Natsuko İmamura – Mor Etekli Kadın

Komşular öyle anıyor, anlatıcı öyle anıyor, mahallenin parkında oynayan çocuklar da öyle anıyorlardır, “Mor Etekli Kadın” -bundan böyle MEK- bütün anonimliğiyle dolanıyor ortalıkta, evleneceği insanın peşine dedektif takıp yüz iki tanıdıktan bilgi almaya çalışan sıradan bir Japon için en büyük gizem. Neden peşine takılsın çocuklar yoksa, omzuna vurup kaçışsınlar, besledikleri güvercinlere nasıl davranıyorlarsa öyle davransınlar kadına da, tepki verdiği zaman insanlığını hatırlasınlar MEK’nin de gelip sırayla özür dilesinler, insan değil mi bu. Yaşantıyı tekrarlanan davranışlara indirgeyince öyle mi oluyor kişi, robot muamelesi dahi görmüyor ki robotlar kişilik sahibi olduklarında ne ihtimam görürler, hele dünyayı yok etmeye dair planlarında azıcık başarılı olsalar amma ciddiye alınırlar, MEK’nin insanlarla yarım yamalak kurduğu ilişki oralara hiç varmıyor. Doğru tuşuna basıldığında gülümsüyor gerçi, kalkıp çocuklarla oyunlar oynuyor, en az onlar kadar neşeleniyor. Ayna nöron olabilir mi başlı başına, sanki yaşamları özütüyor da uyum sağlıyor çevresine, nasıl muamele görürse öyle mukabele ediyor. İlginç. Eteği mor, başka bir kıyafeti yok. O kadar genç değil ama genç, otuzlarında var. Haftada birkaç kez kremalı çörek almaya gidiyor çarşıya, mahallenin parkının ucuna konmuş üç banktan en ötedekine oturup çöreğini yiyor. Bakışları sabit, yediğinden keyif alıyor, dibine geldiğinde keyiften neredeyse gözbebeklerini hareket ettirecek. Anlatıcı MEK’nin kaçta nereye gittiğini, nerede oturduğunu, her şeyi gözlemleyen bir anlatıcıdır, kadının arkadaşı olmak ister ama fırsat geçmez eline, karşılaşmazlar, muhabbete altlık şeyleri söyleyemez anlatıcı, sırf gözlemlemekle yetinir ki niteliği de bahis konusudur, hem dışın dışı anlatıcı olarak sırf gözlemlerden bir hikâye kurmakla serbest dolaylı anlatıcılığa geçip karakterin, karakterlerin zihnine girmek neçe iştir, düşünmeli. Kişiyi izliyor da yem atmayı unutmuyor, kuru bir takip değil: “Bu halini görünce Mor Etekli Kadın ablama ne kadar benziyor diye düşündüm. Elbette tamamıyla başka biri olduğunun farkındaydım. Her şeyden önce yüzü farklıydı.” (s. 10) Abla hoş geldi ve beş gitti, anlatıcı gastronomiyle dolu bir iki anıyı anlatarak ablasıyla birbirlerinde bıraktıkları yara izlerinden bahsediyor, sonra metinden çıkarıyor kadını zira babayla anne boşanmış, ablayla yollar ayrılmış ama yirmi yıldan beri neden görüşmüyorlar, o an ablasının nerede olduğunu düşünecek kadar nasıl ayrı düştüler, muamma olarak kalacak bunlar. Ailenin mutlu gönlerini hatırlattığı için mi önemli MEK, anlatıcı “Sarı Ceketli Kadın” -bundan böyle SCK- olduğu için mi, iki karakterin birbirlerine dönüşebilme potansiyelinden mi bir yaşam nüfuz etme, daha doğrusu edememe, bilinmiyor henüz, belki hiç bilinmez. İlginç özelliklerini öğreneceğiz önce MEK’nin, kalabalığa girdi mi kimseyle temas etmiyor mesela. Buz patencisi kadar zarif, hoş hareketlerle sıyrılıveriyor aralardan, kasten üzerine yürüyenleri şöyle bir hamleyle tökezletiyor hatta anlatıcıyı kasabın vitrinine sokmuşluğu var. Şangırt! Altı aydır vitrinin borcunu ödüyormuş anlatıcı, o kadar borçlanmış ki evinin kirasını ödeyemeyecek hale gelmiş. Kaçış planı hazır, olur da evden atılma tehlikesi baş gösterirse üç beş eşyasını depoya bırakacak -bir bavul ve çanta çoktan hazır, depoda bekliyor, MEK’nin başı belaya girdiğinde hemen depoya yönlendirecek anlatıcı da kadının kaçmasını sağlayacak- ve arazi olacak. İş bulur, zaten öyle uzun boylu çalışacak biri değil. Ablası ne olmuştu, oradan yeni bir karaktere, Mey’e geçiyoruz, SCK’nin ilkokul arkadaşı. Eh, geçmişini MEK’yle baştan kuruyor SCK, takıntısının bir yüzü. Yan hikâyeler buralardan: “Mey’in babası Çinliydi. İlkokuldan mezun olmamıza az bir süre kala babasının memleketi Şanghay’a döndüler. Mor Etekli Kadın’ın kendi bankında otururken büründüğü hal, Mey’in üzme dersinde büründüğü hale benziyor. Mey suya atlamadan önce kimseyi dikkate almadan öne eğilir, tırnaklarına dokunurdu. Mor Etekli Kadın, Mey olabilir mi? Çin’e döndükten sonra hiç haberleşmedik. Japonya’ya dönmüş olmasın? Hem de beni görmek için?” (s. 14) Gerçekten de Japonya’ya gelmiş Mey ama sergi açan iyi bir ressam olarak. Huang Chun Mey’i gazetede görmüş SCK, burnunun altındaki benden ve çift kıvrımlı gözkapaklarından tanımış eski arkadaşını. Ne yalnızlık fakat, MEK’yle buradan benzeşiyorlar, ikisinin de yaşamında kimse yok, ömre yayılmış bir sıradanlığı sürdürüyorlar sadece. Anlatma ihtiyacı kişinin varlığını somutluyor, kişi anlattıkça var olduğunu düşünüyor, bu yüzden yaşamındaki lüzumsuzluklar kurgudaki lüzumda beliriyor. Aşırı yorum mu, nasıl özdeşleşiyorsa okur. Gözkapaklarının benzerliği mi mevzu, ortaokuldan Arişima, hadi bakalım. Şantajla para alır, önüne geleni dövermiş bu kız, SCK’ye tatlı verdiği için MEK’ye benzeyebilir ama o değil, Arişima ortaokuldan sonra yeraltı dünyasındakilerle takılmaya başlamış, fuhuş işlerine girmiş, artık ya hapistedir ya mezarda. Ya da parkın sonundaki bankta, ama, hayır, bir konuşsalar meydana çıkacak da alışveriş yaptığı yerde çalışanlar selam vermeye başlayınca bir daha oraya gitmeyen biri SCK, insan kaçkını, uzaktan izlemeyi tercih ediyor, MEK’nin oturacağı bank doluysa gidip arıza çıkararak boşalttığı var. 201 numarada oturan MEK’nin evden ne zaman çıktığını, eve ne zaman girdiğini, gün içinde neler yaptığını biliyor. Çalışmıyor mu MEK, çalışıyor, bir ayın tamamında, sonraki ayın yarısında, ondan sonraki ayın sadece bir haftasında çalıştığı kesin. Gelip geçici işler. Takım çalışması gerektirmeyen işler. Ayrım işleri. Atma işleri. Toplama işleri. Mülakatlardan eli boş dönüyor bazen, gündelik uğraşlarını sürdürüyor. Çalışmasa Perfect Days‘teki adamdır. Çalışacak ama, kirayı ve ısınmayı karşılamak için otelde işe girecek. E, SCK anlatmaya devam ediyor, gizliden otele mi giriyor? MEK üzerinden SCK’nin kimliği hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Diyelim her yere girip çıkıyor bu, her şeyi biliyor, bir nevi tanrı diyebilirdik, hayalet derdik belki, hikâyenin sonlarına kadar gizem sürecek.

Otelle birlikte ikinci fasıl başlıyor, biraz hüzünlü. İşini iyi yapıyor MEK, iş arkadaşları memnun, amirleri memnun. Müşterilerin geride bıraktıkları yiyecekleri lüpletmeyi öğreniyor, içki de kalan şampanyalardan, çok iyi. Aç kalmaz otelde çalışan, biraz da özen gösterdi mi hızla yükselir ki söylüyorlar bunu MEK’e, aynı özveriyi sürdürürse elbet amir olur, maaşı artar. Maaş muhabbeti hiyerarşiyi doğrudan gösteriyor, birinin maaşı yüksekse ya gerçekten iyi işçidir ya da amirle, patronla falan yatmaktadır. MEK’in başı belaya girmeden önce dedikodu kazanı kaynamaya başlıyor, maaşının yüksekliği konuşuluyor, amiriyle yattığı konuşuluyor, en sonunda ortadan kaybolan eşyaların pazarda satıldığı ortaya çıkınca -çocuklar bir kadının gelip malzemeleri satmalarını istediğini söylüyorlar ama suçlamaları kabul etmiyor MEK- alenen saldırıyorlar kadına. İş elden gitti, amir kapıya gelip ilişkiyi sürdürmeye çalışıyor ama kıskançlık yapıyor MEK, adamın eşi ve çocuklarıyla birlikte çıktığı tatil yüzünden kavga ediyorlar, şişman adam dangıl dungul devriliyor merdivenlerden. SCK’nin adını, otelde şef olarak çalıştığını alenen saldırı sırasında öğreniyorduk, beş dakika süren arkadaşlıklarını da nihayet görüyoruz, hemen plan yapıp MEK’i polislerin elinden kurtarmaya çalışan SCK lanetli zannediyorum, kısa süre sonra bir başına kalınca gidip MEK’in oturduğu banka çökecek, beş dakikalık arkadaşının görevini sürdürecek, SCK olarak aynalığı üstlenecek. Çizgiden oluşan karakter, içi doldurulmaya müsait. Ne yaşanacaksa onunla dolacak.

Hoş roman. Denk gelen okur, memnun olur.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!