Sağlıklı yaşam sözleşmeleri üniversitelere yayılıyor, alkolden ve uyuşturucu maddeden uzak durma sözünü veren öğrenciler sağlıklı, steril, “salim düşünceli”. Ahlaki talebi yerine getiriyorlar, ailelerini rahatlatıyorlar muhtemelen, sağlık sistemini daha az meşgul ediyorlar ve edecekler, sağlıklı haz kaynaklarına yönelecekler. Sartre ve arkadaşları, aslında çoğu insan tam tersini yapıyordu, yıkıcı ilişkilerden sağ çıkıyorlardı, sağlıksız beslenmenin kötü etkilerinden kurtulmaya bakıyorlardı veya bakmıyorlardı, sonuçta dayatılmayan yollardan ilerleyerek hayatlarını yaşıyorlardı. “Tüketiciler olarak, esenliğimizi maksimize edecek bir yaşam tarzına sahip olmamız isteniyor. Evde bulaşık yıkamak gibi sıkıcı işleri, farkındalığımızı artıran faaliyetler olarak görmemiz gerekiyor. Günümüzde ekmek pişirmek bile, esenliğimizi geliştirmenin bir yolu olarak görülüyor.” (s. 11) Yaşamı tüketmenin doğru yolları aslında, bir de satın alınıyorlar neyi yaşayacağını bilmeyenlerce, paternal tınıya gereksinim duyanların yanında “sağlıklı” topluma uyum sağlamak isteyenler en iyi müşteriler. Sağlıklı yaşamın ideolojiye dönüşmesinin ardındaki sebepler kurcalanıyor bu makalelerde, insanın kendi değerini artırmak için yaptıkları, kaybettikleri. “Biyo-ahlak” üzerinden eleştiri. Ölümü göze sokan reklam panoları olarak görebilir miyiz obezleri, House’u madara eden nadir insanlardan biri olan obez karakter bu konuda iyi bir örnek. Keyfi için, kasten çok yediğini söyler adam, şişmanlıktan ölmeye niyetli değildir, sadece güzel bir yaşam için aşırı yemeyi tercih etmiştir. Burada sağlık toplumuna sıkı bir eleştiri var da aşırılığın hazdan kaynaklanması da bir diğer çıkmaz sokak, Shame üzerinden anlatılan bu aşırılıkta bedenden medet ummanın umutsuzluktan çıkış yolunu göstermediği söyleniyor. Sırf sağlıksız yemek ve seks belli anları katlanılır kılar, daha fazlası için geçiciliğin sürdürülmesi gerekir, oysa bedensel haz kısıtlıdır. Dışarıda aranması gereken bir ışığın olduğunu unutturur, insan döngüden kurtulamaz. Başka bir var oluşu bilememeye yol açar bu, kapana kısılmadır, arayışı bitirir. Daha doğrusu nesnenin aranışını sürdürür fakat sorun fiildedir. Obezlerin toplandığı dernekler, birbirlerine HIV bulaştıran eşcinseller, kısacası sağlık toplumuna tepkilerini gösteren gruplar aşırılığa kaçarak “kendilerini gerçekleştirme zorunluluğundan kaçamamış görünüyorlar”. Gerçek ve hakiki benliği aramanın bir parçası sadece, başka yoldan. Arayış konusunda uç noktalara yöneltme de bir nevi rıza üretimi, tüketime devam. Kerterizi karşı kutuptan belirleyerek.
İyi giyinmek, iyi görünmek, şirketlerin spor salonlarıyla anlaşıp çalışanlarını yönlendirmesi. Mesainin sürdürülmesi bedenin “zayıflığı”yla sağlanıyor, iştir o da artık, üretkenliğin sürmesi için itekleme. Kaç yıl boyunca üstelik, belli bir beslenme düzeninin yanında doruk performans anları sağlamak işyerindeki verimliliği artırıyor. Fortune 200’de yer alan şirketlerin %70’i çalışanlara fitness programları sağlamış, sağlık sigortası için zorunlu bir önkoşul sayılıyormuş bu program. Şişmanlık utanç kaynağı, aşağı insan hastalığı. “Çalışanlardan yalnızca sağlıklı olmaları değil, ahlaki ve estetik sorumluluk sahibi uyumlu insanlar olma kararlılığını da göstermeleri bekleniyor. Bu uygulamaların kurumsal aidiyet duygusunu güçlendireceği varsayılıyor.” (s. 47) Metni hatırlamıyorum, işyerlerinde bu aidiyeti güçlendirmek için aptal aptal eğitimler, etkinlikler için harcanan kaynağın yanında canı çıkan çalışanların yardım çığlıkları anlatılıyordu bir yerde, şahsen deneyimledim. Dün eğitim vardı, zamanı doğru kullanma konusunda uzman biri geldi, zamanı doğru kullanma konusunda nasıl uzman olduğunu anlattı, zamanı doğru kullanmanın yollarını on beş dakikalık YouTube videosu izleterek gösterdi. İkramlar iyiydi, bu sebeple sabahtan öğlene maruz kaldım zamanı doğru kullanma tekniklerine, yemek arasında kaçtım ve zamanı doğru kullanmayı öğrendiğimi fark ettim böylece. Makalelerden birinde değiniliyor, zamanı doğru kullanarak, verimimizi artırarak neye fayda sağlayacağımız düşünülüyor? Hep daha iyiye gitmenin bir sonu olmadığı gibi gidememenin götürüsü çok fazla, bu tür zımbırtılarla uğraşan insanların önemli bir kısmı başarısızlığın kendilerini çok mutsuz ettiğini belirtmiş. İş burada kişiselleşiyor: varlığımı hissedemedikten sonra içine edeyim öyle hayatın açıkçası, beni olduğumdan başka bir şeye evirecek hiçbir ögeye en ufak bir ilgim yok. Daha iyi mi söylenenleri, dayatılanları yapsam, bunun dahalıkla bir ilgisi yok, olma borcumu sadece kendime ödediğim gibi istediğim oluşu ben biçimledim, kendi eserimim, varlığımın en iyi versiyonu bu çünkü çevremle benliğimin tam arasında bir yerdeyim, Goldilocks bölgem. Konuya döneyim, iş sırasında yürüyüşe çıkmak veya işten sonra spora gitmek istemem, bunları işimden bağımsız biçimde yapmak isterim. İş sadece maişetimi temin ettiğim bir ticaret yeri, ötesine karışmamalı. Karışınca yürüme bantlı koltuklar çıkıyor ortaya, çalışanlar bu koltuklarda oturup iş görürken yürüyorlar aynı zamanda. Bunların ölçümlerle de ilgisi var bir açıdan, insanlar kalplerinin dakikada kaç kez attığını, tansiyonlarını, bilmem nelerini ölçüyorlar sürekli, paylaşıma açıyorlar. Teşhircilik işte, ne kadar süper olduklarını göstermek övünç. Avanak insanların yaşamlarından kesitlere maruz kalıyorum bazen, biri diyelim, sıradan bir gününün nasıl geçtiğini göstermek istiyor. Neden izlemek isteyebileceğime dair hiçbir fikrim yok, izlemiyorum, genellikle giyinme faslında sonlanıyor benim dikizlemem de bu insanlar en iyi versiyonlarıyla piyasaya çıkıp nasıl yaşanması gerektiğini söylüyorlar. Nasıl giyinmeli, ne yemeli, nerelere gitmeli, bir dünya tatava. İnsanlarla genel olarak neden anlaşamadığımı düşünüyorum, benzer pozları kesmeye çalışıyorlar ya da beyinleri yanmış bu tür şeyler yüzünden, olmuyor. Bir şey öneriyorlar bana, birinin videolarını mutlaka izlememi öneriyorlar, bir şeyi mutlaka okumamı öneriyorlar diyeceğim, bir iki arkadaşım hariç etrafımda hiç kimse hiçbir bok okumuyor, bir yere mutlaka gitmemi öneriyorlar, kendi tecrübelerini mutlaka yaşamamı öneriyorlar. Doğru yaşamanın ne olduğuna dair sarsılmaz fikirleri var. Bu, beyinsizliktir. Şöyle özetleyeyim bu makaleyi: “İş, sağlığımıza özen göstermemizin önünde bir engel oluşturmak yerine, kişisel bakımımızla ilgilenebileceğimiz bir yer ve zamana dönüşüyor. Fakat diğer yandan egzersiz yapmak da bir tür işe, şirketlerin talep ettiği ideal bedeni formda tutma işine dönüşüyor.” (s. 49)
Pek çok düşünürün ürettiği pek çok kavrama yer veriliyor makalelerde, ben “Süperego’nun otoritesi”ni öne çıkarmak istedim. Bunu içselleştirmek kaçınılması imkansız bir suçluluk duygusu yaratıyor, saldırgan bir suçluluk. Kendimizden nefret ediyorsak bizden daha az nefret eden bu otoritenin sesine kulak veririz, keyif de verir zira, diyeti bozmak bir yandan suçluluk hissettirirken diğer yandan keyif verir, gizli ihlaller yaratırız kendi kendimize, direnmeye çalıştığımız şeye daha da bağlanmış oluruz. Hem sonra Vicky Pollard oluruz, fena. Bu karakter sosyal yardımla geçinir, sigarası alkolü eksik olmaz, küfürbazdır, kısacası utanılacak biridir. İşsizliği böyle sembolize edince, eh, toplum bunlara karşı cephe alıyor ama durum bu değil tabii. İşçi sınıfından kadınları “kontrolden çıkmış” olarak göstermek ana akımın başlıca işiymiş bir zamanlar, yaşam tarzı uydurmalarıyla ahlaksız oldukları fikri yaygınlaştırılmış. “Kadınları ve azınlıkları alay konusu etmenin toplum tarafından hoş karşılanmadığı bir dönemde, şişmanları hedef alan ayrımcı mizah hâlâ mümkün görünüyor. İnsanlar şişmanları hep komik bulmuştur. Fakat dikkat çekici bir şekilde, günümüzde şişmanların sadece cüssesine değil, budalaca yaşam tarzı tercihlerine de gülüyoruz.” (s. 64) Yeriliyor sağlık toplumunun bir parçası olamayan insanlar, onlar da çalışanlar gibi sağlıklarına dikkat etseler, sağlıklı beslenip sağlıklı yaşamlar sürdürseler çok iyi olurmuş. Bunları becerebilen gönlü geniş insanlar kurtarmak istiyorlar düşkünleri. “Peki ama bunu nasıl başarabilirler? Barınma koşullarını iyileştirerek mi? Onlara düzenli bir gelir sağlayarak mı? Ya da sağlık hizmetlerine erişimlerini kolaylaştırarak mı? Hiçbiri. Göründüğü kadarıyla, doğru yanıt şu: Onlara organik sebzelerden sağlıklı yemekler yapmayı öğreterek.” (s. 68)
Cevap yaz