Epigraf Hitler’den, bir kısmını doğrudan almak lazım: “Bir şeyin daha evvelden var olmadığı gerçeği, bir başarının kalitesinin kanıtı değildir; diğer taraftan daha önceden hiç var olmamış bir bayağılığın kolayca kanıtı olarak kabul edilebilir. Bu sebeple, sözde sanatkâr, hayattaki tek amacını, geçmişin veya içinde bulunduğumuz ânın başarılarının, en kafa bulandırıcı ve anlaşılmaz tasvirlerini ortaya çıkarmak olarak algılıyorsa, geçmişin gerçek başarıları her şeye rağmen hakikî başarılar olarak kalmaya devam edecektir. Öte taraftan sözde sanatkâr olan o şarlatanların ürettikleri mûsikî, resim, heykel, edebiyat ve mimarî bir milletin düşüşünün en büyük kanıtı olmaktan öteye gidemeyecektir.” (s. 7) Bölemedim, alayını aldım. Metnin parodiyi temel alan yorumları farklı noktalara varacak, ben Cebeci’nin parodi üzerine çalışmalarından ilerleyeceğim, seviye biraz yükselsin. Genette’in “hypotext” dediği nanenin -düştü hemen, benden bu kadar- esamesi haricen de var ama doğrudan asla bakarsak metin başlı başına altlı üstlü ilerliyor. Feyyaz Feyberekli’nin kaleme aldığı Defterdeki Eser nam metni okuruz, kapağı vardır, künyesi vardır, metin içinde metindir, kitaplaştıran isimler ortamlarda tanınan isimlerin parodileridir. Bu açıdan epigrafa bakarak şahıslara yöneltilmiş bir eleştiri var mı diye merak etmedim değil. Neyse, metinmetin Sedat Demirler’in metinmetnin yazarı Feyyaz Zeyberekli’nin eşi Asiye Feyberekli’yle yaptığı röportajla başlıyor, Feyyaz’ın açığa çıkarmaya çalıştığı şeyin Feyyaz’a kayışı koparttığını öğreniyoruz. İşinden izin alıp yorgunluğu geçsin diye üç gün boyunca sürekli uyuyor, yaşamla bağı kopacak gibiyken oturup deli gibi yazmaya başlıyor, kontrole gelen eşini odadan kaçırtıyor, yazıp bitirdiği defteri eşine bırakıyor ve durumu iyice kötüleşince hastaneye kaldırılıyor. Defter Sedat Bey’in elinde, yayıma hazır. Metindeki çizimler Feyberekli’ye ait, ayrıca Feyberekli’nin Sedat Bey’e bıraktığı notta insanların kendisinin uyuduğunu sanacaklarını, gördüklerini rüya olarak belleyeceklerini belirtiyor ve metinmetin başlamıyor, Kabanlardan T.’nin roman için yazabileceği bir şey var sırada. Yollar yine çatallanıyor, öz bilince sahip bir metinmetin olabilir bu, Feyberekli’nin metinmetinmetni olabilir -bu mevzu burada bitsin, katlar arttıkça önünü alamayacağım, okur hangi katmanda olduğunu kendi anlasın, bundan sonra “metin”- ki alımlama şekline göre belirlensin zaten. Kabanlardan T. yüzünden başlayarak kendini, karakterini, yaşantısını inşa ediyor, okura doğrudan seslenerek hazırlık yapıyor. “AÇIK PARANTEZ” ve “KAPALI PARANTEZ” arasını bir çiçeğin açmasını izlememiş olmakla, sorularla dolduruyor, anlatı boyunca karşımıza çıkacak bir mesele bu sorgulamalar, metafizikten psikolojiye geniş bir yelpazede. Bu arada parantezi “aç” veya “kapa” şeklinde göstermek daha makul olur muydu acaba, iki farklı parantez varmış gibi böyle. Neyse, Kabanlardan T. notlar, günlükler tutuyor, “şükür ki” şiire hiç bulaşmıyor. Ardından İsmail Pelit.’nin yazmış olabileceği bir bölüm geliyor, Kabanlardan T.’yle sözleşip randevuevine gitmeye karar verdiklerini, birer fahişeyle takılacaklarını belirtiyor. Sonrasını bir sonraki adıma bırakıp sona ilerleyeyim, Kabanlardan T. yirmi altıdan elli dörde fırlıyor, Karabük’ün bir köyünde, eşinin getirdiği dosyadan çıkan sayfayı okuyunca okuduğumuz metnin planıyla karşılaşıyor, sonra paniğe kapılıyor, anlatının başındaki bölümde söz ettiği DİORAMA nam romanın ikinci sayfasındaki adrese dosyayı olduğu gibi gönderiyor. Kabanlardan T. ve Feyberekli düalist bir yaşamı sürdüren iki karaktere dönüşüyor, metin üzerinden geçişmelerini seziyoruz. Feyberekli’nin sadece rüya gördüğünü düşünürsek bu anlatının ortaya çıkmaması gerekiyor, personalar arasındaki koşutluk düşünülürse metnin yazarı da belirsizleşiyor. Gösterilen yazarın güvenilmez bir yazar, anlatıcının güvenilmez anlatıcı olduğu faktörlerini ele alırsak yorumlar aşırı yoruma kadar varabiliyor, burada bırakıyorum bu mevzuyu ve parodiye dönüyorum, metin kendi içinde kurmaca katlarının iletişimine sahip, bu iletişimin “homage” amaçlı olduğunu düşünüyorum, bölümler arasında alaya dayalı bir bütünleşmenin izleri görülmüyor, oyun ciddi oynanıyor. Tam bu noktada, bu bütünlükten doğan bir alayın gücünden yararlanıldığını düşünüyorum, zira kendi kendini karakterleri vasıtasıyla yazdıran metin artık klişenin de ötesinde, fenalıklar getirecek kadar çok sayıda, postmodern anlatının en posa biçimi hatta. Aynı oyunların defalarca oynanmasına duyulan bir tepkiyi seziyorum ama bunu ispatlayamam tabii. Bu noktada “hypotext”e dönersek referans metinler ortalama üstü okurların aklına gelecektir, Paul Auster geliyor benim aklıma ilk. Cebeci’ye ve Cebeci’nin alıntıladığı Dentith’e göre Eski Yunan ve Roma zamanlarından itibaren “otoriter” metinler her zaman alaycı ve komik parodileriyle birlikte var olmuş, Kaban’ın metni bu bağlama oturtulabilir. Parodinin bir tür olduğunu, olumsuz çağrışımlarıyla birlikte değerlendirilmemesi gerektiğini not düşeyim.
Başka bir mesele, Kabanlardan T. ile İsmail P.’nin randevuevi vakası. İnsanın nasıl yaşadığını merak ediyorlar, deneyimlemek -“yaşayımlamak”- için kerhaneye gitmeye karar veriyorlar, bir kafede buluşuyorlar, Kabanlardan T.’nin Selami nam bir arkadaşı ortaya çıkıyor, yanında iki kız. Selami iki kafadarın planlarını öğrenince onlarla birlikte kerhaneye gitmek istiyor, kızlar kavgaya tutuşunca iki arkadaş Selami’yi bırakıp mekâna gidiyorlar, rezervasyon problemi yüzünden kadınlarla birlikte olamadan çıkıyorlar ortamdan, sonra bir kaza oluyor ve İsmail P. ölüyor. Burada eyleme dönüşememiş ideolojiyi ele alacağım. İki arkadaşın diyaloglarından ve düşüncelerinden yaşama dair düşünsel planlarını öğreniyoruz, zannediyorum Kazancakis’in Lenin’den aktardığı bir mevzu olan en iyi ideolojinin harekete geçmek olduğuna dair vecizeyi hatırlatırcasına harekete geçiyorlar da, planları sekteye uğrayınca kendilerini gözlemleyen bir baykuşun bakışları altında boşa atılmış bir kurşunun ardından ölüveriyor İsmail P., beklentilerinin boşa çıkması ve onca uğraşının sonuçsuz kalması sonunu getiriyor. Üslubun bu başarısızlığı imleyip imlemediğini düşünüyorum, son derece kibar insanlar bunlar, genelevdeki mama kibar, hayat kadınları kibar, elit bir yere gitmedilerse ve kendileri de pek elit değilse uyumsuzluk dil vasıtasıyla sağlanmış oluyor. Daha da aşırı yoruma kaçıyorum, İsmail P.’nin eksiği bu “elit”lik mevzusundan ötürü mü? Çok yüce düşünceler bu yüceliğe zıtmış gibi çınlayan eylemi baştan başarısızlığa mahkum ediyor adeta. Başka bir mesele de toplumsal eleştiri. “Bedbahtlık, hastalık, fakirlik, uzak olmak lezzetlerden, yapamamak istediklerini ve nihayet itibarsız kalmak. Cahil şehir. Ve ha bu mahalle, ha bir memleket.” (s. 56) Satire yaklaşan bir yapısı da var metnin, ne ki olumlanan bir istikamet sunulmadığı için mevzu bahis yaklaşım belli belirsiz.
Bahsedilecek çok şey var ama benden bu kadar. Son birkaç şey: Okumadan önce belli bir çevreyi az çok bilmelisiniz, yazar hakkında az çok bilginiz olmalı ve okur olarak sıkı durmalısınız yoksa metin elinizden kayıp gider.
Cevap yaz