Benyamin Tammuz – Minotauros

Şahane bir parçalı kurgu. Karakterlerin yaşamlarından kesitler, kesitlerin bağlantı noktaları, Ajan’ın kimliğini çözmeye çalışmaca. Bulmaca anlatı ama oyun ön planda değil, İsrail-Filistin çatışmasının parçaladığı hayatlar, göçmenlik gibi sorunlar da oyunla aynı ağırlığa sahip. William Faulkner ve Laurence Durrell tarzında bir roman olduğunu söylemiş The New York Times Book Review, bence Yenilmeyenler‘le paralellik kurulabilir. Graham Greene de çıktığı yıl romanı “yılın romanı” ilan etmiş, teşekkür ederiz. Tammuz’un doğrudan kendi yaşamından çıkardığı bazı meseleler anlatıda yer bulmuş, hayatı hakkında bilgi sahibi olmalıyız. Kendisi 1919’da Rusya’da doğmuş, Yahudilere karşı yükselen nefret dalgasından kaçan ailesi 1924’te Filistin’e yerleşmiş. Tammuz gençken heykel, edebiyat ve resimle uğraşmaya başlamış, sanat eğitimi için Sorbonne’da okumuş ve komünizme gönül vermiş. 1948’de Haaretz adlı gazetede çalışmaya başlamış, 1970’lerde İngiltere’deki İsrail Konsolosluğu’nda kültür ataşeliği yapmış, 1979’dan 1984’e kadar Oxford’da “writer-in-residence” olarak bulunmuş. Romanda İngiltere var, İsrail zaten var, Filistin, Lübnan, birçok yer var kısacası ama esas mesele Akdeniz kültürü, halkların kardeşliği, savaşa rağmen kardeşliği. Neler dönüyor mesela, bölümlere ayrılan romanın her bölümünde bir karakterin perspektifinden görüyoruz olayları. İlk bölüm “Gizli Ajan”. Olayların orta yerinden başladığımızı çok sonra anlayacağız, şimdilik verilenle yetinelim. Ajan kiralık arabasını park edip otobüse biniyor, o gün kırk bir yaşına bastığı için gözlerini kapayıp kasvetli düşüncelere dalıyor. Sonraki durakta iki kız biniyor otobüse, adamın önüne oturuyorlar. Adam gözlerini açtığında bakır rengi saçlarla ve sıkı sıkıya bağlı bir tokayla karşılaşıyor. Kim bağlamış olabilir öyle? “Kız arkadaşına doğru dönüp yüzünü gördüğünde, adamın ağzından boğuk bir ses çıktı. Yoksa çıkıverdi mi demeli? Zaten yolculardan da bu sesi duyan olmamıştı.” (s. 9) Öyle böyle bir tutulma değildir bu, adam o akşam günlüğüne kızı takip ettiğini, oturduğu yeri öğrendiğini yazar. Kızın bilgilerini elde etmiştir, aralarında yirmi dört yıl vardır ama adam için önemli değildir bu. Mektup yazmaya başlar, Thea’ya yüzlerce mektup yazacaktır sonraları. İlk mektubunda kendini bildi bileli aradığı şeyi bulduğunu söyler, duygularını açar. İlk mektupla birlikte pikap ve plak da yollar, muhtemelen Mozart’ın bir plağı. Thea da mektup yazmaya başlar, göndermemeye niyetlidir ama gizli hayranının çekiciliğine karşı koyamaz ve kendisine söylenen yere gidip mektupları bırakır. Yazdığına göre bir partide tanıştığı G. R. olduğundan şüphelenmiştir adamın, yanlış alarm. Fazla hüzünlü mektuplardır adamın yolladıkları, Thea bu hüznün daimi olup olmadığını merak eder, bir şairin hüznüdür o adeta. Yıllar geçer, mektuplaşma sürer, o sırada G. R. evlenme teklif eder ve Thea kabul eder, nikahtan bir ay önce G. R. bir araba kazasında ölür. Tabii bu detayların hepsini akılda tutacağız ki Ajan’ın işi olduğundan şüphelendiğimiz için anlatının ilerleyen bölümlerinde cevapları bulabilelim. Ölümden sonra Thea İspanyolca okutmanı olarak çalışmaya başlar, hayranına sorduğu G. R.’nin ölümüne dair soruya cevap alamaz, yıllar geçmeye devam eder ve Ajan’dan mektup gelir sonunda. Uğradığı bir saldırı yüzünden ameliyat olmuş, yeni bir yüz edinmek zorunda kalmıştır ama hayattadır, karşılaşacakları günü beklemektedir. Thea bir başkasıyla karşılaşır, çalıştığı üniversiteye gelen meslektaşının Ajan olabileceğini düşünür ve sorar, adam hiçbir şey anlamaz. Sevgili olurlar, Thea’nın aklında sorular vardır ama facia bütün sorulara acı cevaplar sunar. Evinin önündeki kafede öldürülen adamın yüzünü gazetede gördüğünde fenalaşır Thea, gidip garsonla konuştuğunda adamın üç gündür orada sabahtan akşama oturduğunu öğrenir, kuşkusu kalmayınca eczaneye gider ve reçetesiz alınmayan ilaçlardan birkaç tane alır, eczacı Thea’yı çocukluğundan beri tanıdığı için hiçbir şeyden şüphelenmez. Yanındaki arkadaşına çok yorulduğunu söyleyip eve gider Thea, ilk bölüm sonlanır. Karşımıza çıkan hemen hemen tüm karakterlerin yaşamlarına bakma zamanı artık, her bölümde birine odaklanıyoruz.

İkinci bölüm “G. R.”, talihsiz adamın yaşamı on iki yaşındayken kaymaya başlamış. Babası terk ettikten sonra annesi çok sarsılıyor, sessiz bir perişanlığa sürükleniyor. Oğluna bakamıyor açıkçası, iki yıl sonra baba ortaya çıkıyor ve oğluyla ilgili planlarını anlatıyor. Yatılı okula gitmeden önce annesiyle seviştiği bir rüya görüyor G. R., evden tam zamanında kurtuluyor. Yatılı okulun son senesinde bir arkadaşının partisine gidiyor ve Thea’yla tanışıyor, muhabbet ederlerken kızın sorduğu sorulardan birine anlam veremiyor. Onca mektubu kendisi yollamadı, hayır. İlişkileri ciddileşiyor, G. R. hayvanlık edip kızı alıkoymaya kalktığında Thea psikolojik bir şamarla çocuğa doğru yolu gösteriyor ve evlenmeye karar veriyorlar ama çocuğun karşısına Gyorg Milan çıkıyor ansızın, G. R.’nin Jaguar marka arabasıyla ilgilenen adam. Seyahat ederlerken bir dinlenme noktasında karşılaşıyorlar, Milan arabaya bakıyor, etrafında dolanıyor ve gitmek zorunda olduğunu söylüyor ansızın. G. R. olanlara anlam veremiyor, arabasına binip yola koyuluyor ve on dakika sonra geçirdiği bir kazada hayatını kaybediyor. Taşlar da yerine oturuyor yavaş yavaş, Milan’ın Ajan olduğunu düşünsek pek yanılmayız herhalde. Tammuz ters köşeye yatıracak mı okurunu acaba?

“Nikos Trianda” üçüncü bölüm, Trianda misafir öğretim üyesi olan adam. İskenderiye doğumlu, babası ve annesi Yunan. Kız kardeşi büyüdüğünde dünya çapında ünlü bir şarkıcı olacak, Nikos da olabilirdi ama babasının başka planları var ne yazık ki. Çocuklarını sanat okuluna yollamasına rağmen Nikos’un hukuk ve ekonomi öğreneceğini, boş işlerle uğraşmaması gerektiğini söyleyen baba evde yapılan alıştırmalara ses çıkarmıyor pek. Nikos okulu bitiriyor, okutmanlık yapmak istediğini söyleyip kapağı Avrupa’ya atıyor ve kız kardeşinin yanına gitmeden önce ailesine son bir mektup yazıp ortadan kayboluyor. Kardeşi Batı Berlin’de, Nikos’un Almanca öğrenmesi gerek ama kolay iş, Levantenler için yeni bir dil öğrenmek çocuk oyuncağı. Kendini kapatıyor, Almanca çalışıp bol bol kitap okuyor ve Akdeniz kültürünün bir zaman tekrar yükselişe geçeceğini anlattığı eserinin temellerini oluşturuyor. Metnini pek az kişi umursayacak ama önemli değil, istediği hayatı yaşamaya başlayan Nikos her şeyden memnun. Paris’te annesiyle buluştuktan sonra yolculuğa çıkıyor, Kuzey Afrika’ya, Kıbrıs’a ve en sonunda İsrail’e gidiyor, cebinde annesinin akrabası olan Yunan bir rahibin adresi var. Rahip akşam yemeklerinde Filistin’deki Siyonist rejime artık bir son verilmesi gerektiğini ve bütün Hristiyanların bu dava uğruna mücadele etmelerinin şart olduğunu anlatıyor, Nikos sıkılıyor bu muhabbetten. Avrupa’ya dönmeden önceki gün oteldeki odasına gelen iki ajanın eşliğinde sorguya alınıyor, ajanlardan biri tanıdık. Nikos’un üzerine gidiyor, rahibin çok tehlikeli bir adam olduğunu anlatıyor ama hiçbir şey bilmiyor zaten Nikos, tehditlere rağmen susuyor. İkisi arasında bir yakınlık, arkadaşlık doğuyor sanki, Mozart’ın konserine gideceğini söyleyen Nikos’a samimiyetle yaklaşmaya başlıyor ajan, sonra yolları ayrılıyor. Bir dahaki karşılaşmaları çok kötü bir zamanda, ikisi de birbirini tanımayacak. Ajan’ın tanıyacak durumu yok zaten, ikinci kez vurulmadan önce Nikos’la Thea’yı evin balkonunda izlerken kurşunlar bedenini delip geçecek, ne olduğunu görmek için cama çıkan Thea’yla Ajan göz göze gelecek ama hikâye noktalanacak orada.

Son bölüm “Aleksandr Abramov”. Bütün karşılaşmaların, soruların ve cevapların anlam kazandığı bölüm, metnin en uzunu. Ajan’ın hayatı. Hiç girmeyeceğim, bir tek Arapların ve Yahudilerin aralarındaki mevzuyu çok yakından görmemi sağladığını söyleyeceğim. “Minotauros” aslında bütün çağrışımları ve anlamlarıyla anahtar görevinde, Abramov’un yaşamını ikilik üzerinden okumak adamın arada kalmışlığını ve isteklerini anlamak için gerekli.

On numara bir roman, sahaflarda denk gelen kaçırmasın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!