Tipik bir Cercas metni gibi başlar ki öyledir, kahraman girdiği işleri batıracak, tuhaf olayların orta yerinde kalacak ve debelendikçe anlatıda yeni bölümler açacak. Araya hikâyenin gerginliğini azaltan bir iki cinslik de soktu mu formül tamamdır, yani tipik bir Cercas metni gibi başlaması baharları başka bir metne öteler ama o ne, Cercas’ın kahraman personası anlatıyı kurdukça müphemliği ortadan kaldırır, metnin köşelerini belirginleştirerek kaygan zeminde bir başına bırakmaz okuru, İspanya İç Savaşı’yla ilgili bir araştırmaya girişerek tarihin nesnel yanını eşelemeye başlar. Sonuçta birileri birilerini vurmuştur savaşta, Franco’nun yediği haltlar kayıt altındadır, romana bu tür belli figürler, olaylar girer de Cercas tam bu noktada öne çıkar, Bolaño’yu anlatının içine karakter olarak sokuverir, gerçekle kurgunun arasındaki sınırı iyice silikleştirir. Türler arasında trafik: Savaş kendi mitlerini yaratmışsa da günlükler, mektuplar, karartılmış gazetelerdeki haberler de savaşın anlatısına dahil olunca yapı bütünleşmiş üç dayanakla desteklenir, Cercas -karakter olanına “C” diyeceğim bundan sonra- sadece birine, gerçeklere odaklandığından -o da kurmaca metni tamamlayabilmek için- hikâyenin gediksiz bir bölümüne daha yakından bakıp görünürde önemsiz bir bilgiyi elde etmek amacıyla geçmişi derinleştirir. Nedir, Rafael Sánchez Mazas’ın kurşuna dizilmekten son anda kurtulup ormana kaçtığı sırada karşılaştığı askerin kimliği. Kuytuya saklanıp hayatı için dua eden Mazas’ı cumhuriyetçi askerlerden biri görür, bakıştıklarını söyleyemeyiz çünkü Mazas kırılan gözlüğüne veda etmiş, bulanık bir dünyaya merhaba demiştir de koca asker karşısındadır işte, Mazas’ı gördüğüne şüphe yok. Olan tam olarak şu, kurşunun beynini dağıtmasını bekleyen Mazas yaşadığını fark edince inanamaz, az önce öldürülen arkadaşlarından geriye bir kendisinin kaldığını bilir. Şanslıdır, yardıma ihtiyaç duyduğu besbelliyken asker kaçaklarına denk gelir, “ormandaki dostlar” olarak kayıtlara geçen bu kaçakların yardımıyla gizlenir ve Francocular gelince rahat bir nefes alır. Falanjist Mazas yıllar içinde önemli ama önemsiz görevlere getirilecek, Franco’nun dehlemesiyle iyi ama kötü metinlerini yazmaya devam edecek ve yalnızlık içinde ölecektir. Yaşam hikâyesi aşağı yukarı belli olsa da üç yıllık süreçte çoğu olay, yer, insan kayıptır, C özellikle bir kaybın peşine düşer: Mazas’ı öldürmeyen asker. Çapı genişletirsek başarısızlığını nihayete erdirecek bir metin, “Salamina Askerleri”. Üç bölümlü metnin ilk bölümünde C’nin dertli yaşamını ve metnini yazmak için başladığı araştırmanın ilk adımlarını görüyoruz, meçhul askere giden yolda pek çok kişiyle görüşmeye çalışıyor C, yolculuklara çıkıyor, sevgilisi Conchi’nin yüzeyselliklerini yeterince aşağıladıktan sonra kadına âşık olacak kadar coşkuyla doluyor çünkü o güne kadar kimse Conchi kadar destek vermemiştir ona, falcılık ve diğer şıkır şıkırlık çözülerek kaybolur da öz kalmıştır geriye, C için nimet. Koşturmacanın başlangıcını anlatıyor önce, Mazas’ın kurşuna dizilmesinin hikâyesini 1994’te ilk duyduğu sıralarda babası ölmüş, eşi terk etmiş, romanları ve öyküleri pek ses getirmemiş, o zaman ses getirecek yaşantıların peşinde koşmalı. Gazetede çalışırken Mazas’ın oğlu Ferlosio’yla röportaj yaparak mevzuları olabildiğince yüzeysel şekilde öğreniyor, “savaşı kazanan ama edebiyatta kaybeden” yazarların itibarlarının iade edildiği bir dönem aynı zamanda, Mazas’ın metinleri öyle ahım şahım olmasa da geçmişle yüzleşmenin tam zamanı. C, yazısında Manuel ve Antonio Machado’dan da bahsederek sırlar ortaya çıkmadıkça -Machado olayı yan hikâyecik, Cercas’ın metne sokuşturduğu pek çok parça var böyle- savaşın ve savaş anlatısının tamamlanmayacağını belirtir, yazıya dair okur mektuplarından biriyle mevzu derinleşmeye başlar. Yerel tarihçi Miquel Aguirre, ormandaki infazdan kurtulan Jesús Pascual Aguilar’dan bahseder, görünen o ki Mazas sadece kendi kurtuluşunu anlatmakla yetinmiştir. C’yle buluştuğu zaman Aguilar “ormandaki dostlar”dan birinin oğlunun yakınlarda oturduğundan bahseder, böylece ipuçları ipuçlarını takip eder ve C hikâyeyi öğrenmeye, kurmaya, düzenlemeye çalışır ama hiç kolay olmaz bu, hatta bir noktada bazı insanların kurmaca olduğundan şüphe duyar: hikâye o kadar dallı budaklı, anılar savaşın kaosu yüzünden o kadar bozuktur ki istikameti yitirdiğini düşünür, birkaç tesadüf ve doğru bilgiye sahip insan sayesinde yoldan çıkmayacaktır yine de. Anlatı bulamacına biçim verir nihayet, Mazas’ın o günlerde etrafındakilere mutlaka yazacağını söylediği metnin adını kendi metnine koyar, ikinci bölüm tamamen bu metinden, “Salamina Askerleri”nden ibarettir.
Falanjistlerin doğuşu, ideolojinin yayılışı, cuntacıya yanlamanın dayanılmaz hafifliği. “Hal böyle olunca, eski tüfeklerin er geç karşılaşacağı ikilem açıktı: Ya yeni devletin yönetim biçimiyle siyasi projesi arasındaki bariz çelişkiyi ifşa edecekler ya da zerre rahatsızlık duymadan bu çelişkiyle birlikte geçinip giderek iktidar sofrasından artakalan kırıntıları silip süpüreceklerdi. Kuşkusuz, bu iki uç arasındaki yelpazede duranlar için neredeyse sonsuz çeşitlilikte konum mevcuttu ama kesin olan şu ki, iş işten geçtikten sonraki tüm yalancıktan dürüstlük protestolarına rağmen, çok kez yanılmış ancak cesur ve her zaman temiz kalmış bir adam olan Ridruejo dışında hiç kimse ta baştan birinci seçeneği tercih etmemişti.” (s. 124) Hareketin lideri dışında herkes yoluna bakmış, şimdilerde plana sadık kalmaktan bahseden politika adamımızı hatırlayalım. Mazas her şeyin içinde olmasına rağmen hiçbir şeyin ortasında değildir, insanları istemli veya istemsiz yönlendirir, savaş çıktıktan sonra Fransa’ya kaçmaya çalışırken yakalanır, gerisi malum. Ülkenin yönetiminde yer almasına rağmen yönetmeye dair hiçbir isteği yoktur, en sonunda sandalyesi elinden alınır. Siyasete atılmadan önce yazdığı metinlerden birkaç tane daha yazdıktan sonra sessiz sedasız ölür, cenazesine birkaç kişi katılır, o kadar. “Kullanışlı aptal” desek kaldırır, evine çekilip bir başına yaşadığı yıllarda ülkeye İtalya’dan getirdiği faşizmin kök saldığını, türlü eziyete maruz kalan insanların umutsuzluğunu görür de bir şiir daha patlatır, yıllar önce hayalini kurduğu ve Franco’nun ters çevirip üzerine yayıldığı ütopyaya ağıt yakar. Dost, arkadaş, hiçbir şey yok, kısır bir edebiyat ancak.
Bolaño -canım benim- olmasa üçüncü bölüm olmazdı muhtemelen, Cercas anlatıya takla attırmak için Bolaño’yu kullanıyor. Eksik bir şey var yani, metin kusurlu, C defalarca elden geçirmesine rağmen eksik olanın ne olduğunu bulamıyor, Bolaño’yla röportaj yaptığı sırada konuşmaların imlediği bir şeyden şak diye buluyor eksikliği: Kahraman. Bolaño yazar olmasa FARC’a katılırmış, birileri başka şeyler yaparmış, demek ki kahraman olmak bunların da ötesinde. Anlatıdaki kahramanı da Bolaño buluyor, yıllar öncesinden tanıdığı ve savaşa yıllarını vermiş Miralles bu noktada giriyor metne. Gerçeğin boşluklarını kurmacayla doldurma denemelerini bu bölümde de görüyoruz, Bolaño eksik kısımları uyduruvermesini söylüyor C’ye. Matrak, buluştukları zaman Miralles’in C’ye söylediği şey Bolaño’nun tam bir palavracı olduğu. İyi yazmak için gerçekte de iyi kurmak, uydurmak, üfürmek, yalan söylemek, her neyse artık, ondan gerekiyor az. İşte, Miralles kendi hayatını anlatırken hikâye Mazas’a doğru biçimleniyor yavaş yavaş, Miralles elbette Mazas’ı duymuş, üstelik onun yakalandığı yerde de bulunmuş kısa bir süre, yani Mazas’ı öldürmeyen asker o olabilir. Kesin bir sonuca varmıyor mevzu, bazı noktalar açık kalıyor ama şu kesin: Cercas en başta tipik bir Cercas örneği sunuyor, anlatının sonlarına doğruysa her ne kadar gerçekle kurgu iç içe geçmişse de -özellikle Miralles’in hezeyanıyla gerçeğe ulaşıyoruz. Gencecik insanlar öldü, binlercesi. Kimin ne yaptığı o kadar da önemli değil bunun yanında.
İyi bir kurmaca örneği, ben Ganya’ya vereceğim ama tavsiye ederim, okunsun.
Cevap yaz