James Wood – Hayatın En Yakın Benzeri

İlk üç bölüm Wood’un Mandel Konferansları programı kapsamındaki konuşmalarının yazıya geçirilmiş hali, dördüncü bölüm başka bir konferanstan. “Neden?” ilk bölüm, Wood’un bir arkadaşının kardeşi için düzenlenen anma töreniyle başlıyor, 1968-2002 aralığındaki yaşamın nelerle dolu olduğunu kurgulamakla sürüyor. Bölümün esas meselesi bu kurgu işinden kurmacanın genel bir niteliğine bağlanıyor: “Ama bir hayatın bütününü görme yeteneği Tanrı’ya özgü bir yetenekse, buna sahip olmanın içinde aynı zamanda Tanrı’ya başkaldırının başlangıcının tohumları gizli değil midir?” (s. 18) Neden? sorusuna odaklanıyor Wood, bir anlamda insanın irrasyonelliğini vurgulamaya başlıyor. Kurgulamak için Tanrı konseptine gerek olmaması bir yana, ölümü kabullenmemenin teodiseye yaslanması kurmacayı etkileyen kaynaklardan biri. Dostoyevski’den örnekler: Alyoşa kardeşini öper, Peder Zosima’nın İsa sevgisi kaskatı kesilir, ölümle başa çıkma şekilleri insanlık halleriyle farklılaşır. Kendinden örnekler vermeyi sürdürür Wood, annesiyle babası dinlerine bağlı insanlar, verdikleri cevaplar pek tatmin edici değil. Tanrı’nın nereden geldiği sorulunca yüzüğünü gösteren anne, oğlunun kız arkadaşıyla ilişkisini “ahlakça yüceltici” görmeye baba hep aynı noktaya odaklıyorlar çocuğu, Tanrı’nın işlerine akıl erdiremeyeceklerden biri de Wood. Eyüp’ün alçakgönüllülüğü aklın eksikliğini kapayabilir, “Cennetteki Baba” birilerini yanına çağırabilir, çağırdıklarını beğenmeyip daha sıcak bir yere gönderebilir. “Neden öyle olduğunu bilmediğimiz şeyleri bir yerlerde birisi yapıyor”, insan da bunu yapabiliyorsa bilinmeyene karşılık yeni bilinmeyenler yaratılabilir, daha az bilinenler diyelim veya, örneğin Wood gibi korkutucu bir yalancıya dönüşülebilir, içki içilebilir ve Led Zep dinlenebilir. Gerçi son günlerde Leprous’u tercih ediyorum ben, son albümünde çok sevdiğim bir şarkının sözleri Wood’un söylediklerine cuk oturunca tam anlamıyla mutlu oldum, anlık bir hoşluk halinden daha fazlası. “Every single fear I’m hiding/Every little childhood memory I bury/And I will lie, lie lie/Keep it all together” şarkının bir bölümü, şu da Wood’dan: “Edebiyat, özellikle kurmaca, yani öykü ve roman, bu gizleme alışkanlıklarından bir kaçış fırsatı sunuyordu – bunun bir nedeni o yalanların simetrik, örneksemeli bir kopyasını, anlamlı doğruların korunabilmesi için gerekli yalanları (ya da kurguyu) içeren bir kitap dünyasını sunmasıydı.” (s. 22) Teodise temelli gerçeklikten kaçışın anahtarı. Eve getirilen, aileden saklanan onca kitap özgürlük demek, kurmaca okumak bambaşka gerçekliklerin var olabileceğini gösterdiği için değerli. Wood’a göre bir anlamda anahtar deliğinden yeni bir evreni gözlemleriz, mahremiyet ortadan kalkar, yazarla okurun gizli suç ortaklığı tarafları memnun eder. Orkestraya benzetiyor yazar bu ortaklığı, kolektif üretimden bahsedilse de okumakla yazmanın temel işbirliği metinden metne değişebiliyor, bir orkestrada birkaç notalık görevimiz var, gerisinde dinleyiciyiz, diğerinde baş roldeyiz, sahnede ışıklar bir tek bizim üzerimizde. Wood bu durumu Tanrı’yla roman ikilisi bağlamında ele alıyor, ilk durumda Tanrı geri kalan her şeyi hallediyor, ikincisinde roman bizi Tanrı’nın kurgusundan alıp başka kurgulara götürüyor. Romanın yapısı gereği Tanrı kendini gösteriyorsa anlatıyı “körü körüne” takip etmekten başka seçeneğimiz yok, diğer türlü bazı şeylerin neden şey olduğunu bulmada kendi kerterizimizi almamız gerekiyor, bu yüzden yaşamın en yakın hali bu. “Kurmacada benim eskiden de hâlâ da en sevdiğim şey kurmacanın dinsel metinlere çok yakın ama ve sonuçta farklı olmasıdır.” (s. 25) Kötü çeviri kokuyor bu cümle, olsun. Wood bu “yakın ve farklı” olayını “pek de değil” kalıbıyla belirtiyor. Kurgu çok ciddi bir “iştir”, eylemlerle oluşur ama pek de ciddi değildir. Kurmaca eyleme dökülemeyecek düşüncelerle doludur ama pek de öyle değildir, Walter Scott’ın metinlerinin İç Savaş sırasında ve sonrasında Güney için ne kadar önemli olduğu ortada. Dinsel ve seküler ölçek arasında gidip gelmenin roman okumakla mümkün olduğunu söylüyor Wood, roman olağanlığı olağanüstü bir şekilde inceler, dinî metinlerdeki mutlak çıkarımlara ulaşmaz. Öyle bir amacı varsa, ulaşırsa seküler ayrım ortadan kalkar, dinî metinlerin işlevini üstlenir, romanın doğasına aykırıdır. Diyeceğim, romanın tarihsel gelişimini kutsal metinlerden başlattığımıza göre öze dönüşü dışarıda bırakmış olacağım, bunu yapmamak için romanın günümüzdeki yapısı, anlamı bağlamında düşünmek gerekiyor. Roman ölümsüz hayat bahşediyor, arka kapağı kapattığımız anda parantezi de kapamamıza gerek yok, doğum tarihine tekrar dönebiliriz. Kahramanlar yazarların kölesi olabilir, yazarları peşlerinden sürükleyen anlatı öğeleri olabilir, şüphesiz ki sayfalarda nice ibretler, yaşamlar vardır. Wood’un temel aldığı örnek Can’dan çıkan Mavi Çiçek, Penelope Fitzgerald’ın metni. Ölümün önemli olmadığını, bir durum değişikliğinden fazlasını ifade etmediği ve arkasında yaşamı olabildiğince genişletmek için boş alan olduğunu söyleyen karakter sıradan yaşamının ötesine varmayı başarmıştır, odasında bir başına otururken, arkadaşlarıyla sohbet ederken, ne yapıyorsa. Romanlar yaşamın enginliğine ulaşamasalar da yaşamın sahip olmadığı bir şeye, muhtemel seyirlere sahiptir, ölümlerin ötesine uzanır, kahramanlar ölürler ama “pek de ölmezler”, sonsuzluğun sezilebileceği yanılsama başarılı bir şekilde yaratılır, karşımızdadır, ellerimizin arasındadır, gözlerimizin hareketleriyle biçimlenir, sınırları genişler, ölümlü bedenimizle ölümsüzlüğü ararız. Gılgamış’ın arayışıdır bir nevi, zor metinler Tanrı’nın sunduklarını çözümlemeyi gerektirir, okuyarak üstesinden geldikçe başka mücadeleler/metinler meydan okunmak üzere bekler. Her birinden bir parça ölümsüzlük alırız, biyolojik değilse de tarihî ölümsüzlük. Kurmacayla bütün zamanlara şahit oluruz, anlatılan/gerçek/kurmaca dünyanın bir parçası haline geliriz. Ölüm ıraksadıkça okur her şeyleşir.

“Ciddi Biçimde Gözlemlemek”te Wood kafa yorulası detayları inceliyor, Çehov’un öykü içinde öykü anlatmaya dair saptamasından yola çıkarak anlatının zamanı ve anlatılan zaman arasındaki ilişkiye varıyor, hayret verici bir anlatı öğesi bu. Bir öpücüğün hikâyesini gece boyunca anlatabileceğini düşünen karakter, hikâyenin bir iki dakikaya sığışabildiğine şaşıyor, Wood’a göre müthiş bir gözlem bu. Bilimsel adı “öznelliğin zamanı genişletmesi” veya “zamanın öznel genişlemesi” gibi bir şey aslında, olağanüstü durumlarda algılarımız tam randımanla çalışır, zaman yavaşlar, gün olur asra bedel veya gün uzar yüzyıl olur, böyle şeyler. Bu tür detayları hepimiz yakalarız, zamanın yavaşladığı anlarda -çok güzel bir manzaranın karşısındayken, sevdiğimiz kişi, “Seni sevmiyorum,” dediğinde, kaza yapmadan bir saniye önce- pek çok detay yakalarız ve çoğunu unuturuz, gündüz düşü gibi bir şey. Aklıma Barış Bıçakçı geliyor hemen, babanın ölümüne artık o kadar da sıkılmayan musluk başlıkları inandırıyorsa detayın muhteşemliğinden bahsedebiliriz, insana dair küçük kıymıklar, parıltılar, gedikler, artık her neyse canlıdır, gerçektir. Gerçeğin kurgusallığı ölçüsünde iyi kurgudur aynı zamanda. Wood’a göre ele aldığı karakterin özelinde anlatılamayan öykü de bir öyküdür, öyküler başka öyküleri doğurur, son nokta aşağı yukarı belli olsa da tam olarak bitmiş sayılmaz. Aslında çoğu metin için geçerli bu, bir metnin nerede biteceğini kestirebilmek ipleri tamamen ele almakla mümkündür muhtemelen. Tanrı kompleksi. Yoksa Valéry’nin şiir için söylediği kurmacanın tamamı için geçerlidir, şiir bitirilmez de terk edilir, kurmacanın geri kalanı da öyle, aslında ilk yazıdaki “pek de değil” meselesine bağlanıyor bu. “Ben ayrıntıları, örüntünün çuvalına sığmayan, çıkıntı yapan ve bizi o çıkıntılara dokunmaya çağıran hayat kırıntılarından farklı şeyler olarak görmüyorum.” (s. 47) Cortázar’ın küresini düşünürsek ayrıntılar ya gedikleri kapayan ya da yüzeyde çıkıntı yapan unsurlar, incelikler kaybolmasın diye sımsıkı sarılan ögeler. Proust’un bir çiçeği bir saat izlemesi hangi metnine nasıl yansımıştır acaba? “Yazarlar ciddi olarak dünyayı gözlemledikleri zaman ne yaparlar? Belki de şeylerin hayatını ölümden kurtarmanın ta kendisinden başka bir şey yapmazlar; biri küçük biri büyük, iki tür ölümden: Yazınsal örüntünün her zaman hayata dayatma tehdidinde bulunduğu ‘ölüm’den ve gerçek ölümden.” (s. 63)

Diğer iki bölüm de on numara, kurgu işlerine kafa patlatanlar mutlaka okumalı bu metni. Elinizden öper.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!