Ailesi geçmişe bakmaktan kaçındığı için tarihçi olmuştur Hester, annesiyle babası dalga konusu oldukları için tam bir Amerikalı olmuştur, parçalanmak istemediği için akar gönüllü olmuştur ama akmak da parçalanmaktır, Amerikalı olmak aşağılanmaktan geri bırakmaz insanı, en önemlisi de mikro tarih tekil örneklere yoğunlaşsa da araştırmalar hep daha büyük hikâyelere, daha büyük anlatılara doğru ilerlemeye yol açar, özellikle Hester’in durumunda. Münih’e gittiğini yalnızca birkaç kişiye söylemiştir, orada bağsız, yurtsuz bir persona icat etmeye çalışır ki Profesör Heinrich Falk’ın yaşamını bembeyaz bir sayfaya dökebilsin, bütün ön kabullerden kurtularak. Nedir, Hester unutmaya çalışsa da kafasına kakıldığı üzere has Yahudi’dir, annesiyle babası Münih’ten zar zor kaçabilmişse de ailesinin geri kalanını Naziler katletmiştir, Orta Çağ’dan çekip çıkardığı sözde araştırma konusunun bir kısmını aydınlatmak için görüşmek istediği -başlangıçla sonuç arasındaki farktan doğuyor aslında roman- Falk’ın yaşamına bodoslamadan dalmasında Yahudiliğini “hatırlamasının”, daha doğrusu zorla hatırlatılmasının etkisi vardır tabii, aslında en başından beri kayıp tarihini araştırmak istediğini söylemek aşırı yoruma kaçabilir ama en azından başlangıçta niyeti Falk’ın yaşamını, ailesini incelemek değildi. Sonradan pörtler bu, bir şeylerin gizlendiği yönündeki sezgisi ayyuka çıkınca. Bulmayı umduğu bilgileri bulamayıp Almanları hiçbir zaman affedemeyeceğini anlayınca. Falk’ın acımayla dolu hayranlığını daha ilişkilerinin başında fark eder aslında, dünyaya Yahudi bebekler getirmek için elinden geleni yapmaya razıdır bu çekici adamımız, ne ki finalde Hester’le tartışırken ima ettiği gibi “makbul Yahudi” istemektedir, Daniel Jonah Goldhagen gibilerini değil. Hitler’in Gönüllü Cellatları‘nın yazarı Falk’a göre bütün Almanları töhmet altında bırakmaktadır, hani yapılanları bilmediklerini söyleyenleri bile. Metni okumadım, bilmem ama Dachau’nun yerleşim yerlerinin dibinde yer alması gibi pek çok karanlık noktaya dokunur Hester, yapılanları bilmemek ancak kafayı kuma gömmekle mümkündür, Hester seyahati boyunca bu düşüncesini somut örneklerle zaman zaman destekler, Falk’ın aşırıya varan hassasiyetinden işkillenmiştir bir kere, en sonunda da tartışmayla patlar işte mevzu. New York’a dönüp araştırmalarını sürdürdüğü son bölüme bakarsak adamla ilişkisini tamamen kesmiş, büyük aşkını toprağa gömmüştür, başka türlüsünün olamayacağını kabullenmiştir zira hiçbir zaman unutmayacaktır, değil ki aşk hakikatten güçlü olsun. Falk’ın savları da zayıftır açıkçası, eylemlerine yansımamıştır. Muhabbet sırasında Münih’te çok Hırvat olduğundan, Almanların Hırvatları pek sevmediklerinden bahseder Falk, Hester dayanamayıp sırıtır, Almanların da pek farklı olmadığını söyler. “‘Evet, bizler de öyleydik tabii. Ama biz kendimizi affetmeye uğraşıyoruz. Almanların değiştiğine, Hırvatların ise değişmediğine inanmak hoşumuza gidiyor.’ Bunun saçmalığını kendisi de kabul ederek sürdürüyor sözünü. ‘Elimde olsa, ne kadar dazlak, neo-Nazi, faşist varsa gördüğüm yerde vururdum.’ Gülümsüyor sonra, o katil gülümsemesiyle, ve yine anlatıyor. ‘Galiba böyle konuşmak beni de bir faşist durumuna düşürüyor. Herkesin eğilimleri vardır. Zeki ve duyarlı insanlar bile zaman zaman kötü düşünceler beslerler. Ama böyle düşüncelere göre davranmamak gerektiğini biliriz, haysiyet sahibi insanları sokak süprüntülerinden ayıran da budur.’” (s. 45) Affetmeye çalışmak bir iyilik teşhirine dönüştüğü için ne Almanlara ne Yahudilere faydalıdır hikâyede, üstelik rasyonel düşüncenin de tarihte görüldüğü üzere çoğu zaman cortladığı sabittir, yani Hester’in bölümün sonunda özetlediği üzere “ne yapacaksak onu yaparız, sonra da bu yaptığımızla birlikte yaşamanın bir yolunu buluruz”. Almanların henüz bulamadığı malum, kodamanları İsrail’in arkasında durdukları gibi uşak yerine de koydular üstelik İsrail’i, İran’a düzenlediği saldırılar nedeniyle. Uzak zamandan, yakın zamandan, her yerden iz buluyor Hester, örneğin ailesinin gömüldüğü mezarlığı şans eseri buluyor, öyle bir gizlenmiş ve bakımsız bırakılmış ki bulmak mümkün değil neredeyse. Hester’de “uyanışın” ilk göstergesi toplu taşıma ücreti ödememesi herhalde, devletin sunduğu imkânları kullanırken hiçbir şekilde para ödemek zorundaymış gibi hissetmiyor kendini, sebze satıcısının kabalığıyla baş etmeye çalışırken gözleri doluyor sonra, Almanca konuşmadığı için hiçbir şekilde suçluluk duymayacak.
Falk’ın yaşamını baştan sona katetmeye çalışır Hester, adamın eski eşlerini, annesini, doğduğu yeri, çocuklarını, torunlarını, üvey abisini, nesi varsa topunu öğrenmek, kaydetmek ister, iyi bir araştırmacıdır. Notlar alır, Falk’ın annesinin anılarından faydalanır, adamın söylediklerini “inciler” başlığı altında başka bir defterde biriktirmeye başlar, metin bu parçalardan oluşur da ağırlık Hester’in anlatıcılığındadır, Almanya’yı dolanırlarken türlü olaylar karşılaşan karakterin dönüşümünü yakından takip ederiz böylece. Mesela tam olarak ne istediğini ifade etmediği için azarlanmıştır Hester, oysa Falk’a göre doğrudan İngilizce konuşup kendinden emin olsaydı Alman kibrinden uzak durabilirdi, işi gücü yolunda giderdi. Çok alakasız ama tax refund olayında işimin yokuşa sürülmesini hatırladım, bundan sonra Falk’ın dediği gibi yapacağım, çok önemli bir şey öğrendim sanıyorum Almanlarla ilgili. İkinci mesele Davud’un Yıldızı, Hester mağazalardan birinden satın aldığı kolyeyi taktığı zaman herkesin şeker şerbete döndüğünü fark eder, Yahudilere azami ölçüde kibarlık gösteren Almanlar başlı başına bir hatırlatıcı olarak Hester’i rahat bırakmazlar. Kolye çıktı mı, Rumenlerden farkı kalmaz artık, Doğulu gibi muamele görür. Günlük yaşamın içinde Yahudiliğini hatırlatacak yüz seksen beş olayla karşılaşınca, eh, ailesinden ötürü utandığı kimliğine bürünür nihayet, Falk’a duyduğu aşkın yerini kimliğine duyduğu ilgi alır zamanla. O da ayrı hikâye, Falk romanın yarısı resmen, annesiyle kurduğu sağlıksız ilişki olsun, babasının yokluğu olsun, daha çocukluğunda yaralanmıştır, yetişkinliğinde pek çok kadınla birlikte olup annesiyle babasını aramıştır bir anlamda, Hester’in yorumlarından anlaşılacağı üzere -eşleriyle de görüşür Hester, bir torunları görmez doğal olarak- kadınlardan bazıları annesini anımsatır, bazıları babası gibi çekip gitmeye meyillidir ki Bettina’yla ilişkilerinin başlayıp bitmesinin sebebi iki taraflı güvensiz ilişkilenmedir, ikisi de eşlerini boşayıp evlenirler ve birbirlerini ne zaman aldatacaklarını düşünüp telaşlanırlar, kehanet kendini gerçekleştirince de yollarına giderler. Bettina yıllar sonra bile öfkeli olduğunu Hester’e söylüyor, adamın elinden hiçbir iş gelmediği için bir gün kafayı yemiş kadın, anında tekmeyi basmış. Çocuk gibi bir şey aslında Falk, ilgisini çeken şeyler karşısında dikkati hemen dağılıyor, kadınlar söz konusu olduğunda ailesini unutuyor, kısa süreli aşk için ideal karakter. İlk eşi Konstanze o kadar iyi tanıyor ki Hester’i görür görmez anlıyor belki, emin olmak için sorduğunda durumu öğrenip uyarıyor, Falk mutlaka kalbini kıracak. Bambaşka bir şekilde kırıyor, konu kadınlar değil.
İlk kayınpeder Nazi, abi çocukluğunda Nazilerin kamplarına katılmış ama ideolojik bir yüklenmeyle çıkmamış oradan, çocuk ne yaparsa onu yapmış işte. Hester en fazla sempati buluyor görüştüğü akrabaların tavırlarında, Nazi yanlılığı pek yok. Olması lazım. Konuşmalardaki samimiyetsizlik, aşırılık, azlık, rahatsız edici ne varsa ortada, o zaman bir yerde bir şey. Falk’ın ailesinin mektuplarını kurcalamaya başlamadan önce gecenin bir yarısı uykusundan uyanıyor, Falk’ın sorularını nezaketle yanıtlamaya çalışıyor ama işi zor. İzin verdi, Falk notlarını inceleyebilir ama düşündüklerine, hissettiklerine karışamaz. Kızının meme ucu hakkında fikrinin olması Falk’ın, rahatsız edici, Almanların Yahudilere bakışına dair izlenimler, çarpık, kısacası Hester’i istediği gibi biçimlendirememiş adam, biraz da bu yüzden çıkışır gibi oluyor ama asıl mesele ağzından kaçırdığı birkaç söz. Yeterince derinlere gömülürse unutulur, affedilir, hayır, Unutmanın Elkitabı‘nda Lewis Hyde’ın değindiği gibi baskıyla olacak iş değil, anlamsızlığın yayılacağı kadar uzak bir olgu haline gelmesi lazım şeylerin.
Dört dörtlük roman açıkçası, yayınevi olsam anında basarım.
Cevap yaz