Toto’nun sesine kıymet veren biri çıkar nihayet, yurdun doktoru sanatçı, prodüktör arkadaşlarını hastaneye getirir, yaşlı kadının şarkılarını dinleyenler mest olur. Sesin güzelliği nefreti ortadan kaldırmaz, Toto’yu gören herkes dev bir kadının nasıl erkek gibi göründüğünü, erkeğin neden kadın gibi görünmek istediğini, kadının kadın mı erkek mi olduğunu, ucubeliğin neden varlığını sürdürdüğünü merak eder. Şarkıları dinledikten sonra, öncesinde hipnotize olmuş gibi dururlar, kaybolmuş bir güzellikle karşı karşıya olduklarının pek azı farkındadır. Toto ölür, şarkılarını okuduğu kayıtlardan yapılan albüm piyasaya sürülür ve başarısızlığa uğrar çünkü 2030’ların dünyasında özgün bir sanata ihtiyaç kalmamıştır artık, mevsimler gibi insanlar da iki türe sıkışmıştır ve sanata ihtiyaç duyanların sayısı azdır. Sel felaketleri, küresel ısınmanın yol açtığı diğer yıkımlar ve insanın doymak bilmezliği el ele vererek dünyayı mahvetmiştir nihayet. Zenginler daha da zengindir ve geri kalanlar en alt sınıftır artık, orta sınıf kendini bir anda köprü altlarında bulunca yaşama isteğini kaybeder, orta sınıfın ortadan kalkmasıyla sanatın çeşitliliği de ortadan kalkmıştır, her şey aynılaşmıştır, dünya koca bir küresel köye dönüştükten sonra koca bir yıkıntıya evrilmiştir, şehirler sular altında kalmıştır, Afrika ve Asya’nın despot zenginleri Avrupa’nın orta yerine çökmüştür çünkü Avrupa yaşlanarak güçten düşmüştür, Toto gibi. Toto’nun sesi otuz yıl önce göklere çıkarılacakken yaşlılığında önemsizdir, sadece o performansa şahit olanlar için değerlidir, üç beş kişi için. Toto kendini dünyadan soyutlayarak şahit olduğu her şeye yukarıdan bakar, değerlendirir, tanrısal bir gözlemci gibi davranır ve yaşamının sonunda yaşayamadıklarından ötürü pişman olmadığını düşünür, tanrılığının son parçası da yerine oturur böylece. Gerçek aşkı tatmaması, mutluluğun ne olduğunu bilmemesi önemli değildir, yaşamış olmasıyla avunur. En azından kendisinden nefret edenlerin korkunç, yalnız yaşamlarını gözlemlemekle yetinmiş, onlardan biri haline gelmemiştir. Buna imkân da yoktur gerçi, Toto doğduğu andan itibaren dışlanmış, annesiyle başlayan bir terk zinciri şakırdayıp durmuştur ömrü boyunca.
1966’nın soğuk yazında doğar Toto, doğmadan önce anlatıcının anlatı boyunca karşımıza çıkacak sesini duyarız. Dünya o zamanlar çok küçük ve korkutucu değil, erkeklerin egemenliğinde kaskatı bir ülke. 2030’lara doğru kadınların yönetime geçmesiyle pek bir şeyin değişmediğini görünce önem kazanıyor bu mevzu, sınıf mücadelesinin kesin olarak kaybedilmesiyle cinsiyetlerin de bir önemi kalmıyor, neoliberal politikalar ve tüketim alışkanlıkları vahşi kapitalizmin doruğunda, dünya yerle bir olduğunda mücadele edecek bir şey bırakmıyor geriye, insan kendini koyveriyor. En sonda tabii bunlar, baştan devam. Sıcak su yok, yerden ısıtma yok, evler küçük, insanlar Doğu Almanya için çalışıyorlar ama çalışmanın anlamını bilmiyorlar. “Pekâlâ, budur işte, sonsuza dek böyle, derlerdi hassas bünyeli olanlar kendi kendilerine, demek ki benim de hayatım bu, pek de özel bir şey olacağa benzemiyor.” (s. 14) Alkolizm ve doyumsuz cinsellik tavan yapmıştır, insanlar ev ve iş arasında yaşamaya çalışırlar, yaşadıklarından da pek bir şey anlamazlar, mutsuz olurlar, umut etmenin ne demek olduğunu bilmezler. Berg her ideolojiyi reddeder, Duvar yıkıldıktan sonra ortaya çıkan kapitalizmin nimetlerinden faydalanmanın, komünal düzenin insan tarafından nasıl çürütüldüğünü aktarır. Doğu Almanya’da hiyerarşi çok sıkı, elde edilecekler kısıtlı olduğu için yöneticilerin nasıl yozlaştığını aktarır örneğin, 2000’li yılların tüketim toplumunu yerin dibine sokar, sivri dilinden kimse kurtulamaz. Toto dışında. O masumiyetin tek izidir, eğer varsa Tanrı’nın yeryüzüne düşen yansımasıdır. İyidir Toto, gençken kitaplara sığınır, okudukça okur ve dünyayı olduğu gibi görmeyi başarır. Bir noktaya daha değinmek lazım, baştaki bölüm olmasa serbest dolaylı anlatıcının tamamen Toto’ya odaklandığını, Toto’nun fikirlerini dile getirdiğini söyleyebilirdik ama ilk bölümle bağımsız varlığını ortaya koyuyor, dolayısıyla anlatım biçimini düşününce olay örgüsünün orasından burasından zırt pırt çıkması, değişen dünyaya dair analizlerini sunması rahatsız edici olabilir. Bazen. Başlığı “Ve devam.” olan bölümlerde genellikle Toto’nun yaşadıklarını görsek de Berg daha kısa bölümleri de sokar araya, bu bölümlerde genellikle Toto’ya eziyet eden insanların yaşamlarını o günün dünyasıyla birlikte ele alır, insanların neden acımasız olduklarına dair materyalist bir dünya algısını öne sürer. İyidir, çoğunlukla kararındadır ama “açıklama topakları” da oluşur, metne dağılmayan açıklamalar kurguya kusur katar. Büyük bir sorun değil, okuma zevkini ekşitiyor azıcık, o kadar. Toto doğsun artık, doğdu ve orospu annesini eleştiren bir hemşirenin elinde dünyadan yiyeceği ilk tokadı yedi. Ebe anneyi eleştirdi, annesi Toto’yu hiç sevmedi çünkü çocuk hermafroditti, cinsiyeti belli olmayan bir çocuk beladan başka bir şey getirmezdi, dünyada her şey belirgin ve bir kategoriye sokuşturulmuş ve fişlenmiş ve ait olduğu yere konmuştu, her şeyin ömrü hesaplanmıştı, eşyalardan hangilerinin ne zaman atılacağı, ne zaman yenilerinin alınacağı, tatile nereye gidileceği, kimlerle sevişileceği belliydi çünkü çelik gibi bir iradenin yönetiminde boşluklar sevilmezdi. Toto böyle bir dünyaya doğdu, annesi onu yuvaya bıraktı ve kısa süre sonra intihar ederek Toto’nun yaşamından tamamen çıktı, hatırlanmamacasına. Adı da yoktur kadının, anonim, toplumun dibinden. Ne olur, Toto yuvada ergen şiddetine uğrar, nihil nihil dolanan insanların arasında yaşar, dayak yediğinde bilincini ve bedenini kapamayı öğrendiği için hiçbir şey hissetmez, insanlar için üzülür bir tek. Sonraları bu üzüntü de yavaş yavaş silinecektir, insanın ne olduğu bir kez anlaşıldıktan sonra şaşkınlık da ortadan kalkar. Kasimir’le tanışmak istisna, Toto yakınlık kurduğu tek çocukla zaman geçirmeye başlar, yatağını paylaşır. İlk ve son kezdir bu, görevli kadının durumu fark etmesiyle dünya yine cehenneme döner, Kasimir koruyucu bir aileye verilir ve Toto’ya karşı yürütülen psikolojik işkencenin derecesi artırılır. Görevli kadın Toto’yu bir tanıdığının yanına verip üç beş kuruş kazanır, çiftlikte doğayla baş başa kalan Toto yeni anne ve babasından gördüğü şiddeti de umursamaz. Ömrü boyunca oradan oraya gidecek, evsiz kalacak, birileriyle birlikte yaşayacak, dünyanın öbür ucuna gittiğinde neredeyse canından bile olacaktır ama yaşamaktan vazgeçmeyecektir. Kötülüğüne maruz kaldığı insanlarsa mutsuz yaşamlarını facialarla noktalayacaklardır, örneğin yurttaki kadın arkadaşlarını ihbar eder, terfi edebilmek için üstleriyle cinsel ilişkiye girer, yaşamaya dair başka bir şey bilmez. En sonunda birkaç erkeğin tecavüzüne uğrayarak korkunç bir biçimde öldürülür. Kasimir’e koca bir parantez: Toto’dan ayrıldıktan sonra eşcinselliğini keşfedecek ve kendinden nefret edecektir Kasimir, ticarete atılıp zengin olduktan sonra çocukken tanıştığı o garip çocuğun izini sürer, Toto’yu bulur ve uzaktan uzağa akla hayale gelmeyecek tuzaklar kurar, Toto her seferinde kurtulsa da rahmine yerleştirilen radyoaktif madde yüzünden yavaş yavaş ölmeye başlayacaktır. Düşününce aslında Kasimir’in bitmek bilmeyen öfkesi, kurduğu tuzaklar anlatının atmosferinin düz yüzeyini eğip büküyor, yapıyı zorluyor, hikâye içindeki hikâye alt kümelikten kurtulmak için üstü geriyor. Olmuş yine de, büyük bir hasar yok.
Güncele dayanmaktan da öteye geçip yakın geleceğin dünyasını irdeleyen hoş bir bildungsroman, insanca, onurla yaşamanın kodları aralara serpiştirilmiş, kolektivitenin doğrusu gösterilmiş, empatinin insanlık için ne kadar mühim olduğu anlatılmış, yakın geçmişin rejimleri bütün canlılığıyla yansıtılmış. Berg’in daha çok metnini okuruz umarım.
Cevap yaz