Ted Chiang – Nefes

Bu öyküleri okumadan önce eser miktarda da olsa bilgi sahibi olmalısınız, bilimin günümüzde nelerle uğraştığını bilmeniz öykülerden alacağınız hazzı artırır. Harari’nin ve Kaku’nun yapay zeka ve hukuk konusunda birtakım çıkarımları vardır örneğin, klonların, robotların vs. yasal hakları ve yol açabilecekleri hukuki problemler konusunda metinleri karıştırılabilir. Watson’ın Yakınsama‘sı okunursa yine faydalı olur. Bunların yanında Chomsky’nin dille ilgili fikirleri, Kurzweil’ın tekillik meselesi de halledilirse Chiang’ın öyküleri için daha kapsamlı bir alımlama yapılabilir, Chiang metnin sonunda öykülerin hangi bilimsel kaynaklardan doğduğuna dair ipuçlarını veriyor zaten, isimler de veriyor, Penrose’a ve paralel evrenlere buradan ulaşabiliriz. Genellikle belli buluşlardan yola çıkıyor Chiang, örneğin paralel evrenlerdeki parabenliklerimizle iletişim kurabilmenin yollarını bulmanın kişiliğimizi değiştirme biçimlerini hayal ediyor, öyküsünü yazıyor bunun. Sanat projesinden doğurduğu istisnai öykü bir yana, diğer öykülerinin ortaya çıkış hikâyeleri genellikle böyle. Her bir öyküden sonra Chiang’ın açıklamalarına da yer vereceğim, ikisini paralel ilerleteyim.

“Simyacının Kapısı ve Tacir” ilk öykü. Anlatıcı Fuat ibn Abbas, halifenin karşısında maruzatını dile getiriyor, orada olma sebebini anlatıyor. Tahıl tüccarı babasının işini sürdürmüyor, kumaş alıp satarak geçimini sağlıyor. Bir gün müşterilerinden birine hediye almak için antikacılardan birine giriyor ve hayatı değişiyor. Başarat adlı yaşlı adam Fuat’ı dükkânın derinliklerine götürüyor, dev bir halkanın önünde duruyorlar. Başarat kolunu halkanın içinden geçiriyor ama öbür taraftan çıkmıyor kol, daha doğrusu birkaç saniye sonra çıkıyor. Fuat gördüklerine inanamıyor, Başarat’tan meseleyi aydınlatmasını istiyor. “Zaman geçidi” işte, Başarat bu halkanın yirmi yıl sonrasına ve öncesine götüreninden de olduğunu söylüyor, üç hikâye anlatarak insanların geçmişteki ve gelecekteki halleriyle kurdukları ilişkileri anlatıyor, zaman yolculuğu temalı filmlerde sıklıkla izlediğimiz hikâyelerin benzerleri işte, pek farklı bir durum yok. Başarat’ın ve Fuat’ın karşılaşmalarının sebebi bile bu zaman yolculuklarına bağlanabilir hale geliyor bir süre sonra, determinizm ve entropi insanların hem belirli bir örüntüye bağlı kaldıklarını, hem de bir ölçüde kaosa pay bırakarak yaşadıklarını ortaya koyuyor. Bu izlek çoğu öyküde var, Chiang sıklıkla kullanmış bunu. Her neyse, Fuat yıllar önce ölen eşinin ölürken hep kendisini düşündüğünü, sayıkladığını öğreniyor, sonra gecenin bir vakti Kahire’de dolaşırken muhafızlar tarafından yakalanıyor, halifenin önüne çıkarılıyor ve okuduğumuz hikâyeyi anlatıyor. Neden İslam coğrafyası diye düşünmüştüm, Chiang kaderi kabullenmenin İslam kültüründe önemli bir yer tuttuğunu ve öyküsünü Binbir Gece Masalları‘nın doğduğu topraklara yerleştirerek masal içinde masal geleneğini sürdürdüğünü söylüyor, zaman yolculuğunun doğurduğu hikâyeleri bu açıyla biçimlemek hoş bir yenilik. Tabii Kip Thorne etkisi de var, Chiang bir gün Thorne’u dinlerken zaman yolculuğunun çift taraflı bir kapı yoluyla, teorik olarak yapılabileceğini öğrenmiş. İyi öykü bu, Chiang’ın sarsıcı yenilikler taşıyan öykülerinden olmasa da iyi kurulmuş, hoş. Bir de halifelere “majesteleri” dendiğini sanmıyorum, Chiang’ın tercihi muhtemelen.

“Nefes”, argon solunumu yapan karakterin kendi bedenini ve dünyayı keşfetmesi üzerine. Hava dolum cihazları sayesinde yaşayan “insanlar” depodaki hava biter bitmez ölüyorlar, kısıtlı bir yaşamları var, anlatıcımız meraklı bir tip olduğu için dünyanın ucunda gökyüzüyle birleşen yekpare krom duvarı görmüş örneğin, çıkışsız bir dünya, bir o kadar da düzenli. Saat kuleleri aynı anda çalıyor, insanlar çanlarla senkronlu bir şekilde yaşıyorlar. Bir süre sonra çanların beklenenden daha erken çaldığına dair söylentiler ayyuka çıkıyor, anlatıcı bir şeyden şüphelendiğini söylüyor ve kendi vücudunu parça parça açarak şüphelerinin doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Yazılı kayıtlar yüz yıldan öncesini aydınlatmıyor, belki zihninde fark etmediği bir cevap bulabilir. Türü doğal yollarla ölmüyor bir de, dişliler -gerçek anlamda- dönmeyi durdursa da tekrar işlerlik kazanabiliyor, deneyin önünde hiçbir engel yok yani. Anlatıcı altı günlük hava deposunu bedenine bağlayıp parçalarını açmaya başlıyor. Beyindeki plakalar çıkıyor, yüzü oluşturan plaka da çıkıyor ve ilahi bir makineyle karşılaşıyor anlatıcı, beynine yerleştirilmiş kayıt şeritlerini görüyor, aslında hava akımı desenlerinden ibaret olduğunu ve kendisiyle birlikte türünün beyninin “yavaşladığını” anlıyor, saatler geç kalmıyormuş aslında. Bir süre sonra yavaşlayıp öleceklerini anlayan insanlar panik yapıyorlar tabii, anlatıcı da dünyalarını keşfedecek olana yazıyor bu öyküyü, neler olup bittiği anlaşılsın diye. Bu öyküyü PKD’nin bir öyküsünden ve Penrose’un fikirlerinden yola çıkarak yazmış Chiang, düzeni tüketip düzensizlik yaratan insanları düşünerek.

“Bizden Beklenen” özgür iradenin var olmamasına dair bir öykü. Bu fenomen insanlığı ele geçirseydi ne olurdu, basmaya gerçekten karar verdiğimiz bir düğmeye bağlı olan ışık, düğmeye basmadan kısa süre önce yansaydı örneğin, sistem bir şekilde kandırılamasaydı? İnsanlar bu durumu kaldıramayıp yaşamlarına son veriyorlar veya yaşamlarını sürdürüyorlar, iki durum da tercih ama bu tercih bile önceden belirlenmiş durumda, bilimsel olarak kanıtlanmış da. Araştırmalara göre davranışlarımızın doğuşundan kısa bir süre önce beyinde sinirsel hareketlenme gerçekleşiyor, karar almaya niyetleniyoruz ama karar çoktan alınmış, verili olanı bizim sanıyoruz, böyle bir şey. Kısacık bir öykü, tartışmalı bir meseleyi konu ediniyor.

“Yazılım Nesnelerin Yaşam Döngüsü” kitabın ağır toplarından, uzun öykülerinden biri, Kaku’nun ve Kurzweil’ın alanına giren problemleri irdeliyor. Sanal bir ortamda sanal karakterler yarattınız, hayvana benzeyen bu karakterler, “dijiyantlar” belirli bir genom yapısına sahip, çok popüler oluyorlar ve bilişsel gelişmeye açıklar. Ne çok sanal ne de aşırı gerçekçi, tüketicilerin benimsemesi için estetik değerler gözetilmiş. Bu ince ayarlamaların anlatıldığı bölümler çok hoş, “dijipsikoloji” diye bir şey sıkıyorum şu an, dijiyantların ve insanların -avatarların- etkileşimlerini, davranışlarını inceleyen bir bilim olabilir. Neyse, metindeki esas karakterler sanal dünyada dijiyant pazarlayan bir şirkette çalışıyorlar, kendi dijiyantlarına sahipler. Öykü birkaç yıllık bir süreç üzerine kurulmuş, dolayısıyla karakterlerin ve dijiyantların gelişimlerine ve bilişim dünyasının hızlı değişimiyle birlikte dönüşümlerine veya dönüşememelerine iyice odaklanarak bağlanma-gelişme-ayrılık aşamalarını işlemiş Chiang. Dijiyantların şirketi çağın teknolojisine yetişemeyince kapanıyor, hayvancıklar ve insanlar ortada kalıyor, başka bir dünya buluyorlar ama uyumsuzluklar yüzünden sıkıntı yaşıyorlar, birçok insan dijiyantını askıya almak zorunda kalıyor, askıya almayanlar bizim eski çalışanlar. Yapay zeka durmadan gelişiyor, dijiyantlar donanımsal bir yenilikle gerçek dünyada da var olabilmeye başlıyorlar, korsan yazılımcılar ve hızla değişen dünya yüzünden korunmaya muhtaç hale geliyorlar ama özgürlüklerinden de vazgeçmiyorlar. Bir noktada öyküden tam anlamıyla tatmin oldum, bir isyan çıkacak ve dijiyantlar tam anlamıyla özgür olacaklar diye bekledim ama Chiang işi nerelere götürdü, şaşırdım. Başka programların sahipleri geldi, belli bir ölçüde geliştikleri halde pek bir işe yaramayan, üstelik yazılımsal uyumsuzlukları yüzünden diğer dijiyantlardan yalıtılmış bir halde, sıkıntı içinde yaşayan dijiyantları cinsellikle ilgili bir program için satın almak istediler. Seks kölesi olarak değil, aşka benzer bir duygu uyandıracak varlıklar olarak kullanılmak dijiyantlar için sıkıntı değil, şirketleşme ve bağımsızlaşma olasılığı çok cazipti ama sahipleri -bir noktadan sonra aileleri diyebiliriz- başta kararsız kaldılar, kendi aralarında tartışmaya başladılar, bu sırada birinin evliliği bitti, diğerine âşık oldu ama diğeri bir başkasıyla samimiyeti ilerletti, samimiyetin ilerlediği adam kadından bütün bu dijiyant meselesi yüzünden rahatsız oldu derken insanlığın en temel meseleleri teker teker işlenmiş oldu. Chiang açıklamalarında sanal bebeklerin yetişkinliğe kadar insan gibi muamele görmeleri gerektiğini öngörüyor, yani eğer bir gün böyle varlıklarımız olursa onlara kendi çocuklarımız gibi davranacağız. Bence de ister istemez böyle olacak bu, her türlü bakım işlerini üstleneceğiz, sosyal ilişkileri konusunda onlara yol göstereceğiz, bu tür şeyler. Müthiş bir öykü.

Kalan öykülerin tamamı çok iyi. Çok çok iyi, bu kitabı okuyun. Chiang’ın öyküleri mükemmel.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!