Eskiden simsiyah saçları varmış Fournier’nin, bir tutamı hep ters yöne yatarmış, ne kadar tararsa tarasın. İsyankar, ayrıksı, bir çeşit hava verirmiş o tutam, kadınlarla tanışırken ellerini saçlarında gezdirdiği canlanıyor gözde, fırtına gibi estiği zamanlardan altmış yaşın dinginliğine ulaşan Fournier için bu trajedi de geniş açıdan bakıldığında matrak bir komedi. İnsanlarla dalga geçtiği kadar kendisini de dalgaya alıyor, örneğin bir yerde bedenini bilimsel çalışmalar uğruna bağışlamak istediğini ama geri çevrildiğini söylüyor, ne kadar gerçek bilemem ama bundan da malzeme çıkardığı malum, Otopsim‘de bedeni kıtır kıtır kesilirken uzuvlar üzerinden tarihini eşeliyordu, her şeyi ortaya döküyordu ama bu metnin olayı yaşlılık, yaşlılıktan başka bir şey yok, yaşlılığın imgeleri ve arabalarla benzerlikleri var en fazla. Otuz yıllık arabasını tamircisine götürdüğü zaman şakayla karışık laf yiyor tamirciden, lafın altında kalmayacağı için o da laf sokuyor, tamircinin de pek zamanının kalmadığını söyleyince adamın yüzü asılıyor birden, kendi ölümünü düşününce morali bozuluyor. Fournier’nin sonradan Bentley alması ölüme karşı bir savunma mekanizması herhalde, metnin sonunda eski arabasının fotoğrafını koymuş mesela, antika arabasıyla kendince vedalaşıyor gibi gözüküyor. Bir şeyleri değiştirmek insana gerçekten yaşlandığını anımsatıyor, kitaplara yer açmak için yirmi yıllık kanepeyi attığım zaman ortaya çıkan boşluğa bakıp dalmıştım, sonra hemen elektrik süpürgesini alıp tozu toprağı temizleyivermiştim. Devinim geçen zamanı unutturuyor ama belli bir eşik aşıldıktan sonra işe tam yaramıyor sanırım, Fournier ellisine kadar ölümsüz olduğunu düşünmüş, elliden sonra vücudu alarm vermeye başlayınca beslenme alışkanlıklarını değiştirmiş, koladan yıllanmış şaraplara dönmüş mesela, bir nevi sınıf atlamayı da gösteriyor bu. Eski arkadaşlarıyla buluştuğu zaman yedikleri yemekler, içtikleri şaraplar gençlikte sahip olmadıkları paranın ellerinde olmasından kıvanç duyduklarını gösteriyor. Tabii doktorun her şeyi yasaklaması turp sıkıyor bu duruma, sigara azaltılacak, alkol çok içilmeyecek, yaşam sağlıklı besinlerle sürdürülecek artık. Fournier hiç yaşamasa daha iyi olacağını söylüyor ama geleceği de görmek istiyor bir yandan, önünde kendinden daha yaşlı insanların olduğunu kendine hatırlatarak teselli buluyor. Onlu yaşlarımı hatırlıyorum, yirmi yaşındaki insanlar bayağı yetişkindi, daha yaşlılar için henüz bir kategori oluşmamıştı kafada, bastonla yürüyenler yaşlıydı, aradakiler tanımsızdı. Yirmilerde otuzlar büyük gelmeye başlamıştı, şimdi elliler, elliye gelince yetmişler, böyle gidecek bu. Ne zaman aynı yaştaki arkadaşlar ölmeye başlayacak, o zaman bu işin sonuna geldiğimizi anlayacağız sanırım. Hastaneler, solunum cihazları, ameliyatlar, kalbe takılan stentler, piller, yedek parçalarımız bize yaşadığımızı ve yavaş yavaş öldüğümüzü hatırlatacak. Son bir siyah saç gibi. Fournier kendini hâlâ yakışıklı bulsa da başına gelen tipik bir olay pes etmesine yol açacak. Toplu taşıma aracında gülümseyerek bakan bir kıza yanaşırken kızın aslında yer vermek istediğini anlaması, “amca” çekmesi emekli olduğunu anımsatacak. İhtiyarlamanın orta yaş karizmasını yok etmesi baş edilemez bir şey Fournier için, bronzlaştığı zaman bile güzelleşmiyor artık.
Sanat açısından, eh, bir şeyler yaptı, çoksatar birkaç metniyle avunuyor ama Mozart’ı, Van Gogh’u anımsayınca gitmekte çok geç kaldığını düşünüyor. Kendini dâhilerle kıyaslaması biraz gülünç ama yaşlı bir adam o, fikrince yaşlıların her şeyi yapma özgürlüğü var. Hoş olmayan sözleri duymazdan gelebilirler, kabalaşabilirler, baskı kurabilirler, aldıkları yaşların keyfini böyle çıkartıyorlar, en azından Fournier kafasına eseni yapabiliyor. Metni yazarken eşinin henüz ölmediğini anlıyoruz, her ikisinin de yüzünde çizgiler belirmeye başlayınca gençliklerini hatırlıyor. Gözlüklere ihtiyaçları yoktu, uzaklar ve yakınlar netti, camlara gerek duymuyorlardı. O günler geçmişte kaldı, hesaplaşma zamanı gelince ne fırsatları kaçırdığını düşünüyor Fournier, neyi yapıp yapamayacağını listeliyor. Julia Roberts’ın kocası olamayacak, papa olamayacak, çifte parende atamayacak, uçak pilotluğu, olimpiyat şampiyonluğu geçmişin ihtimalleri arasında kaldı ki iyi bir atletmiş Fournier, üniversitede uzun atlamada şampiyonlukları varmış. Yaşlılığın verdiği yetkiyle uydurmuyorsa efsaneymiş o zamanlar, bedeniyle gurur duyarmış. Sarkık bir torbayı taşır gibi hissetmeye başladığı an tansiyonu, çırpı bacakları, ağrıyan yanları ıstırap vermeye başlıyor. Genç halini özlemle ansa da yaptığı hatalar yüzünden küfretmediği de kalıyor arada.
“Eğer bugün üç kuruşluk bir emekli maaşım varsa, bu yine senin yüzünden. Okulda hiçbir şey yapmadın, sınavlarında başarısız oldun.
Senin yüzünden lise diplomamı asla alamayacağım. Öldükten sonra bile.” (s. 41)
Kızıyla ilişkisinin bozulduğunu söylüyor başka bir kitabında, hiç konuşmuyorlarmış, kızının düğününü hatırlaması acı vermiştir herhalde. Kolunda kızı, kilisenin merkez koridorunda yürüyor, insanların dalga geçmesinden korksa da dik duruyor. Damadı sevmiyor, sempatik ama kaba adamın güzel kızını alıp götürmesi gerçeğinden nefret ediyor. Eşi ağlıyor, kendi gözyaşlarından bahsetmiyor Fournier, kızının evlenme fikrine nereden kapıldığını düşünüyor ama bulamıyor, birlikte mutlu mesut yaşarlarken aile küçülüyor. İki oğlunun ölümü yine yok, annesiyle babasından hiç bahsetmiyor, kendine odaklı. Eskiden büyümek istediğini, önünde koca bir yaşam olduğunu hatırlıyor, ölümünü beklerken isteklerinin çoğuna kavuşamamış olmanın avuntusunu annesinde bulamayacağını da anlıyor. Eskiden kalbi kırıldığı zaman annesinin patates kızartmalarında bulurmuş huzuru, şimdi kendisi bayatlamış bir kızartmaya dönmüş halde yaşıyor. Ayağına basıldığı zaman özür dilemeyen çocukları hiç sevmiyor, eskiden spontane davranışlarıyla çocukların gözdesiymiş oysa. Siyahiler hakkında olumlu düşünceleri varken zamanla değişmiş, çok gürültü yaptıkları için siyahileri de sevmiyor. Aslında pek kimseyi sevmiyor, bunun ne kadarını huysuzluğuna vermek lazım, bilemiyorum. Pek ileri de gitmiyor, çocukları hiç sevmediğini söyleyip kesiyor lafı, linçten korkuyor biraz. Hoşa gitmek için kendi kendine öğütler uyduruyor, yaşlılık kanunları gibi bir şey. Kitap gibi konuşmamak, ciddi ve yargılayıcı olmamak, nüktedan olmak, her şeyle alay etmek, meraklı ve hırslı olmak gibi birkaç madde kendini sevdirmek için gerekenler olarak listelerden biri olarak yer alıyor. Fournier bu kez anlatım biçimine çok çok kısa bölümler de ekliyor, tek cümlelik, iki cümlelik bölümler yaşlılığın sembolleri olarak okunabilir. Araba benzerliğinden bahsettim, yaş olarak 49,99’u kullanmak, 65’ten sonra kaportacıda yeni bir yaşam ummamak gibi şeyler. Yaşamından parçalar da sunuyor arada, örneğin bir imza gününde karşısına çıkan kadını hiç hatırlamıyor. Kadın ortak tanıdıklardan, yaşadıkları olaylardan bahsetmesine rağmen Fournier’nin hiçbir şey hatırlamadığını görünce adını söylüyor ve Fournier kadının o tatlı kız olduğunu reddediyor, zaman o kadar da geçmiş olamaz, gençliklerinde yaptıkları haytalığın haddi hesabı yokken, oldukça yakınlarken iki yabancı gibi karşılaşmalarını aklı hayali almıyor. Genç görünme çabaları, mizahı, her şeyi o an kayboluyor, kadının varlığı ağır bir yük gibi çöküyor omuzlarına. Gazetede gördüğü bir ilandan da çok etkileniyor, altmışlı yaşlarındaki adam kendini öve öve bitiremiyor, otuzlarında çılgın bir kadın aradığını söylüyor. Zavallıca. Posta kutusuna düşen cenaze reklamı da bir diğer bunaltıya yol açıyor, defin işlemlerini kusursuz bir şekilde halleden, hizmette kusur etmeyen şirket Fournier’ye huzur içinde ölebileceğini, artık ölmesi gerektiğini söylüyor. Dünya dönmeye devam edecek, atılan adımların yerini başka adımlar alacak. Son soluğunu ölüm anına kadar vermemeyi düşünüyor Fournier, böylece son âna kadar bilinçli olacak, belki öbür tarafa götürecek o soluğu, yaşamına farklı bir düzlemde sürdürmeye uğraşacak. Belki.
Komik yine, biraz da hüzünlü tabii, mevzu yaşlılık ve ölüm olduğu için haliyle ortaya karışık bir şeyler. Fournier formunda yine, okunmalı.
Cevap yaz