Ahmet Karcılılar – Mavinin Reddi

Satılacak romanları okumaya çalışıyorum. Yer yok, kolileri açamıyorum, mevcutları elden çıkarayım da. Kitapların alayını Mustafakemalpaşa’ya taşısam 20.000 küsur papel gidecek, şunları eriteyim de öyle tayin isteyeyim, defolup gideyim şuradan. Her zaman da satılacakları seçmiyorum, arada iyilere denk gelmem bir yana, bazen gerçekten iyi bir şey okumak istiyorum. Karcılılar hayrete düşürdü bu açıdan, hemen satılacaklara koydum romanı. Düşünüyorum, “gafam şişti sendromu” bu galiba, yani o kurmaca anlayışına ne oldu yazarın, taklalar nerede, bu klişenin klişesi neden, bilemiyorum. Ortalama okura seslenme zamanı geldi sanıyorum yazar için, öyle uçarı metinlerden geçti de klasik polisiyeye yanladı sonunda. Ortalamayı yakalamıştır, ziyade olsun, bu damardan yürürse daha okumam. Yine yok mu alımlılığı, var ama karakterlere sıkıştırılmış, ölenle öldürülene. Nedim’in kupkuru kişiliğinde, anlatımında ışık yok, aralara serpiştirilmiş gizemlerin çoğu teknik problemler, sonradan zort diye açığa çıkarılan çözümlerle hallediliyor neyse ki. O kapıyı açmadan bu kapıyı nasıl kapamış olabilir, aa, e şuradan şöyle girip bu cortu bulursa tamam. O saatte orada değilse nerede, hıı, meğer o şu değil de bu. Çengel bulmaca bence klişe polisiyelere tepki olarak icat edildi, tek sayfada romanın verebileceğinden daha fazla heyecan veriyor. Sıkıntıdan ben öldüm maktulden önce, şu Nedim gebeşi de azıcık renkli olsaymış, yok, yine kurtarmazmış, anlatım biçimiyle de oynamak lazım. Bana gelmedi kısacası, sonuçta ölen biri var ve nasıl öldüğü ortaya çıkacak, sanat tarihinden mühim eserler katık, toplumsal arka plandan üç beş bir şey gelse mesajını borazanla duyururdu, yok. Hasılı bu yazı son derece taraflı, bundan sonrası makara, çıkışlar şu tarafta.

On yıl sonra kalemi eline alıp yediği haltı yazmaya başlıyor Nedim, hayatında işlediği tek suçu anlatıyor. Zaman aşımı diye bir şey varsa da yargılanmak istediğini söylüyor da ben mi bileceğim zaman aşımını Nedim, dolaylı yoldan seni ilgilendiren bir şey değil mi bu, bir yerlerden duymuşsundur yahu. Emeklilik dilekçesini vermiş, herkesi şaşırtmış çünkü büro amirliğine atanacakmış kısa süre sonra, emekli olmamasını isteyen amirine annesinin sağlık durumundan bahsedip yırtmış oradan da. Emekli edin şu adamı artık, bilinçaltının zamanla değiştirmesinden korktuğu bilgiler doğru çıkmasa da salın gitsin, görüleceği üzere geçtim bilinçaltını, komple bilinç bu adamın emrinde, diyalogları bile kelimesi kelimesine hatırlıyor, müthiş. O mühim günün sabahına gidelim, bir gün öncesinde polislerden biri gelip Nedim’e bir intihar vakasından bahsediyor, Sumru Hasçeri. Nedim ismi duyar duymaz kafasını çevirip camdan dışarı bakıyor, şiddetli bir lodos var. Bir şeylerin çağrıştığını hemen anlıyoruz, Nedim çaktırmıyor ama yalnız kalır kalmaz ağlamaya başlıyor, belli ki yara derin. Yani aslında değil, hikâyenin sonunda çok ciddi bir karar veriyor adam, hayatları değiştirecek kadar önemli de bunca el titremesi, ağlama falan, öyle bir durum yok. Sumru Hasçeri işte, intihar mektubunda Nedim’e teşekkür etmiş de ondan soruyor polis, geçmişe açılan kapıyı dank diye yıkıyor. Sumru’nun çocuğu o zamanlar çok küçüktü, on beş yaşında ölünce anne de peşinden gitmiş, Nedim geçmişi deşerek neyi ortaya çıkarmaya, anlamaya çalışıyor? Neden o kadar etkilendiğini düşünüyor, bulamıyor, on yıl öncesini anlatmaya başlıyor: 2005, Nisan, Fenerbahçe’yle Beşiktaş’ın maçı var o gün. Bu bilgiyle istediğinizi yapabilirsiniz, doğrudan bağlanmıyor olaylara. Neyse, Nedim cinayetçi, gecesi gündüzü yok, Marangoz’un telkiniyle geçmiş o bölüme. Kişisel tarihten sayfalar da giriyor araya, tırt ilişkisinden de bahsedecek arada, evliliği batırma biçimiyle Sumru’yu aşırı dandik biçimde bağdaştırarak falan. Marangoz adeta Gecelerin Yargıcı, Nedim’i karşısına alıp bir konuşması var, hayat dersinin en kralını gayet steril bir dille veriyor. Güzel kadınlar, aşklar, romantik şeyler yokmuş cinayette, ortam bambaşkaymış ama o bambaşkalıktan da bahsetmiyor ki. Nedim sonradan kızıyor adama, betona gömülmüş cesedi kar kış kıyamette çıkarmaya çalışmaktan bahsetseymiş hemen ikna olurmuş gelmemeye? Oğlum sen cinayete geçmeden önce on küsur yıllık polis değil miydin, hiç mi görmedin duymadın, hiç mi film izlemedin falan, bu ne cehalettir anlamadım ki. Bir tane küfür yok bu arada, lan lun en fazla. Mesela iki hafta önce sınav görevim vardı, okulda polislerle yarım saat muhabbet ettim, onlar karakterdi işte. Başka ne var, doldurma kısımlar gına getiriyor, eskiden teknoloji o kadar gelişmemiş de şimdi parmak izi, DNA, MOBESE falan varmış, her şey acayipmiş. Geri zekâlı yerine konduğumu hissediyorum şöyle şeylere denk gelince, yazarın aklından şöyle şeyler geçiyor bence: “Şimdi bu mallar bilmez, neyimiz var neyimiz yok anlatayım da anlasın embesiller.” Teşekkür ederim Nedim, beyinsizlikten mustariplere büyük hizmet.

Moda’da mevzu var, Nedim hemen geçiyor olay yerine, incelemelere başlıyor. Aryan Terzigil, ressam, altmışına merdiven dayamış herhalde, “mavinin reddi, resim sergisi, aryan terzigil” yazılı pirinç bir levha dayanmış yeni tablolarına. Küvette bir eli sarkmış, bıçak ortada, kalbini delen temiz bir darbe. Diğer polislerle bilgi alışverişi, evin genel durumu, hani o kapının açılması için anahtarlar, bu pencereden bilmem neler, karışık, harfler çıkıyor ortaya da kelimeyi oluşturmalarına çok var. Merdivende bekleyen gözü yaşlı genç sevgili katil olabilir, dursun. Polisler kasten mi iş bilmez kurgulanmış, herhalde öyle, yanlış yönlendirme için. Boğuşma izi olmadığı için adamın küvette intihar ettiğini düşünüyorlar da öldürülmeden önce oraya taşınmış olabileceği kimsenin aklına gelmiyor, otopsi sonucunu beklesenize kesin çıkarımlara ulaşmadan önce. Karşı komşu önceki gece koşarak uzaklaşan silueti görmese şapşikler kapatacaklar belki dosyayı, savcı da en az polisler kadar dandik olduğu için şak diye basarlar intiharı. İkinci mevzu da Nedim bir ara çay kahve içmeye gidiyor, geri geldiğinde olay yeri bomboş, Aryan’ın bilgisayarı falan öylece duruyor. İşin uzmanı değilim ama ortada şüpheli bir durum var, bilişimcilere ulaştırmak üzere o bilgisayarı almaları gerekmiyor mu? Nedim kurcalıyor aleti, bilişimci arkadaşlarından yardım isteyerek bazı bilgilere ulaşıyor, oradan Caddebostan’daki bir kafeye zıplıyor. Arada başarısız ilişkisinin hikâyesi var işte, gençliğinde bunu bir hukuk öğrencisiyle evlendirmeye çalışmışlar, olmamış, güzel güzel ilişkilenirken ne cazlatmış kadını bilmem, ayrılmışlar. Bunun acısıyla yaşıyor Nedim, zaferlerden zaferlere koşarak başka bir yönden ödünlemeye çalışıyor belki. Çok iyi motivasyon, gerçekten tam karşılığı bu. Caddebostan dedik, “sokağa park edenlerden para kesmeye çalışan serserinin biri” önüne çıkıyor bizimkinin. Polisin dünyasında böyle afili bir tanım olduğunu sanmam, “değnekçi” de geç abi, ne kastın.

Şuraya kadar iyi geldim yine, gerisini iyice özetleyeyim: Aryan’la o kafenin internetini kullanarak konuşan kişi ortaya çıkarsa mevzu tamam, Nedim oradan girip buradan çıkarak, o ihtimalden bu ihtimale kuğu gibi süzülerek o kişiyi buluyor, mevzuyu çözüyor. Öyle derin buhranlar, duygusal krizler yaratacak bir durum arıyor gözler, bulamıyor. Nedim Baba yıkılmışlığına bir depik atarak temizliyor içini dışını, yapması gereken şeyleri yapmıyor bir noktadan sonra, yaşamını mutlu mesut sürdürmeye başlıyor. Şükranlarımı iletiyorum, anlattığı son derece kıytırık hikâye yüzünden hangi iyi metni okumaya ömrüm yetmeyecek acaba.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!