Dölek’i senaryolarını yazdığı dizilerden biliyoruz. Fiko’sundan Ali Haydar’ına çektirmediği aile babası kalmadı, acılarla sağlam bir sınadı karakterlerini, ayrılıklardan ayrılık seçtirdi, en sonunda yine biraz huzur verdi de kum torbası olmaktan çıktı zavallılar, mutluluğu bulabildiler. Ne pahasına, birinin dükkânı yandı, diğerinin başına gelmeyen kalmadı zaten, dedesinin sıktığı kurşunlardan mı kaçmadı, bombastik şekilde takışıp papaz olduğu mafya prensini öldürdüğü iddiasıyla hapislere mi girmedi, gırla olay. Dölek’in senaryoları absürtlük derecesinde ciddiydi, haliyle komikti biraz, yine de sağlam iz bıraktı. Kurmacalarına denk geliyordum sahaflarda, üçünü beşini aldım, nihayet zamanı geldi de okudum. Romanı senaryolarından daha sağlam, 1974’te Bir Gün Tek Başına ve Pansiyon Huzur‘un ardından üçüncü olmuş Milliyet Yayınları Roman Yarışması’nda, güzel. Arızası vardır, kenar mahallelerin insanları kusursuz bir Türkçeyle konuşurlar, esas çocuğumuz Vedat’ın nenesi Gecelerin Yargıcı gibi takılıp akil insan modunda vecizeler üfürür, kimsenin ağzından küfrü geçtim, hakaret dahi çıkmaz, diyaloglar evlere şenliktir ama çocukların konuşmaları tatlıdır şimdi, iş büyüklere geldiğinde cortlama büyür. Hikâyenin bölümlerini aynı incelikle kurmamıştır Dölek, delilik bahsi etrafında biçimlenen ilk bölümün biricik havasına benzer bir yapı oluşturmamış, bodoslamadan anlatıma geçerek sıradanlığa yanlamıştır. Klişelere sıklıkla başvurur, mahallenin güzel ablasıyla Vedat’ın arkadaşlığını lüzumsuzca genişletip mahallelinin adını “kahpe”ye çıkardığı Mavi Elbiseli Kadın’ın yaşamını -onca yer vermesine rağmen- hiç genişletmez. İlginç mesela, kadınla sevgilisi deli gibi kitap okurlar ama hayatlarının olağan akışında pek de mümkün değildir bu, pek az malumat ihtimalin gücünü de azaltır, durum bu. Vedat’ın bildiği kadarı diye düşünürsek serbest dolaylı anlatıcı karakterlerden bağımsız olarak da gezinmektedir şöyle bir, eh, biraz o yakaya da uğrayabilirdi, uğramayarak karakteri zayıflattı diyebiliriz. İlk bölümdeki dayının delilikle ilgili düşünceleri hikâyenin tamamında iz bırakacak kadar güçlüdür ama dayı piyasadan kaybolur hemen, sonlara doğru ziyarete geldiği zamandan başka görmeyeceğiz onu, hani sol yana yaslanıp paralelliği bozmak böyle bir şey. Aynısı sağ yanda da mevcut, mahallelinin ve ailenin hikâyeleri bitince metni nasıl sonlandıracak bu insanlar, elbette taşınma belasıyla. Fiko’nun ilk sevgilisi vardı bir tane, eczacı, Mithat’ın kardeşi, o da ABD’ye taşınıp zort diye kayboluyordu, aynı hesap. Taşınmalar olmasa kurmacaların çoğu bitmez, bu açıdan kenti anlatan metinleri noktalamak için süper yol taşınmak, hemen esas kişilerinizi taşıyın ve işi bitirin. Öznelliğe kayıyorum iyice: beş çocuk nedir yahu? Ailenin babası iyi kötü bir işte çalışmakta, borç harç da olsa aileyi tek başına ayakta tutabilmektedir, kendisiyle birlikte toplam altı nüfusu aç koymamaktadır da çocuk üzerine çocuk yapmak nesi? Çok çocuk yapmanın gerekçelerinden bir tane bile yok, aralarında en akıllısı nine gibi gözüküyor ama hiçbir şey söylemiyor o da, tuhaf. Beşinci kardeş yoldayken iyi bir sömürüleceği boya işine sokuluyor Vedat, bir hafta süründükten sonra cebine üç kuruş para giriyor, yaz tatilini daha iyi geçirtecek yüz tane uğraşı var oysa. Çok bir şey de beklememeli gerçi, çocuğumuz ilkokul ikinci sınıfta okuyor, hayal dünyası inanılmaz gelişkin, hayatı da bilmediği için bodoslamadan yaşıyor haliyle, normal. Kazandığı paranın bir kısmıyla Tavuklar İmamı’na, mahallenin delisine fıstıklı lokum almak için tatilini feda etmesi, babasının rakı şişesini kıran arkadaşının dayak yememek için attığı yalanı çürütmeyip suçu üstlenmesi ne kadar duyarlı bir çocuk olduğunu gösteriyor, sırf bu yüzden sevebiliriz kendisini. Vedat ince bir çocuk, insanları koruganından izleyerek puanlarını hemen veriyor, gözlerinin gücüyle onları utandırıp kızdırabiliyor, süper güçleri yoksa da varmış gibi hissetmesi bir tür savunma mekanizması, öyle bir ortamda yaşıyor ki sevgisizliği ancak öyle aşabilir. Annesinin sopasındansa babasının tokadını tercih eden bir çocuk, daha az sevginin şiddeti de daha az olduğu için. Bu iddiaya tepki gösteren annenin açıklamasına göre çocuklarını eşit ölçüde seviyorlar, ayrımcılık asla yok. Sorun o zaten, eşit ölçüde azlık. Baba zaten ortada yok, eve geldiğinde şöyle bir oyalanıp uyuyor, Vedat’ın hayal dünyasını saçmalık olarak görmesi yeterliyse iyi. Koruganından sadece iki kişiye bahsediyor Vedat, Mavi Elbiseli Kadın çocuğu gerçekten anlayan tek karakterken baba daha fazla saçmalık dinlemek istemediğini söyleyip şutluyor çocuğu yanından, oysa dinlediği sırada sigarasını içmeyi unutup taş kesilmişti, dökmeyi unuttuğu kül uzamıştı da uzamıştı. Böyle küçük küçük tutarsızlıklar bücüştürüyor hikâyeyi, küçük karakterden büyük tepki, ne kadar lüzumluysa.
Metni değerli kılan ögelere geleyim, ilk bölüm başlı başına bir öykü olarak da görülebilir. Dayıya göre yeryüzünde delilik eksiktir, herkes biraz delirmelidir. “Bana kalsa, yeterinden çok delilik vardı. Kulağa hoş gelse bile gerçek değildi dayımın sözleri. Bütün dünyayı bilmiyordum şüphesiz ama, bizim mahallede hemen hemen herkes deliydi. Serçelerin bile sinirleri bozuktu. Kadınlar kapılardan pencerelerden başlarını çıkartıp çocuklarının adlarını bağırmayı pek severlerdi.” (s. 8) Geçim belası huzur muzur bırakmamıştır, bu yüzden herkes çocuklara patlar, onlar da sokaklarda takılıp gece inene kadar dönmezler evlerine. Vedat kendi evindeki delilikleri anlatarak eve dönmeyişini bir anlamda gerekçelendirir, babasının kafasındaki saatin tik takları bir nevi deliliğin sonucudur misal, adam makine gibi aynı saatte evden çıkar, işten aynı saatte döner, her günü aynı gün gibi yaşamaktadır. Annenin deliliği, işte, her annenin deliliği gibidir. Vedat’ın abisi İlker pek deli değildir, yine de abi eziyetinin somutlaşmış halidir, hani delilik ölçüsünde akıllı olduğu söylenebilir zira kardeşini manyak etmek için olmadık şeyler söyleyebilir. Gerçi delikanlılığı zamanla ortaya çıkacaktır, dayılarının verdiği parayı bir sebepten yitiren Vedat’a harçlığının tamamını verip Tavuklar İmamı’na alınacak lokumu finanse eder, süper. Bütün dersleri “pekiyi”dir İlker’in, Vedat da bir gün abisi gibi başarılı olmanın düşünü kurar. Ne eksik, okula biraz daha ağırlık verilebilirdi sanki, mahallenin halini biliyoruz ama okula dair pek bir şey yok. En yakın arkadaşı Erkan’la aynı sınıfta Vedat, mahallede yemedikleri halt kalmadığı için okul safhasını derinleştirmek yerine mahalleye abanılması, eh, olur. Diğer çocuklarla birlikte vukuatları çok, bu ikisinin maceralarıysa asıl dikkat çekici hikâyeleri doğuruyor. Çamur deryası mahallenin üzerinden geçen metal kuşların kalktığı yeri merak ettikleri zaman yola düşüyorlar, istikamet havaalanı. O heyecanı o kadar iyi anlatmış ki Dölek, çocukluktaki keşifleri hatırlamamak mümkün değil. Yarım saat yürüyüp dünyanın öbür ucuna geldiğimizi sanmışızdır hepimiz, tek başımıza gittiğimiz en uzak yerdeyizdir, gurur duyarız kendimizle falan, bu çocuklarınki epey uç. Eski bir kamyonda geceliyorlar, karınları aç, döndükleri zaman sağlam sopa yiyeceklerini bilmelerine rağmen uçakları yakından görebilmek için ilerlemeyi sürdürücekler.
1970’lerin gecekondu mahallesinde ne olur, bakkalın eksik tartan tartısı yüzünden çıngar çıkacağı düşünülebilir ama kimse tepki göstermez, sonuçta huysuz adama bağlılar. Yaşlı bir kadının evine çökmeye çalışan müteahhit var, emeline ulaşana kadar uzunca bir süre beklerken çocuklar bahçedeki erik ağaçlarına dalarlar, sonuçta apartman inşaatı başlayınca yiyemeyecekler bir daha. Fırıncısı, bisikletçisi, tam takım ortam. Vedat’ın Kapalıçarşı’da kaybolduğu bölümde tasvirler bir güzel, sırf o hikâye için okurdum bu metni. Başka kim okur, mesela Burhan Günel’in, Kemal Ateş’in benzer biçemdeki romanlarını sevenler okur, sınırları tam çizersek “bir çocuğun gözünden yoksulluk” mevzusunu sevenler mutlaka okur.
Cevap yaz