi seferleri var, barda karşılaştığı erkeklerle ve sevgilisi Joy’la takılıyor. Joy’a karşı kaba, geçiciliğin bütün hoyratlığını gözler önüne seriyor, şiddete varan hareketleri varsa da kendini frenlemeyi biliyor. Çoğu zaman. Psikolojik şiddetinin ayarı yok ama, kadını ağlatmaktan keyif alıyor adeta. Erkekler daha uçucu, hikâye 1980’lerin ikinci yarısında geçtiği için AIDS’in yaydığı korku hissedilebiliyor, Vine da sorumsuzluğunun cezasını çekiyor biraz. Korunmadan birlikte olduğu adamın hastalıklı olmasından korkup hemen tahlil yaptırmaya gidiyor, anlatının tahlil sonucunun doğuracağı etkiyle biteceğini düşünüyoruz, sona yaklaşmışız ama konudan bağımsız bir şekilde kişisel tarihin başka bir noktasına göz atarak bitiriyoruz.

New York’un ara sokaklarının hikâyeleri de ilginç, alkolikler, evsizler, berduşlar savaş halinde, herkes birbirinden korkuyor, savaş gazileri savaşa dair anılarını anlatarak şarap aldırmanın peşindeler. Film gösterimleri yapılan mekânlarda karanlık köşelere çekilmeye çalışanların yanında duvarlardaki deliklerden ellerini uzatıp handjob yapmak isteyenler var, kimi de oral seks isteyip istemediğini soruyor Vine’a, molalarda beş dakikalığına birbirlerini tatmin edip işlerinin başına dönen insanlar. Vine ailesini ziyaret etmeye karar verdiği bir gün otobüsünün saati gelene kadar erotik mekânda takılıyor, sonra yetişip otobüse atlıyor, çocukluğunun geçtiği yerleri görünce mutlu olsa da eve giremiyor bir türlü, ailesini görmek istemediğini anlıyor ve bulduğu ilk araçla geri dönüyor, sokakların hızından sonra kırsalın yavaş yaşantısına dayanamayacağını hissediyor. Kentin kaosundan başka bir şey istemiyor artık, çocukluk arkadaşı Ethan’la yaşadıkları sık sık aklına gelse de yaşadıkları cinsel deneyimden sonra uzaklaştıkları için anılar acı verici hale geliyor bir süre sonra, çocukluk haz vermiyor artık. Büyümenin sancıları. Aydınlanma anları eşlik ediyor, aslında Ethan’ı ne kadar hor gördüğünü anlayıp arkadaşlıklarının bu olumsuzluğa rağmen nasıl sürdüğünü merak edince Ethan’ın içten içe büyüttüğü nefreti fark ediyor bu kez. Empatinin geç gelişimi olarak görebiliriz bunu, Joy’a karşı davranışlarının değişmesini de bu farkındalığa bağlarız. Acı verici ilişkiyi Vine bitiriyor, Joy’un sevgisini umursamıyor çünkü Joy’u sevmiyor, daha fazla incitmek istemediği için de kaba, sert bir biçimde koyuyor noktayı. Cinsellikten öte bir ilişkilerinin olmadığını anlıyor, başka hiçbir şey paylaşılmamış gibi.

Yirmilerinin başında bir adam, New York’un arka sokakları. Bu. Okunası.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!