Jesús Carrasco – Açıkta

Kilden bir çukurun içinde saklanan her kimse bir milim bile kıpırdayamaz yerinden, adını seslenenlerin bağırtılarını duyar, köpek seslerini duymadığı için rahatlar. Tazılar kalmıştır bir, “mistik” hayvanlardır, “kuraklık koşullarında” kadınlar ve çocuklar gibi tazılar da kırbaç izlerini taşırlar. Anlatıcının kimliği hakkında hiçbir şey bilmesek de mistisizmin yükselişinden ve kuraklıkla kırbaç arasında kurulan ilişkiden distopyanın içine “atıldığımızı” görürüz, zira olay örgüsünün tam ortasında bir yerdeymiş gibi hissederiz. Gizlenenin bir çocuk olduğu bilgisi verilir, çocuk babasının kâhyaya ne diyeceğini düşünür. Ailenin başına çöken felaket, bir ferdin daha kaybolması, uğursuzluk. Köyün erkekleri düşmanlıklarını, işi gücü bir kenara bırakıp çocuğu hep beraber aramaya başladılarsa kâhyanın bütün gücünü kullandığı açık, çocuk bulunacak. Gizlendiği yere işeyen öğretmeni biraz daha dikkatli baksaydı, belki. Babası bakır kemer tokasını sık sık kullanmasaydı kesin, kaçmaya gerek de kalmayacaktı. Açlıktan, idrardan ve susuzluktan büzülen çocuk bunları düşünüyor ve uykuya dalıyor. Uyandığında ortalıkta kimse yoksa da akşam olana kadar bekleyecek, ortalıkta dolanan avcılar ve çobanlar kâhyaya haber uçurabilirler. Kumanyasından bir parça sucuk, biraz su. Kıtlık zamanı besin ve boşaltım çok önemli olduğu için yenebilen nesnelerin anlatımında hızın yavaşladığını görüyoruz, doğal ihtiyaçların karşılanması satırlarca anlatılıyor. Çocuk bulunduğu yere işiyor, fosforlu hava yüzünden sığınak soluk alınamaz hale gelse de beklemek zorunda. Tekrar uyku, uyanınca geride bıraktığı ayak izlerine aldırış etmeden çıkıyor sığınaktan, yürümeye başlıyor. Düşüncelerinin arasında dünyayı şekillendiren bilgilere denk gelebiliyoruz, annesi patates gibi kırış kırış yüzüyle yatağında yatarken bilgi sızdırmaya çalışanlar geliyorlar, evin önünde kâhyanın sepetli motosikleti. “Cebrail’in borazanı” gibi, tarlalarda duyulursa işçiler için ilahi bir uyarı. Çocuk için kıyamet, aralarındaki husumeti anlatının sonuna kadar öğrenemesek de kâhyanın çok korkulacak biri olduğunu anlıyoruz. Şu da var: “Okuldaki karton dünya maketini anımsadı; ahşap kaidesinin üstünde olanca gevşekliğiyle sabit durmakta zorlanan maketi. Ona baktığında yaşadıkları geniş düzlüğün yerini bulmak kolaydı çünkü yıllar yılı gelip geçen çocuk nesilleri ülkenin geri kalanını ve etrafındaki denizi de silikleştirecek biçimde köyün bulunduğu noktanın üstünü belirginleştirip yıpratmıştı.” (s. 16) Kuraklıkla ilgili nadiren verilen bilgilerin en açığı burada sanırım, çok çok uzun süredir bir damlacık yağmur yağmamış, silikleşen alanlar çorak toprakları da gösteriyor muhtemelen. Yeni dünya düzeninde kâhya gibi adamlar insanların tarlalarda çalışmalarını düzenliyor, hiyerarşinin yapısı hakkında başka bir şey öğrenemiyoruz. Göçebeler sisteme dahil edilmemişler, suya erişebilenler özgürce dolanabiliyorlar. Çoban onlardan biri, ateşinin başında oturuyor, yemek yerken çocuğun dikizlediğini fark etse de ses çıkarmıyor başta. Köpeği ve keçileriyle bir başına yaşıyor, misafirini başından savmayacak. Darmadağınık kırlaşmış saçlar, bütün yüzünü kapatırmış gibi görünen bıyıklar, eskimiş bir ceket, adam da iyi durumda değil ama yardım elini uzatıyor. O şartlarda büyük fedakarlık, keçiden süt sağıp çocuğa içiriyor, bu bölümlerde zaman yine yavaşlıyor ve besine odaklanıyoruz. Çocuk çobandan da korkuyor, kâhyaya haber vereceğini düşünüp yoluna devam etmek istiyor ama adamın tavrı bir süre orada kalmasını sağlıyor. Gizlenmek zorunda tabii, adamlar sağılan sütü almaya gelecekler. Hemen uzaklaşıyor, geçmiş biraz daha biçimleniyor, geri döndüğünde çobanın yanında kalacağını biliyor artık. Duygusal bağ yok, son derece ilkel bir mutualizm. Çobanın kazancı yalnız kalmamak muhtemelen, ömrünün sonunda karşısına çıkan yol arkadaşını memnuniyetle karşılasa da belli etmiyor duygularını, çocuk yüzünden günlük planlarının gerisinde kalacakları zaman su vermiyor örneğin, damacananın tıpasını kapatıveriyor. Katı kurallara uymadığı sürece çocuk aç ve susuz kalacak, uzun vadede ikisinin de çıkarına aslında. O zor şartlarda kaynakları heba etmemek için belli zamanlarda yemeli ve içmeliler, başka türlüsü israf. Çocuğun korkuları aralarındaki ilişkinin ilerlemesini engelliyor bir açıdan, örneğin çoban işemek için penisini çıkardığında çocuk penisin ucunu görüyor ve delirmişçesine korkuyor, gitmeye yelteniyor. Kâhyanın nasıl yaralar açtığını anlıyoruz, çocuğun annesiyle babası olaydan haberdar olmasa bile baba çocuğunu kendi eliyle kâhyaya emanet ettiği ve gerisiyle ilgilenmediği için güvenin hissedilmediği bir dünyada daha da zor bir duruma düşüyor, çareyi kaçmakta buluyor. Baştaki hengâmenin, adamların çocuğu aramasının sebebi hiç kimsenin sistemden kurtulamayacağını gösterebilmek.

Çamurlu su dolu kuyular, bir parça ekmek, biraz süt, günler böyle geçerken babanın kuraklık başlamadan önce makas memuru olduğunu öğreniyoruz, istasyon şefine eşlik ettiği sıralarda bozkır tahıl ambarı gibi, su var, ailenin durumu iyi. Kuraklık başlayınca istasyon şefi batıya atanıyor, bir yıl geçmeden de köydeki ailelerin yarıdan fazlası göç ediyor. Derin kuyuları ve tahıldan birikmiş paraları olanlar kalıyor, kâhya gibilerin ortaya çıkmaları için ideal ortam. Alt sınıf yönetimi ele geçirdikten sonra bir nevi tiranlık yaratmış, geriye kalan bir avuç insan su arayarak veya tarlalarda çalışarak hayatta kalmaya çalışıyor, ürettiklerinin veya bulduklarının çok azıyla yaşamaya razı olarak. Sembolleri okuyabiliriz veya Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz için söylediği şeyi hatırlayabiliriz, bu hikâye bir çobanın ve çocuğun hayatta kalmasından başka bir şey anlatmıyor olabilir. Çobanın durmadan İncil okuması, ölüleri ne olursa olsun gömmek istemesi, cehennem ateşinin bütün kötüler için olduğunu anımsatması teodise temelli bir bakış açısını ortaya koyuyor, bundan bahsedebiliriz. Çobanla çocuk su ararlarken eski bir kuleye denk geliyorlar, kaynak yakınlardaysa da uzaklarda kalkan toz toprak tehlikenin yaklaştığını gösterince çocuk kuleye saklanıyor, kâhya ve adamları çobana yanaşıp bilgi almaya çalışıyorlar, hiçbir şey söylemeyen adama bir temiz dayak atıp kuleyi dumana boğuyorlar. Çocuk duvarda bir gedik açarak ölmemeyi başarıyor, uzunca bir süre saklanmaya devam ediyor, geri döndüğünde adamı baygın buluyor. Su lazım, çocuk adalet mekanizmasını beslemeli, çok zor şartlarda bulduğu suyu adama damla damla içirince adam kâhyayla bitmemiş bir meselesinin olduğunu söylüyor, Tanrı’nın eli olarak adaleti kendisi sağlamalı. Dünyada kötülük varsa intikam da var. “İntikam” genellikle olumsuz anlamıyla düşünülüyor ama Doğamızın İyilik Melekleri‘nde söylendiğine göre vukuatsız bir toplumsal yaşam için gerekli, yapılan deneyler bunu göstermiş. İntikam alınacak kişinin hedefte sadece kendisinin olduğunu bilmesi ve empatiyi becerebilecek kadar acı çekmesi yeterli. Zor olan şey bu ölçüyü ayarlamak, en makulü entelektüel şiddet. Felâketzedeler Evi‘nin veya Azgelişmiş Bir Adam‘ın giriş bölümünde yazıyordu, bilişsel anlamda alt edilmek insanda ketleyici bir etki yaratıyor, değişim diye bir şey varsa bu noktadan itibaren var. Neyse, anlatının devamında çocuk yiyecek ve içecek bir şeyler bulmak için civarda gördüğü köye gidiyor, küçük kurtların yüzdüğü sudan biraz içiyor, bacakları olmayan bir adama rastlıyor sonra. Adamın yakınlarda hanı var, orada yemek yiyebilirler. Han gerçekten de yiyecekle dolu, Hansel yiyeceklerin çekimine kapılarak dilediğince yiyor, sonra uykuya dalıyor ve uyandığında zincirlenmiş olduğunu görüyor. Kurtuluş, intikam, kâhyanın sonu ve yağmaya başlayan yağmur. Göze sokulan simgelerin yanında bir iki mantık hatası da var, çoban son gücüyle mekâna gelip tecavüze şahit olunca kâhyanın yancılarından aldığı tüfekle kafa dağıtma işine giriyor ama güçlü kuvvetli iki adamdan silahı alması nasıl mümkün olabilir? Bir de bacakları olmayan adamı öldüren çocuğun cesedin başında saatlerce beklemesi neden, kâhyayı daha yeni atlatabilmişken? Birkaç tane var böyle, görmezden gelinirse hoş bir distopya diyeceğim. Günler Aylar Yıllar‘la kıyaslayınca sıklet farkı çıkıyor ortaya tabii, karakterler kurgu dünyasına dahil olabilmemiz için yeterli derinlikte değil, kuraklık sadece metanın kirlenişi üzerinden anlatılmış, arka arkaya sıralanmış olayları takip ederken metne yeterince nüfuz edemiyoruz. Şart değil bu, yine de metnin tercih edilebilirliğini azaltıyor. Okur ne aradığını biliyorsa.

İyidir, denk gelinirse okunsun. Ödüllü mödüllü.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!