Byung-Chul Han – Şeffaflık Toplumu

Olumsuzluk istenmez, olumluluk toplumu şeffaflığın temelinde inşa edilir. Şeffaflıkla olumluluk arasındaki bağıntı pek irdelenmiyor, hızlı bir denklem: Şeffaflığın istenmesinin sebebi siyasi ve ekonomik denetlemenin kolaylaşması. Olumsuzluktan arınan şeyler enformasyon ve iletişim ağında kolay anlaşılabilecek forma bürünürler, Kiyarüstemi’nin Zendegi va digar hich‘indeki uzun yolculuğun, depremin yıkımını izledikleri maçlarla unutmaya çalışan halkın bir fotoğrafa ve fotoğraf altı yazısına indirgenmesinde ortadan kalkan olumsuzluğun filmi izlerken harcayacağımız kaynaklar olduğunu söyleyebiliriz, izlenen ve anlatılan zaman tek bir âna sıkıştırılır, şeffaflaşır, “optimize şimdi” halinde tüketilir. Şeffaflık isteğinin bağlamın biraz dışındaki bir örneği bu, yine de şeylerin tekilliklerinden arındırılmalarına bir örnek. “Günümüzde toplumsal sistem bütün süreçlerini, bunları işlemselleştirmek ve hızlandırmak amacıyla şeffaflığa zorlar.” (s. 16) Filmler fotoğraf karesine indirilir, görüntü ile göz arasındaki dolayımsız temastan ötürü pornografik bir alımlayış söz konusudur, farklı bir algılama süreci işlemez. “Şeffaflık toplumu aynılığın cehennemidir.” (s. 16) Hizaya getirmedir, birey teşhirin çekimine kapılıp güruhun parçası haline gelir. İki yönlü, gördüğünden daha fazla görmek için kendini görünür kılmalıdır. Bret Easton Ellis’in Glamorama‘sındaki mantra: “Ne kadar iyi görünürsen o kadar iyi görürsün.” Bir nevi meditasyon, insanın kendi başınalığını bırakıp paylaşabileceği her şeyi paylaşması, paylaşılanları beğenmesi, paylaştıklarının beğenilmesi, daha fazla görünmek için emeğini birtakım yapay göstergeler için harcaması, daha fazlasını görmek için bazı kilitleri satın alıp açması, kusursuz tüketim. “Sadece makineler şeffaftır. Hayatı hayat yapan kendiliğindenlik, olay doluluk ve özgürlük şeffaflığa izin vermez.” (s. 17) Özgürlüğün içeriği değişmiştir, birey mahremiyeti dilediğince kullandığı zaman özgür olduğunu hisseder, oysa Freud’a göre insan kendine bile şeffaf değildir, id ve ego ilişkisinden doğan boşluklar insanın karanlık noktalarıdır, aradaki mesafe insan doğasının biricikliğinin bir parçasıdır. Han’a göre bu alanlar ışıklandırılır ve tüketilir, neyin tüketildiği tam olarak idrak edilmez bile, gündeliğin her deneyimi, her duygusu açık edilir. Panoptikonu inşa edenler kendilerini panoptikonda mahsur kılanların ta kendileridir, şeffaflık toplumunda karanlık bölgeler istenmediği için en gözlemlenebilir noktada konumlanırlar. Boşluk, sezgiler, öngörülemezlik ortadan kalkar, makineleşmiş teşhir insanı ortadan kaldırarak temsili merkeze alır.

Siyasetteki şeffaflık istencinin olumsuz niteliğine bakıyoruz, en azından Byung-Chul Han için olumsuz, özel mülkiyet ve rekabete dayanan ticaret hayatının ihtiyaç duyduğu mahremiyetin ortadan kalkmasıyla siyasetin hiçbir türünün mümkün olmadığını söylüyor ama bu kapalılık her türlü sömürünün de üzerini örter, ticari sırlar denetlemeden, bir ölçüde şeffaflıktan muaf tutulursa günümüzün vahşi dünyasından farklı bir noktaya ulaşamayız. Gerçi burada şeffaflıktan kasıt bütün olumsuzlukları ortadan kaldırıp onay ve paylaşım toplumunun dayanağı haline gelen kabulcülük, apolitize edilmiş bireylerin sorgulamaktan vazgeçmeleri. Byung-Chul Han bu bağlamda Korsan Parti’yi eleştiriyor, partinin siyasi iradeyi dile getirebilecek bir durumda olmadığını söylüyor. Tartışılır.

“Teşhircilik Toplumu”. Benjamin’e göre kült görevi üstlenen nesneler görülmelerinden ziyade mevcudiyetleriyle vardır, erişilemeyecek bir mekânda gözlerden uzak tutulur, bazı Meryem resimleri önemli günlerin dışında örtük durumdadır örneğin. Mesafe, uzaklık ortadan kalkar, her şeyin görünür ve ulaşılabilir olduğu dünyada “aura” tümüyle kaybolur. Bireyler aynılaşınca ortada tartışılacak hiçbir şey kalmaz, etkileşim ihtiyacının güdümünde bir yaşam. Bauman’ın akışkanlık kavramı biraz karşılar bunu, Akışkan Aşk‘ta gelişen teknolojiyle birlikte iletişimin nicelik olarak daha tatmin edici hale gelmesinin niteliği hiç etkilemediğini, hatta gerilettiğini söylüyor Bauman, istediğimiz birine her an erişebilmeyi idrak etmek yaşam kalitesini düşürücü ölçüde tavsatıyor insan ilişkilerini. Erişilebilmekle şeffaflığın dinamikleri benzer işliyor, açıkta ve bir tuş kadar uzakta olanın varlığı buharlaşıyor, her an bilinebilecek olan bilinmeye değer hiçbir şeyi kalmayana kadar transparanlaşıyor. Han bu mevzuyu Lévinas’tan Barthes’a kadar pek çok düşünürün kavramlarını kullanarak inceliyor, örneğin Barthes’a göre fotoğrafçılıkta zamanın olumsuzluğu yaşam biçimimize son derece uygun, zaman geçtikçe yaşamların eskimesini kanıksadığımız gibi basılı fotoğrafların yıpranmasını da kabul ederiz, yaşadığımızı böyle hissederiz çünkü, zaman bizim üzerimizden geçmeyebilir, hissedemeyebiliriz ama nesnelerin üzerinden geçtiğini inkar edemeyiz. Dijital fotoğrafçılıkta zamanın nesne üzerindeki etkileri, olumsuzlukları ortadan kaldırılmıştır, makineyi parçalamadığımız sürece o fotoğraf çok uzun bir süre hafızada kalacaktır, üstelik insan hafızası gibi kusurlu da değildir fotoğrafların tutulduğu yer, tanıklık dijital ortamda kaldıkça fiziksel olarak eskimez de tesiri eskir diyebiliriz. Farklı açılardan yaklaşıyor mevzuya Han, teşhirciliğin sanat eserleriyle bağını incelerken “sergileme zorlamasına” değiniyor. “Teşhircilik toplumunda her özne kendi reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu pornografik bir toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, ifşa edilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, ortaya serilmiş durumdadır.” (s. 28) Ontolojik ikamet yerini enformatik varoluşa bırakır, “Heideggerci anlamında şey de tümüyle ortadan kaybolur. Şey, sadece kült değeriyle dolu olduğu için sergilenmeye gelmez”. Olabildiğince sade, bilgiden arındırılmış sergileme hızla sömürülür ve tüketilir, hele anlama hiç yer verilmez çünkü artan hızla birlikte yavaşlatıcı bütün süreçler sistemin dışına çıkarılmıştır.

“Porno Toplumu”. Benjamin’e göre güzelliğin müphemliği, örtü ile örtülenin bağı arasındaki ilişki insanın estetik algısını harekete geçirir, bilişsel yapı işlemeye başlar, güzelliğin ardındaki “sır” tam olarak açığa çıkarılamayacak kadar karanlıktadır. Bu diyalektik yapı “yüce”yi ortaya çıkarır ve bu yücelik sergilemeyle birlikte ortadan kalkar. Göstermekten başka hiçbir amaç güdülmez, “sadece teşhir edilmişliğine indirgenmiş çıplak yüz müstehcendir” ve metaya dönüşmeye yatkındır, değerin en üst noktaya çıkması bu tür bir sergilemeyle mümkündür. Pornografik değer artarken gizemin sunduğu tatmin azalır. Agamben’in teolojiden devşirdiği teşhire dair düşünceleriyle Barthes’ın sinemasal göstergeleri bu bölümün temelini oluşturuyor.

“İvme Toplumu” nam bölümde Sartre’ın bedenle ilgili görüşlerine geliyoruz, aralarda bir yerde Sennett çıkıyor ortaya, kamusal insanın çöküşü ve “sahne” alegorisinin gösterdiği gibi insanların yaşamda kimliklerini, yüzlerini nasıl yitirdiklerine dair söylediklerini ele alıyor Han. Önce Sartre, bedenin salt etin olgusallığına indirgenmesi müstehcenliğe yol açıyor, dolayısıyla temelsizmiş gibi görünen davranışlar, edimler aşırılığa yöneldiklerinde “şişmanlama, yığınlaşma, urlaşma” kaçınılamaz hale geliyor, çoğunluktan kurtulmak zorlaşıyor. İki kavram var burada, dinî tören alaylarının anlamıyla anlatısallıktan yoksun işlemler zıt kutuplarda yer alıyor. Erginlik ayinleri, kutsal işler güçler hep bir amaç güder, kendi zamanına sahiptir, ağırdır, akış hissedilir, dolayısıyla müstehcenlikle hiçbir ilgisi yoktur. Hac yolculuğu örnek olarak verilmiş, bu yolun hızla aşılması değil de zorlukla, anlamı düşünülerek aşılması kefaret, şifa ve şükran gibi anlamları daha görünür hale getirir, selamete kavuşma amacı insanın psikolojik dinginliğini korumasını sağlar. Psikolojik dinginlik iyidir, ölçüsüzce yaşayan ve neden öyle yaşadığını bilmeyen insanın boşluğundan çok uzaktadır, insana dünyada bir yeri olduğunu imler, türlü olumsuzlukla mücadele gücü verir, diğer taraftaysa aşılacak yolların pürüzlerinden arındırılması ve düzgünleştirilmesi şeffaflık demektir ve şeffaflık da malum, dolaysız keyfi ortadan kaldırır.

“Enformasyon Toplumu” başlığında Platon ve mağara metaforu ele alınıyor, ideal olanı incitmemek için şairsiz bir toplum isteyen Platon’un aslında şeffaflık toplumu dilediği söyleniyor. Makalelerin önemli bir kısmını özetleyen şu paragrafı alıntılayıp bitiriyorum: “Şeffaflık toplumu sadece hakikatten değil görünüşten de yoksundur. Ne hakikat ne de görünüş şeffaftır. Tümüyle şeffaf olan tek şey boşluktur. Bu boşluğu bertaraf etmek için bir enformasyon yığını devreye sokulur. Enformasyon ve resim yığını, içinde boşluğun kendini hâlâ gösterdiği bir bolluktur. (…) Enformasyon yığını hakikat oluşturmaz. Ne kadar çok enformasyon serbest kalırsa dünya o kadar karmaşıklaşır. Hiper-enformasyon ve hiper-iletişim karanlıkta bir ışık olamaz.” (s. 61)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!