Kolektif – Tekinsiz Evren ve Yalnızlık

Çok metinden çok alıntı, mühim düşünürlerin kavramlarından, görüşlerinden destekler, hepsini vermeden anlamı koyacağım ortaya: genel olarak “tekinsizlik” üzerinden COVID-19’un insana, topluma yapıp ettiklerini incelemiş bilim insanları bu kitaptaki metinlerinde, pandemi karşısındaki endişelerimiz, kapanmanın yol açtığı psikolojik tahribat, ayrıca nezdimde maskesini indirip sigara içmeye başlayan insanın kafası. Virüs bildiğimiz gibi canlı ve cansız varlık özellikleri taşımaktadır, her yerde ve hiçbir yerdedir, Hülya Akar Özmen’e göre mükemmel bir tekinsiz nesne örneği. Joachim Küchenhoff demiş ki salgın nedeniyle yaşanan gerçek olağanüstü hal aslında zaten yaşadığımız gizli olağanüstü halin ayna görüntüsüdür, Walter Benjamin’in tezlerinde söylediğiyle aynı: istisnayı değil kuralı yaşıyoruz, evimizi tarumar eden o acayip durum aslında düzenli sandığımız evin dağınıklığını ortaya çıkaran bir dağıtma işiydi. Böyle dandik örnekler veriyorsam, üfürmeye geçtiysem anlaşılsın, kendi fikrimdir, ciddiyeti elden bırakmadığım bölümler yetkili kişilerin yorumlarıdır. Evet. Ölümcül tehditle karşılaşmamız yaşamın sonsuz olmadığını, dünyanın kaynaklarının kısıtlı olduğunu hatırlattı, Melanie Klein’ın paranoid-şizoid pozisyonuna özgü kaygılara, çaresizliğe karşı savunmaya yol açtı. Bolsonaro ve Trump gibi terelellilerin virüse kafa atmadıkları kaldı bir, insanlar sosyal medyada virüslülerle öpüşüp kısa süre sonra öldüler, İtalya’daki hastanelerde dram varken insanlar balkonlarında son ses müzik dinliyorlardı, bir sürü savunma şekli. Winnicott’un “çevre-anne” dediğini onarmak için tuvalet kâğıtları, kâğıt havlular depolandı, mesela bir arkadaşımın halası ellerini öyle çok yıkadı ki yaralar çıktı en sonunda, psikolojik yardım almak zorunda kaldı. Bütün bunları, bunlardan fazlasını kapsayan yazılarda sabit, değişkenliği az bir çevrenin akıl sağlığına olumlu yansımalarından tek başına olma yetisinin -yine Winnicott- önemine dek pek çok konuya değiniliyor, tekrara düşülen bazı makalelerin dışındakiler -kavramlar değişmeyince pek uzağa gidememiş yazarlar- en sevdiklerim, yaratıcılıkla ilgili olanlar özellikle. Pandemide benim normalim değişmediği için kapanmalardan sonra boş vaktim çoğalınca daha da yazıp çizdim, bisiklete binemedim ama boş sokaklarda yürüyüp kafamı şöyle iyi bir karıştırdım, içeride bir şeyler değişti. Makaleleri okurken kapanık bireyde ne olup bittiğini anlatan yazılara tutundum, teknik analizler bilgi yığdı ama pek bir faydası olmadı. Bakalım. Ayla Yazıcı’nın dedikleri: Dünyadan acıyla ayrılırız, ağacın kabuğundan ayrılması gibidir bu, felaketler koparır ama bir yanımız direnir, “çevresel anne”ye bağlı kalırız. Güvenilir bir dünyada değilizdir, nesne kaybedilmiştir, çocuğun oyun alanını kaybetmesiyle birdir bu. “Çöküş korkusu” benliğin bağımlı olduğu ortamdan kopmasından çok önce ortaya çıkmıştır, yeni temsiliyle baş etmek zorundayız. Geçiş alanına uyum sağlamak. “Dünya, toprak ana bizi yine bir değişime, dönüşüme zorluyor. O henüz hâlâ var. Hâlâ onun içinde ama dönüşerek, onunla birlikte yeni yaratıcı yollar bulabilecek miyiz? Bize, tıpkı Bollas’ın dönüştürücü annesi gibi hâlâ var olarak dönüşme fırsatı sunuyor. Yine bir belirsizliğin içindeyiz. Bu hem korkutucu hem çok çekici hem zorlayıcı.” (s. 39) Somut dünya erişebileceğimiz bir yerde uzanıyor ama erişim engeli kalkacak gibi değil, o zaman kurguyla doldurmamız gereken bir boşluk çıkıyor ortaya, bilinçdışı korkuların saldırısı altındayken boşluğun yapıcı biçimde doldurulması önemli. Berrak Ciğeroğlu bu doldurma işlemini “internet üzerinden terapi” sürecini ele alarak değerlendiriyor, söylediğine göre meslek hayatında hiç yaşamadığı kadar “tarafsızlığı kaybetme ve hastalar için işlevsiz kalma” korkusu yaşamış, karşılıklı yanlış anlamalara daha açık bir düzlemde travmaların yeni bir düzenlemeyle tekrar pörtleyebileceğine değinmiş. Meseleyi inceledikten sonra somutlama yollarını düşünüyor, yeni düzen için yeni uygulamalar. Salman Akhtar’a göre bütün bu düzenlemeler için sabit yüzeyler lazım, üzerine inşa edilecek sağlam temel. “Doğruyu söylemek gerekirse, edebiyattaki büyülü sürrealizm ve modern sanatın sayısız biçiminin sabit bakış açılarına ve sabit belirlemelere meydan okuduğunu kabul etmemiz gerekse bile, bu bir oyundur, oyunun ruhuyla ve gerçekliğin zindanından sözüm ona şartlı tahliye olarak yapılır. Öte yandan bütüne bakıldığında gerçek hayatta yaşamamız gerekir. Ancak gerçek yaşam değiştiğinde gerçeklik sabitliği tehdit altındadır ve benliğin yapısı derinden sarsılır. Örneğin, İzmir ve Bornova’daki yapıların sağlam ve sabit olduğunu düşünürken son depremden kaynaklanan çatlaklardan dolayı korkmuş ve güvende olmadığımızı hissettik. Günlük yaşamda da böyle şeyler olur. Evimizin arka bahçesindeki ağacın hep orada olacağını, torunlarımızın ona tırmanacağını düşünürken bir gün yıkılır ve mazi olur. Benlik tarafından zahmetli bir biçimde eğirilmiş arzulu düşlemler alt üst olur.”  (s. 61)

Sempozyum metinleri bunlar, Ayfer Tunç’un metni aradan fırlıyor tabii o kadar derin çözümlemelerden sonra, yüzeysel kalıyor. Yalnızlığın sorgulanması önce, Allah’a mahsus bir şey insanda ne demektir, bir bela mıdır, ödül müdür, nedir yani? Postmodern dünyanın getirdiği yalnızlık kötüymüş mesela, hayatımızdaki insanları giderek azaltmak, sadece iyi hissettireceklerle birlikte olmak, tercihen yalnızlık yani. Tercih yapılmasa iyi herhalde, öyle anlaşılıyor, güruhla birlikte yaşamak lazım? Kimi zaman iyi, kimi zaman kötüymüş yalnızlık. Süper. Mesela Japonya, Güney Kore gibi ülkelerde yaşlılar ölüyorlar, kaç zaman sonra öldükleri anlaşılıyor, bu insanların yalnız ölmeleri değil de ölümlerinden haberdar olunmamasıymış sorun. Kurtlanıyorlarmış, kokuyorlarmış ölenler, acıtıcı bir çağdaş yalnızlık türünün sonucuymuş. Toplumsal bağların çözülmesi yüzünden kardeş kardeşe düşman hale geliyormuş falan, sabrım bu kadarına yetti derken son bir bomba gördüm, bu yeni çağda sürekli taşıdığımız yükün ağırlığını, süresini ve kimden kaynaklandığını sorar haldeymişiz, bu da bizi dehşet bir yalnızlaşmaya götürüyormuş. Bitmiyor bombalar, Tunç yüreği kaldırmadığı için Squid Game‘i izlememiş ama dizinin acayip izlenmesi nasıl büyük bir yalnızlaşma tehlikesi içinde olduğumuzun bir göstergesiymiş. Analiz yok, sentez yok, açma kapama yok, öyle ortaya salınmış benceler haricinde pek bir şey yok. Shmuel Erlich’in “Yalnızlığın İki Yüzü” nam makalesi Tunç’ta eksik ne varsa tamamlıyor, analistin yalnızlığına varmadan önceki bölümlerde yalnızlığı yorumlama biçimlerini irdeliyor. “İnsanın temel fakat tam anlaşılamamış bir özelliği” olan yalnızlık için: “Bir şeyi anlamadığımızda da bu boşluğu güya çoktan bildiğimiz şeylere dayalı varsayımlarla doldurmaya çalışırız ve bu bildiklerimiz gözlem ve tahminlerden türer. Oysa psikanalistler olarak yalnızlığı anlamaya çalıştığımızda, dışsal gözlemler ve varsayımlara bel bağlamakla kalamayız. Onu içsel, öznel bir perspektiften incelemeli, ruhsallık ve ruhsallığın işleme tarzları aracılığıyla nasıl deneyimlendiğini araştırmalıyız.” (s. 147) Yalnızlığı yaşama eylemiyle birlikte düşündüğümüzde olma ve yapma biçimlerini düşünüyor Erlich, birinde nesneyle, dünyayla birlik söz konusuyken diğeri nesneyle, dünyayla birlikte yaşama deneyimi var. Taklaya geldiklerinde farklı arızalar ortaya çıkarırlar, birincisinde arızanın giderilmesi anlık rahatlamaya, iyileşmeye fırsat vermeden tekrarlanan yalnızlıktan ötürü zordur, “ölülük” ve “boşluk” çıkar ortaya, ikincisindeyse nesne kayıptır artık, yasın olağan süreci işlemektedir. Sağalmayı ayrımlara, uzmanlaşmaya göre yönlendirmek gerekir, her zaman karanlık bir bölgenin var olacağını akıldan çıkarmadan.

Son bir alıntıyla bitiriyorum, dönüştürülmesi gereken yalnızlığın tasviriyle: “Kendiliğinizin vatanından sürgün edildiğinizden ne içeride ne de dışarıda güvenli bir yer vardır ve içinizde bu ikisini birbirinden ayıran hiçbir şey yoktur. Tuhaf ve çirkin bir dünyaca işgal edilmiş nabız gibi atan bir duygusallık yığını dışında hiçbir şey kalmamıştır. Ama yine de içinizde kaplerin en ufağı atmaya devam eder; yoğun duyguların hiddetlendirdiği nabız gibi atan bir yumruk.” (s. 139)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!