Berrin Karakaş – Hayalhane

Otofiksiyon, otofiksasyon, gerçeğin acı yanını, gerçek acıyı sembol yamalarla kapamak biraz. Kırk gün kırk gece boyunca yazılacak roman, Şehrazad elbet var, gelenek görenekler, amcalar teyzeler, yer değiştiren benler mesela, babadan oğula geçip bütün kadınları âşık eden ben, kimin yüzündeyse ona. Geçmişten, ta nerelerden gelen, gelirken yolda değişen hikâyeler, anlatıcı Hayal bazılarını istemiyor da geri yolluyor, geleni uzun süre tutup ayrı bir bölümde, bazen bir güne yayarak anlatıyor, etkisi altında kaldığı boş çivilerin, uçamayan kuşların çağrıştırdığı neyse artık. Hayal, Berr, Berrin, geriye doğru ilerleyiş, roman bitesiye kim olduğuna dair doğrudan, değiştirmediği çok az bilgi veriyor anlatıcı, gazetecilik okuduğunu araya sıkıştırıyor, yıllık izin kullandığını dereye bırakıyor, pop yıldızının peşinden doğduğu Mevlânâ Şehri’ne gittiğini söyleyerek ince ince kurduğu düşsel, düşümsü, düşlek(?) dünyayı cart diye yırtıveriyor ama o kadar gerçek herkeste olur herhalde, insanın bir ayağı gerçeğe basmadıktan sonra diğer ayağını nereye atsın, Hayal sadece hayalî bir anlatıcı olarak mı dolansın anlattığının orasında burasında, zaten metnine verdiği addan ötürü varlığı metnin varlığına armağan edilmiş, bunun yanında Kürtlerin ve Ermenilerin hikâyeleri somutluklarını korumuştur. Lojmanlarda, şehirde sürekli dinlenen hikâyeler Hayal’in kulaklarına da gelmiş, beyince işlenirken kılık değiştirmiş ve geçmişin bir parçasına dönüşmüştür, aynı şekilde Alevilik de, gerçi karakterlerin Aleviliği meseleyi sürekli canlı tutmaktadır. Karakterlerin Aleviliği capcanlıdır, Alevice severler, Alevice sevişirler, biri Zülfikar’a dönüşür veya Zülfikar olarak doğup insana dönüşmüştür, “Kurtadam dilemması”, aslında bu amorf yapıyı düşününce Sandman de geliyor akla, onun değiştirebildiği kendi âleminde geçen hikâyeler toplamı diyesiyim, öyle değil, net çizgilerle belirlenmiş bir zaman akışı, hikâye bütünlüğü yok. İlk bölümde sadece, karakterlerin piyasaya çıkması için: Zahiri Hanım var, bir de Batıni olsa, ama yok, Teşvikiye’deki evinde rüyasında rüya gördüğünü görüyor, roman buradan doğmuyor çünkü Hayal henüz kendini atmada ortaya. Melek Hanım kızı beş yaşındayken ölmüş, bir yerlerden izliyor Zahiri’nin kendinden yirmi yaş büyük Kadri Bey’le evlenmesini, Kadri Bey’in sadakatsizliğini, Nokta Efendi’nin doğuşunu. Yirmi yıl sonra da Hayal doğacak, Nokta Efendi atalarının kaderini sırtlanacak gibi olacaksa da Hayal başka bir aşka daha kapılacak, şehrin dervişliğine soyunan Frengi Beyefendi bir ulunun söylediğine göre Hızır’mış, öyle belleyecekmiş dünya, şiirleriyle yardım edecekmiş insanlara. Zararı mı dokunuyor yoksa, Hayal nasıl bir yaşam sürdürmek istediğini hiç düşünmediği, her şeyi romanına katık etmeye çalıştığı, aslında romanını yazmak için yaşadığı için, Nokta Efendi’ye kırk gün kırk gece sonra romanını hediye etmek istediğinden, eksik gedik hiçbir şey kalmasın diye görkemli felaketler yaratmaya meyli olduğundan bu aşka da kapı aralıyor. Aşk kapıyı kırıyor ya da. Sonuçta Hayal yazdığı hikâyedir, hikâyeyi yazan kalemdir, her ne haltsa odur. “Başıma gelen bunca şeyden sonra tam, ‘Ben konuşan kitabım,’ diyecektim ki, insanlığımı bilip yine geri çekildim. Başladığım noktanın ve adımın baş harfinin sayısı 0 olduğu için, perdeye giden bu uzun yolculuğun ilk bölümünün sayısının da 0 olmasına karar verdim. Bu yüzden burada rahatsınız. Burada, aslında yoksunuz. Burada aslına hepimiz, Hayalhane’nin kendisiyiz. Bu yüzden rahat olalım. Nasılsa, var olan yoktur.” (s. 14) Henüz ışık yok, haliyle gölge, hikâye de yok, sadece devinime hazırlık bu katıldığımız. Bölüm başlıkları Hallac-ı Mansur’un bir şeyinin bir şeyleri, dinî referanslara da hazır olalım. Konya’da büyük şairin müzesinde dolanan Hayal’i dellendiren adama mesela, Şems’in çok yakın bir dost olduğunu söyler de açmaz meseleyi, Hayal tepki gösterir. Allah’ın bile anlamayacağı bir durumdur o, insanların gerçeği saklama çabaları, gerçeğin çarpıtılması nedir öyle, gerçi Hayal daha azını yapmamaktadır ama tarihtir, başkalarının tarihidir onun değiştirilmesine katlanamadığı.

Şair Nigâr Sokağı’nda başlayan hikâye, çoktan başlamadıysa: Sağnak Apartmanı, Hayal’in metinlerini yazdığı yerlerden biri, Nokta Efendi’yle birlikte sığındıkları mekân. Babası Kadri Bey’den beni alan Nokta hemen âşık etmiş Hayal’i kendine, mutlu, mutlular ama şiirin sesini nerede olsa duyuyor Hayal, bir şeyleri tersyüz etmeyi seviyor çünkü “yenilmemek için yenilenmek” diyor sonlara doğru, yıkarak ilerleyecek, ilişkilerini de. Geçişlerin benzer sembollerle kurulduğunu -“kurgullah” geçiyor bir yerlerde, güldüm- göz önüne alınca öyle biricik yaşantılar beklememeli, yani Frengi şiirlerin büyüsüyle, birazcık da gevezeliğiyle etkiliyor Hayal’i, Nokta’nın kendine has bir dinginliği, beyaz diyarlara tepik attıran hapları ve tozları var ama Hayal’in anlatımında ikisi bir. Kaygısını şuralardan buralardan anlarız: “Bugüne kadar yazdıklarımı ardı ardına sıralasam da, bu romandan kurtulsak diye düşünebilirim de, istemiyorum böylesini. Sonuçta işçilik de gerekli. Her biri ayrı ayrı işçiliklerde dokunmuş aynı romanlar, hiç fena olmayacaktır.” (s. 198) İşçiliği sağlamıştır zaten, belli izlekler üzerinden kurduğu hikâyede artık ne koysa ortaya, bağlanmayacak gibi görünen hangi ögeyi atsa bu ağa yakalanır, yaşamın bir parçası olur çünkü her şey yaşamın parçasıdır, Hayal’in hikâyesini yaşamından ayrı düşünemeyeceğimizi kendi de söylüyor zaten, tekrara meyilli metin doğal olarak. “Aslında o kadar basit ki hikâye. Bütün iş belki de süsleyip püslemekte. Kulağı öyle değil de, böyle göstermekte. Gözlerin görmediğini göstermek, elbette en önemlilerinden biri lakin onu da anca, görmek isteyen gördüğünden… zor, anlayacağınız işimiz.” (s. 198) Depremler Şehri’nde miydi, Mevlânâ’nınkinde miydi, muhtemelen ikincisinde Arap komşuların yemeklerini yemezler zira Arapların pis olduklarını düşünürler, bu kurgunun neresine yerleştirileceğine göre kurgu veya gerçeklikten bir parça değildir, bu zaten hikâyeye yerleşir yerleşmez başlı başına bir hikâyedir, dolayısıyla Hayal’in değindiği meselede süslemenin de sınırlarının olduğunu bilmeliyiz. İzleklerden her kopuş yeni bir hikâyeye, anlatı yoluna çıkacağı için çok da dağılmamaya çalışıyor Hayal, ailesinin gizlerini eşelemeye başlamasıyla Nokta’yla sohbeti arasında öyle uzak bir mesafe yok, bu açıdan hikâyeleri birbirine orasından burasından başarıyla tutturuyor, takip etmesi zorsa da kırk parçası birbirini destekleyen bir kırkyama çıkarıyor ortaya. Neden yazıp çizdiğini düşündüğü bölümler, kurgunun ne olduğuna kafa patlattığı bölümler, eh, altlı üstlü yapılar çatanlar metinlerinin bir yerine uyandırma zili koyuyorlar, ne yapmaya çalıştıklarını, imza atarak adeta, kendilerine özgü şekilde gösteriyorlar, sanki çok fazla kurcalaması can sıkıyor Hayal’in, o kadar derinlere inecekse oyununun farkında olduğunu göstermesi inanmama yanılsamasına zarar verebilir. Vermeyebilir, dil kuvvetli bir şekilde destek çıkıyor metne, büyülüyor, sayfanın sonunda tekrar metne dalmış şekilde bulabilir okur kendini.

Şimdi ne var elde, hayatının her ânına zart diye ulaşabilen bir anlatıcı, istediği hikâyeyi çekip alabilir, alamadığını uydurabilir, tabii bunu ortaya koyduğu şablona uydurarak yapmak zorunda. Neden kısıtlıyor kendini metinlerle, bilemedim, sonuçta metinlerden çok daha tuhaf bir hayat var elinin altında. Şiirlere gömülmesi tamam, aşkınlığı sözcüklerle aktarabilmek pek az görülebilecek bir başarıdır, Hayal o yandan oldukça besleniyor. Kendi çıkmazını yaratıyor tabii, bir yanda Frengi var, diğer yanda Nokta, üstelik Nokta’yı bırakıp gittikten sonra Frengi’den umduğunu bulamıyor, geri dönecek bir Nokta’sı da yok artık, boşlukta süzülüyor öyle. Yeni yıl, bitmek zorunda olan bir roman zira kırk gün geçti, asıl nokta gelmeli gelebilirse, hikâyeler bitmeyecek gibi göründüğünden.

Dikkate değer bir metin, denk gelen baksın derim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!