Kiyohiro Miura – Oğlum Zen Keşişi Olmak İstiyor

Zen‘de yolu arayan adamımız dağ bayır gezer, bilgeleri ziyaret eder, ruhani arınmayı arayıp bulmaya çalışır. İşi kolaydır, dünyası zaten doğadan ibarettir, geride pek bir bağı da kalmamıştır, özgürce yürür. Natura naturata içinde natura naturans‘ı arayan bir öznedir, Spinoza’yı Zen’e böyle üfürükten bir şekilde bağladım ama olgular birbirine benziyor. Neyse, yüz yıl öncesine kadar böyle bir yolculuğa çıkmak çok daha kolaydı, modern dünyanın nimetleri kancasını takmamıştı insana. Bir de şarlatanlar çıktı tabii, metinde de bahsi geçiyor, ABD’nin batı kıyılarında Zen budistlerinin açtıkları tapınaklardan birinde yıllarca kalan Leonard Cohen en sonunda ustasına dava mı açıyordu, bir şey yapıyordu ama tam hatırlamıyorum şimdi. Sonuçta bu Zen olsun, çeşitli egzotik inançlar olsun çağa ayak uydurdu ve metalaştırıldı, satın aldığınız meditasyonun yararını göremediğiniz gibi ruhsal hasar da alabiliyorsunuz. Sigara bağımlısı olunca sigarayı bıraktırma kurumlarına canavar gibi para vermek gibi bir şey, çok daha genel versiyonu. Bir şeylere bir güzel bağlandıktan sonra maneviyattır, inzivadır, zor böyle şeyler, hele geride kalanlar varsa. Münzevi açısından bakarsak kopmayı kendi istemiş olabilir, bu durumda geride kalanların acısı daha büyük olacaktır. Miura bu metinde geride kalanların gözünden bir bakış sunuyor, ortaokula giden çocuğu Zen keşişi olmak isteyince durumla başa çıkmaya çalışan bir baba ve annenin yaşadıklarını anlatıyor. Kardeşin özlemi daha çok paylaşılamayan eşyalar üzerinden anlatılıyor, tabii altında aileden kopan, eve bir daha gelmeyecek olan abinin özlemi var. Baba durumu iyi idare ediyor aslında, ABD’de okuduktan sonra Japonya’ya dönüp iyi bir kariyer yapan, evlenen, iki çocuk yapan baba bir gün eşiyle birlikte yeni taşındıkları apartmanın civarında yürürlerken Zen tapınağına denk geliyor, her pazar meditasyona gitmeye başlıyor derken büyük oğlu da yanında geliyor bir gün, ikisi beraber gitmeye başlıyorlar, oğlan en sonunda keşiş olmak istediğini söylüyor, anlatı tam bu noktada başlıyor. Geriye dönüşlerle çocuğun pek parlak olmayan ergenliğini görüyoruz, okulda notları iyi değil, okul üniformasını doğru olmayan bir şekilde giyiyor, serserilerle takılıyor, en sonunda sıkı bir kavga çıkarıyor. Ailesi okula gitmek zorunda kalıyor, çocuğu alıp gelirlerken çocuk keşiş olmak istediğini söylüyor ve mevzu başlıyor. Çocuğun ailesiyle ilişkileri de sağlam değil, ters ters konuşmasını ergenlik isyanına bağlayan baba biraz sert çıkıyor bazen, onun dışında oldukça edilgen. Tapınağın ustası Jizo’nun oğlan hakkındaki görüşlerini ciddiye alıyor, Jizo’ya göre çocuğun biraz Zen’e, ayaklarına bakmaya, olduğu yeri benimsemeye ihtiyacı var. Bu Jizo denen kadın ilginç bir model oluşturuyor, ustalar normalde erkek oluyor ama Jizo’nun durumu değişik. Gençliğinde her türlü ortama girip çıktıktan sonra Zen’e bulaşıyor ve ustasından el alınca tapınağın başına geçiyor. Kadınları aşağılıyor, zayıf olduklarını söylüyor falan, bir de zaman geçtikçe tapınağı güzelleştiriyor. Baba eskimiş tapınağı gördükten sonra yeniliklerin günden güne arttığını görüyor. Yeni bir kapı, yeni tabela, lükse kaçmaya başlıyor her şey. Bağışların fazlalığından bahsediyor Jizo, yine de neden israf derecesinde harcama yaptığını söylemiyor, kendince kaya gibi bir mantığı var kadının. Çocuğu alıp eğitmeye başladıktan sonra babadan da bağış koparıyor gibi gözüküyor. Anlatının modern yaşam ve inançlı münzevilik arasında yarattığı ikilik tam bu noktada ortaya çıkıyor, Jizo aslında olması gerektiği gibi -kadınlar hakkındaki görüşlerini bir yana bırakıyorum- bir usta, çömezlerine Zen’in yolunu gösteriyor, iyi bir eğitmen, inancı sağlam, işini iyi yapıyor yani. Beri yandan aileden, moderniteden kopan -anneye göre koparılan- birey kendi isteğiyle tapınakta yaşamaya başlıyor, keşişlik gereği ailesi nüfustan sildiriyor çocuğu, üç yıl boyunca ara ara gördükten sonra ilişkileri iyice kopuyor, yani aile yapısı, toplumsalın ibadetle ilişkisi, tüketim alışkanlıkları dahil pek çok problem ortaya çıkıyor böylece. Anneye göre her şeyin suçlusu baba, çocuğu tapınağa baba götürüyor, keşişliğe karşı çıkmıyor, üstelik Jizo’ya öylesine bağlı ki çocuğun tapınağa katılmasını destekler gibi duruyor. Eh, serserilik de yapmayacak, Jizo’nun yardımıyla iyi bir okula sokuyorlar çocuğu, notları bir anda yükseliyor, tapınaktaki görevlerini aksatmadan yerine getiriyor, keyfi yerinde yani. Bir tek anne sıkıntı yaşıyor, o da romanın sonunda oğlundan vazgeçerek kızına odaklanıyor nihayet, oğlan ölmüş gibi bir hava estikten sonra kabullenme safhası başlar başlamaz kızına odaklanıyor kadın, bu sırada baba düşünüyor, kızı da tapınağa verebilse güzel olacak. Böyle bitiyor anlatı, babanın Zen düşkünlüğünün ardında bir tek ABD’deki çılgın hayatından kurtulma isteği varmış gibi gözüküyor, başka bir mantıklı çıkarımda bulunmak zor. Gerçi çocuklarını tapınağa veriyor veya vermek istiyor ama kendisi bir tek pazarları gidiyor oraya, ilginç. Aileyi dağıtıp özgürlüğünü kazanma umudu da olabilir, yoruma açık.

Müzik aletleri meselesi Zen’in özünü anlatan hoş bir detay. Oğlanı müzik seti ve bir dünya kaseti var, kardeşiyle ortak kullanıyor. Tapınağa gideceği gün kardeşi kasetleri götürmesine karşı çıkıyor, çok sonra tapınakta kasetlere el koyuyor. Oğlan tepki gösterecek olduğu zaman Jizo’nun tepkisiyle karşılaşıyor, kasetlere, müziğe gerek yok, sesiyle yerine getirdiği bir vecibesi müzik dinleme ihtiyacını karşılayacak. Oğlan kendini gün geçtikçe azaltıyor, en sonunda ailesini gördüğü zaman hiçbir tepki vermeyeceği bir dinginlik noktasına erişiyor, dışarıdaki hayatı ve aile yaşamını unutuyor. Ne düşündüğünü hiçbir zaman tam olarak bilemiyoruz, sadece iyi bir keşiş olmaya çalıştığına şahit oluyoruz. Anneye göre kesin bir ayrılık tabii bu, oğlunun neden keşiş olduğunu anlamıyor, eşinin sakinliğini anlamıyor, tapınak ziyaretlerinden birinde bardak taşınca tepki gösterecek oluyor ama engelleniyor. Kadının yalnızlığı korkunç, o kadar haşlamaya, kışkırtmaya rağmen eşi hiçbir şey yapmayınca her şeyi kabulleniyor işte, bir evladını kaybetmiş gibi oluyor. Jizo’nun çocuğu özellikle istemesi, eğitiminden beslenmesine kadar her şeyle ilgilenmesi bir ustanın yapması gereken şeyler ama kendisi tapınaktan ayrılmak, yerine çocuğu bırakmak istediğini söyleyince iki kez düşünmek gerekiyor. Dinî pratiklerle bireysel çıkarlar bir ölçüde örtüşür gibi gözüküyor, yine de Jizo’nun da niyetini tam olarak bilemiyoruz. Uygulamaları makul, aileye çocuğu çok şımarttıklarını söylüyor başlarda, gerçekten de çocuğun serserilik döneminde ne anneyi ne de babayı görüyoruz, ne yapacaklarını bilemeyen şapşallar gibi dolanıyorlar ortalıkta. Otoriteyi tapınakta bulan, model olarak benimseyen çocuğun kararında kesin olması bu açıdan da okunabilir.

Hasılı iyi bir roman bekliyor okuru, ruhun aydınlanması için nelerden vazgeçilebilir, radikal kararlar hangi şartlar altında alınır, kayıplarla nasıl mücadele edilir, Zen nedir, nerelerde bulunur, ele avuca gelir mi, böyle sorularla dolu bu anlatı Akutagawa Edebiyat Ödülü sahibi. Okunsun, hoş.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!