Sibel K. Türker – Benim Bütün Günahlarım

Türker’in hakkı verilmiyor, hak neyse, vermek neyse. Kurgularından alınacaklar çok, yazı çiziyle uğraşanlar için anlatılan zamanın uzayıp kısalması, katedilmesi, karakterlerin psikolojik evrimleri, okurlar içinse, işte, eşine zor rastlanır bir okuma deneyimi sunması öne çıkarmalıydı yazarı, ön neyse. Belirsizlik hakim, anlatıların nereye uzanacağı, karakterlerin ne kadar derinleşeceği belirsiz, zihinsel uğraşın felsefeden sosyolojiye uzanan nüve kaynakları çok zenginken bu romanda anlatıcının son derece sıradan seyri tezatlık oluşturuyor ama kefenin boş yanına da doluyor düşünsel temel, edimlerle kol kola. Tuhaf: erkeğin erkeklik yapması olarak özetlemek mümkün, aynı zamanda adaletsizlik, hikâyeyi bu çerçeveye sıkıştırırsak anlatıcının absürt, saçma yaşamını sıra dışılıktan çıkarıp bilinenin yüzeyselliğine indirgemiş oluruz, olmaz. Türker’in anlatıda kaç oyun oynadığını matematik profesörü gelse sayamaz, bir örnek: “Cebinde azımsanmayacak miktarda bir parayla yolunu büyük büyük bir şehre düşürmüş otuz iki yaşındaki çelimsiz, tuhaf tavırlı, kaçamak bakışlı, enikonu kararsız bir adam bir öğle vakti anılan spor merkezinin kapısından girer ve her şey orada başlar. Kısa geri dönüşler olabilir. Kameradaki göz, başı hafiften dönmüş gibi dünyayı bulanıklaştırdıktan sonra kendine gelir ve biz evvel zamanda olduğumuzu anlayıveririz hemen.” (s. 12) Tekniğin içinde teknik, anlatıcı kendine dışarıdan bakarak anlatısının oyununu açık eder, geri dönüşlerden, bulanıklıktan -aralara yerleştirilmiş pasajlar diyebiliriz bulanıklığa, zaman yolculuğunun başlangıcı, anlatıcının zihninde, dünyanın yitirdiği büyüsünde, kopuk ilişkilerde, karakterin erişebileceği yerlerde eşinme- ve hikâyenin en önemli meskenlerinden bahsederek güzergâhlara dair bilgi verir. Şaşırtır diğer yandan, her şey orada başlamaz metni düşündüğümüzde, ilk bölüm Gülümse’yle anlatıcının Yorulmaz familyasını ziyaretiyle açılır. Canan misafirleri ağırlamak istemez, eşi Canan -hikâyedeki pek çok gariplikten biri, Canan²- Anadolu turnesinde necip milletimizi kişisel geliştirmektedir, kadın ziyareti kısa tutmak için cüzdanına yönlenir, ne kadar vereceğini sorar. Anlaşmadan haberimiz yok elbette, turnedeki Canan’ın tiyatrocu olduğunu düşünebiliriz, normaldir, ileride ortaya çıkacak ayrıntılar.

Toros, M’den yola çıkıp ülkenin müstesna şehirlerini dolaşmış, birkaçında kitapçı açmış, ailesinden gelen tarla bahçe paralarını bir güzel mahvetmiştir. Halkın kültüre dair incelikli düşünceleri sayesinde taşlanan vitrinler aynı zamanda Toros’un cam kadar hassas kalbi. “Sözcükler, kelimeler, cümleler ve anlamlı olduğu varsayılan paragraf ya da sayfa gibi bütünlüklere dair umutları hiç mi hiç kalmamıştır.” (s. 13) F, D ilçelerinde, Z ve T kentlerinde durum buyken nihayet İ’ye gelir Toros, anlatıp unutmak ister, kurup bozmak ister, başrole kendini koyar ama rollük bir durumu yoktur, bir zamanlar okumaktan başka bir şey yapmadığı gibi şimdi anlatmaktan başka bir şey yapmayacaktır, odaksızlığı aramak istese de kendinin dışına çıkmayacaktır. Benliğinin anısını kurmak, çarpık. Sorum’un ortaya çıkışı bu çarpıklıktan, şehirlerdir takip ettiği Toros’a aklındaki o soruyu -ne soruyu, metni okuyanın elinden öper- durmadan hatırlatır ama neyi hatırlattığını da unutacaktır Toros, Sorum’la düzeyli bir ilişki kuracaktır nihayetinde. Piç, vicdansız, eşek bir soru Toros’a göre, eğitimi belirsiz, bütün olumsuzluğuna rağmen önemli çünkü değersizliğin, can sıkıntısının, ölme isteğinin baş sebebi, Toros’un hayattaki en değerli varlığı. Yanında götürebildiği bir o var, diğer her şey geride: M, aile, kırsalın sıkıntısını yığan anne, hamile olduğu yalanını söyleyen Şirin, çekip giden Toros’la annesi arasında aracılık yapan kız kardeş Tülay. Telefonlar gelir gider, annesiyle bir türlü konuşamayan Toros giderek kaygılanır, ne Şirin ne de Tülay anneden haber verir. Evine dönmesini isterler, anne öfkesini yenip telefona çıktığında para göndermeyi keseceğini söyler çünkü onca parayı batırmış, haytalıkta heder etmiştir Toros, ne bok yediği belli değildir, karısına dönerse maddi gücüne kavuşacaktır ama dönmeye niyeti yoktur. Otelde bir başına yaşıyor adam, çalışanlarla takışıyor, rakıcının erkekliklerine maruz kalıyor, bir de Canan Bey’in kişisel gelişim zırvalarına. Otel safhası adamımızın insan kaçkınlığından sahneler sunar, rakıcının seks esnasında ölmesiyle başka bir boyuta geçer, çevreyi deşmelerden -televizyonda beliren şehzadelerin demokrasiye, Avrupa’nın göbek deliğine kaçmaları, otel çalışanlarının serflikleri, memleketimizin ahvali diyeceğim ama sürekli karşımıza çıkıyor bu, insanımızın çelişkileri gibi, ayrıca eczane sahnesi nedir öyle, başka bir eczanenin poşeti yüzünden eczacıdan saçma sapan azar yer bizimki- kendini inşa etmeye varır. Kadın korku içindedir, müşterisinin ölüsüne bakamaz, teskin edilirken bir daha o işi yapmayacağını düşünür ama yapacağını bilir. Tanrı’ya göre israf, çocuk olmayacaksa günah. “Belki Tanrı, bu geniş daire içinde dönenen durgun ve kirli kanı koruyordu. Bu hiç bozulmamış ve yabancılaşmamış kan Tanrı’nın eski bir alışkanlığıydı. Onun derdi kullar yaratmaktı, üremenin ahlakı ikincil bir meseleydi ne olsa. Bu kadim, bu geniş, bu kibirli ailenin üretimde hiç fire vermeyen bir kul fabrikasına dönüşmesi O’nun sermayeci bakış açısıydı.” (s. 46) Şirin’le evliliği üzerinden aileyi eleştiriyor gerçi Toros, babasının baskısıyla dayı kızını alması, kanın içeride kalması ailevi bağları güçlendirdiği gibi yarınlara umutla bakmasına da yol açıyor, bu yüzden yirmi gündür kaçak, annesi telefonlara çıkmıyor, bir dünya dert. Ha, esnafla yakınlık, komşuyla yakınlık da bu yapıyı oluşturmak için, insan bulabildiğini toplayıp hemen bir aile kuruyor ve ağzına sıçtırıyor hemen, didişmeler baş gösteriyor. İnsan bunu niye yapıyor? İnsanın bazı şeyleri niye yaptığı Toros’un esas meselesi, romanın da esas meselesi, hasılı özgürlükle ne yaptığımız bizimle ilgili olduğu kadar özgürlükle de ilgili. Nasıl bir özgürlük, tam mı, zamanlı mı, ne? Rakıcının hayaletinin musallat olması Toros’a özgürlüğüyle ilgili ne düşündürmeli?

İlerliyorum, Canan Bey’in kişisel gelişim seanslarına katılmayı istemiyor başta Toros, derdiyle başa çıkamadıkça Olimpos Spor Merkezi’ne yakınlaşıyor, en sonunda Badi Zeki’yle tanışarak derslere başlıyor. Eskinin sıkı devrimcisi, yeninin nostaljik yeniği Zeki’den hayat dersleri alacak Toros, eskiden ilişkilerin nasıl başladığını, devrimci nikâhını, ezilmeyi dinledikçe spor salonunda tanıştığı temizlikçi Gülümse’ye hissettiklerinden bahsetmeyi erteleyecek. Diğer yanda Canan² var, adamın seminerlerinden birini bok etmesine rağmen ilginç bir vaka olarak dikkat çeken Toros hemen davet ediliyor eve, kadın topla tüfekle kovmaya niyetli olsa da kocasına karşı gelmiyor ve bu tuhaf tipi ağırlıyor. Çocukları İlya’nın camlıktan mustarip olması -kemik hastalığı hani, kolaylıkla kırılan kemikler, ne acı- Toros’u derinden etkiliyor, onlar için her şeyi yapabilir çünkü ne kadar kişisel gelişim kişisel gelişim konuşsa da Canan’dan başka sağlıklı bir şekilde iletişim kurabildiği kimse yok. İki kanaldan ilerliyoruz şimdi, Zeki hiçbir şekilde razı değil Gülümse’yle Toros’un ilişkilerine, hele Gülümse’nin işten ayrılacağını öğrenince küplere binip Toros’a tehdit savuruyor ki sever Toros’u, bir anlığına dünyaya aynı yerden bakabildiğini düşündüğü adamı pataklamak istemez. Pataklar, Toros yine bildiğini okuyup M’ye dönmek için otogara geldiğinde bunu kuytuya çekerler, patküt. Gülümse’nin hamile kaldığı ortaya çıkınca bebeği hemen satar Toros, sağlam para kaldırır, ne Gülümse’yi ne Zeki’yi umursar. İlginç bir karakter Toros, örneği azdır. Sorum’dan kurtulur da hemen bir başkasını bela eder başına, yeni belanın hedef göstermesiyle tutulur Gülümse’ye zaten, muhteşem hatalar yapmaya devam eder.

Hani belki mevzunun bayat olması yerilebilir ama Türker öyle bir dil ve biçim yaratır ki, dediğim gibi, kefe hop. Denk gelen okusun, okunmaya değer roman.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!