Kitap okumamaya dair derinlikli bir deneyimi aktarma konusunda üç temel baskı var Bayard’a göre, ilki “okuma mecburiyeti”, okuma kutsallaştırıldığı için bir metni okumamak, okumaz için, hele de okumaz/Bayard edebiyat profesörüyse toplum nezdinde kabul edilebilir değil. “Baştan sona okuma mecburiyeti” ikincisi, çabuk çabuk okumak veya göz gezdirmek de iyi karşılanmıyor, Pennac’ın okur haklarının karşılığı olsaydı Proust’u şöyle bir karıştırmanın geçerliliği olurdu ama yok, okumak demek bitirmek demektir, o halde baştan sona, atlayıp zıplamadan, kitabı açık bırakarak rüzgâra sayfayı çevirtmeden ve okuma iradesini rüzgâra, uçan kuşa bırakmadan okumak gerekir. Okumaz için Proust’un madlenli bölümünü okumak yeterlidir, Proust.zip o bölümde mevcuttur, annenin sesi olmadan uykuya dalamamak, uyku, anımsama biçimleri derken anlatı hakkında genel bir fikir sahibi olmak, Proust’un ne işler çevirdiğini anlamak mümkündür. Okurun veya okumazın niyeti önemli bu noktada, neden okur? Akademisyendir, sorularıyla can sıkan öğrencilerine karşı söyleyecek bir şeyi olsun ister, tamam. Hisar’ın metinleri hakkında konuşma yapacaktır, Proust’la Hisar arasında benzerlik olduğunu okumuştur bir yerde, suyunun suyu olmasın da birazcık suyu olsun diye şöyle bir göz gezdirir, Proust’u anlamaya çalışır, konuşmasına altlık yapar. Okumazın işi gibi duruyor bu, dolayısıyla okur karşısında tökezlemeye de meyilli olacaktır, örneğin soru-cevap faslında mekânlarla ilgili bir soru geldiği zaman yan yollardan kaçmayı başaramazsa Proust’un kiliseye ayırdığı bölümü okumadığı için sudan çıkmış balığa dönecektir. Kaçınma yolları nedir? Bayard hemen her senaryo için bir bölüm yazmış, anlatılarda duruma uyan bölümlerden alıntılar yaparak meseleleri incelemiş, sırasıyla göreceğiz.
Üçüncü baskıda bir kitap hakkında konuşmak için o kitabın mutlaka okunmuş olmasının gerekliliği ele alınır. Bayard’a göre taraflar kitabı okumadan da söyleşi tutturabilirler. Kör söyleşi, Selahattin Özpalabıyıklar’ın “kör okuma” dediğinin sözlüsü. Aslında o kitap hakkında değil de o kitap hakkında söylenenler hakkında konuşuyorsunuz, o kitabın etkilediği yazarların görüşlerine rastlamışsanız o görüşleri katık ediyorsunuz, aslında hiçbir şey konuşmadan bir şeyler konuşuyorsunuz ve ikinci, üçüncü elden bilgilere gark olup bununla yetiniyorsunuz. Bu okumazın değil de okurun niyeti sanırım, hakkında konuşulan bir metni bilmiyorsanız o metni bilmek istemez misiniz? Üfürükten bir örneğim var, lisede KASDAV vardı, liseler arası müzik yarışması. Saatlerce prova yapılır, yorum dalındaki şarkı orasından burasından çekiştirilir, değiştirilir, beste dalındaki şarkı gerekirse baştan yazılır, grup elemanları kendi yorumlarını katar falan, eğlenceli iş. Birlikte çaldığım gitarist arkadaşla provadan dönerken 2005’teki Dream Theater konserinden bahsediyorduk, ben Petrucci’yi izledikten sonra gitarı bırakmak istediğimi söylemiştim. Adam şunu demişti: “Öyle düşünme be abi, ben eve döner dönmez gitarın başına oturdum, adamın şarkılarını çaldım. Gaz geldi.” O gaz bana gelmedi, bu yüzden o arkadaş şimdi stüdyo müzisyenliğinde adım adım ilerlerken ben evde takılan adama döndüm. Ne oldu, aynı gaz kitaplar için geldi bana, bu yüzden iyi okuyorum, atlayıp zıplamıyorum, bulduğum her boşluğu değerlendiriyorum. Bayard bir kitaptan bahsetmek için o kitabın kapağını açmamanın daha iyi olabileceğini anlatır bir yerde, doğru mu? Rita Felski Edebiyat Ne İşe Yarar?‘da mevzuya kuramsal açıdan yaklaşır, metinle okur arasındaki belli bir mesafeyi irdeler, okumamaktan bahsetmez çünkü okur metne gerekli bir mesafeden bakmayı öğrenebilir veya sezebilir, metni okumadan metne bakmaksa bambaşka bir şeydir. Bayard belli örnekler üzerinden, okumaz için okumamanın daha “iyi” bir bakış açısı geliştirebileceğini söyler. Okumanın hedefini, anlamını, yapısını sorgular, “okunan kitap kavramının bulanık olmasını ister” ve kitaplara dair kişisel bilgi derecesini kendi icadı kısaltmalarla gösterir. GAK “göz atıp karıştırdığı kitaplar”, UK “unuttuğum kitaplar” gibi notlarla yazılarında ele aldığı kitaplara hakim olma derecesini gösterir, bu bağlam okumadığımız veya okuduğumuzu unuttuğumuz kitaplar üzerine nasıl konuşacağımızın da deney alanını gösterir, Bayard başarılı bir okumaz veya okur-unutur olduğunu gösteriyor.
Üç ana bölümün ilkinde belli başlı okumama türleri var, ilk tür kitabın kapağını bile açmamak. Bütünüyle uzak durma, araya mesafenin en büyüğünü koyma edimini Musil’in Niteliksiz Adam‘ındaki kütüphaneci özelinde görüyoruz. General Stumm’un gördüğü kütüphane göz alabildiğine uzanıyor, bütün kitapları okumak için on bin yıl gerekiyor, aşılmaz bir dağ uzanıyor raflarda. “Okunabileceklerin sonsuzluğu ile yüz yüze gelmekle, okumayı cesaretlendirme düşüncesi birbiriyle bağlantısız sayılmaz.” (s. 26) Kütüphaneci kitapların tamamı hakkında bilgi sahibi, o kitaplardan hiçbirini okumadığı için. Burada okurun maksadı ve tercih meselesi ortaya çıkıyor yine, bir kitabı okumaya başladığımızda diğer bütün kitapları tercihimizin dışında bırakmış oluyoruz, hepsini tercih edemeyeceğimize göre okumanın anlamsızlığına varmak kolay, tek bir yaşamın hiçbir şey için yeterli olmadığını düşünmek de kolay ama ne için bütün bunlar, bunu düşünmek gerekiyor. Koca bir kanonu oluşturan kitapların tümünü okuyamayız ama kanon hakkında bilgi sahibi olabiliriz, o zaman tek tek bilgiler yığınına girişmektense bütüne bakmak daha iyi değil mi? Bilgi istiflemek için evet, edebiyatın insanla ilişkisini “yaşamak” için hayır. “Kültürsüzlükten suçüstü yakalanmamak için” bütüne odaklanmak belki gururu kurtarır ama sanatın esas noktasını kaçırmış oluruz, nicelikle kısıtlanmak yine esas mevzuyu kaçırmamızı sağlar. “Okumamak, kitaplar arasında boğulmamak için kitapların sonsuzluğu karşısında örgütlenmekten ibaret gerçek bir etkinliktir. Bu bağlamda savunulmayı, hatta ders olarak öğretilmeyi hak etmektedir.” (s. 32) Patolojik bir durumdan kurtulmak için kitap okumamak. Bibliyoterapinin zıddına benzer bir teknik. Kütüphanenin biriktirme değil, eksiltme sanatı olduğunu düşünenler için değil.
Şöyle bir göz gezdirilen kitaplar bölümünde Valéry’nin edebiyat eleştirisine getirdiği yenilikle karşılaşıyoruz, eserle yazar arasındaki bağı sorgulayarak eleştirinin sınırlarını genişletiyor, Proust’un Sainte-Beuve eleştirisinin üzerinde yükselen bir uğraş, ardından okumadığı kitaplar hakkında nasıl konuşulacağına dair örneklerle karşılaşıyoruz. Bolca sıfat, en ciddi sorunları ele alma başarısı, kusursuz bir sanat anlayışı gibi gevelemeleri arka arkaya dizerek okumaz olabilirsiniz. Karıştırıp göz gezdirirsiniz şöyle bir, kitabın içinde “boğulmazsınız”, genel bakışı başka genel bakışlarla birleştirerek koca koca dönemleri yalayıp yutarsınız hatta. Keka. Hakkında konuşulan kitaplarla ilgili bölümde Gülün Adı, felsefe ve Hristiyanlık ilişkisi var, metinlerin okurlar ve okumazlar tarafından farklı değerlendirilmeleriyle ilgili bir paydaya ulaşılıp ulaşılamayacağına değiniliyor. Eco, Valéry’nin bir adım ötesine giderek kitapların ratlantısal nesnelere, fantazyalara dönüşebileceğinden bahsediyor, kitaplar hakkında konuştuğumuz zaman kendimizi kitaplardan ayırırız, başkalarının kitap hakkındaki sözlerinden korunduğumuz kadar kitaptan da korunmuş oluruz, erişemediğimiz her neyse dışlarız, doğrudan bilginin alternatifini yaratırız. Nitelik önemsiz, okumaz olarak amacımız bir anlamda “yırtmak”.
Okuduğumuz ve unuttuğumuz kitaplar Montaigne’i ağırlıyor ama öncesinde Bayard’ın yorumu: “Ben daha okurken okuduğumu unutmaya başlarım ve bu süreç kaçınılmazdır, sanki kitabı hiç okumamış gibi olduğum ve aklım olsa hiç ayrılmayacağım okumayanlar safına katıldığım ana kadar uzar gider.” (s. 75) Montaigne ne okuduğunu hatta ne yazdığını unuturmuş, bu yüzden denemeye odaklanması makul. Denemeye her yerden her şey girebilir, serbestliği günlükle yarışır, biraz kurmaca katılsa kurguya sağlam altyapı hazırlar, iyidir. Montaigne gibi hafızası pek akışkan bir yazar için biçilmiş kaftan, bunun yanında okumaya dokunan kısmı da ilginç. Okuduğumuzu unutursak okumuş sayılır mıyız? Mustafa Yılmazer’in Zen Bahçesi‘nde söylediğidir, bir kitaptan geriye sadece o kitabı okuduğumuz kalmışsa bu ne demektir? Daha da ileri gidelim, okuduğumu unuttuğum bir kitabı tekrar okumaya başlarsam önceden okumuş olup olmamanın anlamı nedir? Aynı kitabı dört, beş kez aldığımı biliyorum, bende olup olmadığını hatırlayamamıştım, bu bana göre tamamsa da zannediyorum iki kez başıma gelen bu tekrar okumayı nereye koyacağımı bilmiyorum. Bıraktım kitapları ama okuyabilirdim de, birkaç silik görüntü dışında hiçbir şey hatırlayamamıştım, ilk kez okuduğum anlamına gelmiyor bu, daha önce okuduğum anlamına da gelmiyor. Başta dehşet verse de tatmin edici bir şey artık, her metni bir başkası okuyor, metni okuyan aynı kişiye denk gelmişse bu kez metin değişiyor, bütün olasılıklar tek bir okurdan ve kitaptan doğuyor. Çok şey okudum ve hiçbir şey okumadım.
Sekiz bölüm daha var, ilk dördünde okunmamış bir kitap hakkında konuşma durumlarının analizleri, kalanlarda bir dizi öğüt var. Denemelerden Wilde, Shakespeare gibi pek çok sanatçı geçiyor, Bayard kendi türettiği kavramlarla okumamayı dizgeye oturtmaya çalışıyor, hoş bir deneme.
Cevap yaz