Pinker’ın sunduğu istatistiklerin çeşitli yorumlara açıklığı, elde edilen verilerin nitelikleri çok çok çok uzun tartışmalara yol açmış, özetlemek gerekirse -gerekiyor, kitap 750 sayfa, büyük boyutlu, göz kanatacak kadar küçük puntolu- Pinker çağımızda şiddetin geçen yüzyıla göre oldukça, daha eski zamanlara göreyse hayli hayli azaldığını iddia ediyor. Modernitenin faydalarını sıraladığı bölümlerde bölgesel çatışmaların yaygınlaşan istikrarla birlikte giderek azaldığını, bir gün bütün dünyanın barış ve kardeşlik içinde yaşamayacak olsa da aileden topluma, bireyden ülkelere kadar pek çok yapının daha uygar ilişkiler ağı oluşturduğunu anlatıyor, elindeki veriler sağlam, günümüzde çarmıha gerilen, cadı olduğu iddiasıyla yakılan insanlar da yok. Şiddetin “azalması” esas mevzu, bu azalışın dinamiklerini pek çok bilim dalından edindiği verilerle inceliyor Pinker, kendisi Chomsky’nin öğrencisi, ünlü bir bilim insanı. Altı eğilim saptamış, türümüzün şiddetten uzaklaşma eğiliminde “Pasifikasyon Süreci”, “Uygarlaşma Süreci”, “Hümanist Devrim”, “Uzun Süreli Barış” ve “Yeni Barış” gibi kavramlar üzerinden insanlığın seyrini sunuyor, baştan başlayarak. İlk bölüm “Yabancı Ülke”, Ötzi’nin öldürüldüğünün anlaşılmasıyla şiddetin tarihi için başlangıç noktası da belirlenmiş oluyor, Homeros’un Yunanistan’ına geçiyoruz sonra. Topyekun savaşların ulus devletlerle birlikte ortaya çıktığı düşünülse de Pinker’a göre Agamemnon’un savaş planlarını anlattığı bölüm o zamanlarda da bu tür savaşların yapıldığını gösteriyor. Savaş sırasında yaşanan tecavüz eylemlerini inkar etmeye veya gizlemeye çalışan devletlerle geçmişteki örnekleri kıyaslarsak kadınların bedeninin savaşın meşru ganimeti olarak görüldüğü çağlar daha kötü. İbrani Kutsal Kitabı’ndaki olaylar da korkunç, Musa savaşlardan sonra kadınların öldürülmemesine öfkeleniyor, RAB soluk alan hiçbir canlının sağ bırakılmayacağı savaşlara girilmesini istiyor. Pek çok örnek var böyle, toplamda 1,2 milyon insanın öldüğü hesaplanmış ki Nuh Tufanı sırasında ölen 20 milyon insanı da işin içine katarsak korkunç bir tablo çıkıyor ortaya. “İbrani Kutsal Kitabında betimlenen dünya çağdaş insanın gözünde akıl almaz bir vahşet dünyası. İnsanlar kendi ailelerinden kişilere tecavüz ediyor, onları köleleştiriyor ve öldürüyor. Savaş ağaları, çocuklar da dahil ayırt etmeksizin sivil halkı katlediyor. Kadınlar satın alınıyor, satılıyor, seks oyuncakları gibi yağmalanıyor.” (s. 26) Roma İmparatorluğu’nda durum malum, köleler mitolojik canlandırmalar sırasında öldürülüyorlar, korkunç işkence yöntemlerinden bahsetmeye gerek yoksa da en ünlüsünü ele alayım, çarmıha germe Persler tarafından icat edilmiş, Büyük İskender tarafından Avrupa’ya taşınmış ve Akdeniz imparatorlukları arasında sıklıkla kullanılmış. Haç bir sembol olarak bu açıdan önemli, İsa’dan sonra birkaç aziz de aynı yöntemle öldürülünce sembol olarak benimsenmiş. Etimoloji de aynı yolla biçimlenmiş, günümüzde kullanılan İngilizce deyimlerde eski işkence yöntemlerinin izleri görülebilir. Türkçeye uyarlarsak “sürüm sürüm sürünmek” deyiminin “kırk katır”dan geldiğini düşünün. Erken dönem Hristiyanlık da zalimliği kutsuyor, sistematik işkencelere kapı aralıyor. Günümüzde Muppet’ın ilk bölümlerinin tehlikeli olduğundan bahsedildiğine göre bu bağlamda bir uygarlaşmadan söz edilebilir. Düellonun yavaş yavaş ortadan kalkması da aynı sürecin ürünü, devletin hukuku işletemediği noktalar ortadan birer birer kalktıkça, daha da önemlisi kamunun salahiyeti göz önüne alınınca bireylerin kendi aralarında adalet aramalarının önü alınamasa da bu mevzular giderek azalmış. Günümüzde hukukun işletilmediği ülkelerde hâlâ devam ediyor bu olaylar ne yazık ki, bugün dört kişinin bir kadını öldüresiye dövdüğü görüntüler yayılınca çoğumuzun aklına adli kontrol şartıyla serbest bırakılma gelmiştir herhalde. Türkiye bu açıdan korkunç bir ülke, Pinker’ın değindiği küresel iyileşmeden o kadar uzağız ki metin koca bir şaka gibi gelebilir. Neyse, şerefin korunması, mülkiyet gibi bireyin sorumluluğundaki değerler yavaş yavaş devletin eline geçtikçe Leviathan güçleniyor, otoriterleşme tehlikesi ortaya çıkabiliyor. Hobbes’a göre rekabet, güvensizlik ve ihtişam arayışı çatışan tarafları döngüye sokup savaşla dolu bir dünya yaratabilir, “Hobbesçu tuzak” başlı başına bir güvenlik sorunu. Sağduyuyla ve örgütlenerek çıkabiliriz bu tuzaktan, aslında Pinker bir ara formülün niteliklerini inceliyor, “kırılgan barış”ı koruyabilmek için taraflar arasında bir dengenin tutturulması gerekiyor. Küba Krizi’nin nükleer savaşa dönüşmesini önleyen taraflar iyi bir örnek. Bu dengeyi, toplumsal huzuru sağlayabilmek için belli bir konuda intikam alınmasının faydalarını görüyoruz, yapılan araştırmalara göre empatik duyarlılığı koruyabilmek için orantılı bir karşılık verilmeli, sosyal bağlamda tabii, füze atana füze atmaktan bahsedilmiyor. Genetik olarak en yakın akrabamız olan maymunların belli başlı türlerine benziyoruz, şempanzeler ait oldukları gruplarla ölümcül baskınlar düzenleyerek katliam yapabiliyorlar, bunun yanında bonobolar son derece barışçıl, “hippi şempanzeler” olarak ün kazanmışlar. İkisinin ortasında bir yeri tuttursak iyi. Primatolog Frans de Waal’a göre ortak atamız bonobolara daha yakın, dolayısıyla Leviathan’a ihtiyaç duymamamız da mümkün ama henüz o aşamaya gelemedik ne yazık ki. “Görebildiğimiz başlıca dönüşüm, sınırları içinde şiddetin azalmasını sağlayan özellikleri barındıran bir toplumsal örgütlenme formunun ortaya çıkışı. Bu da merkezileşmiş devlet, yani Leviathan.” (s. 60) Araştırmalar devletsiz toplumların Hobbesçu tuzakla meşgul olduklarını gösteriyor, bir Yanomamö yerlisi öldürmekten ve ölmekten yorulduklarını ama karşı tarafın hilekârlıkları yüzünden şiddeti sürdürmeye mecbur olduklarını söylemiş. Devletlerde ölüm oranları kabilelerdekinden ve geleneksel topluluklardan çok daha düşük. Auyana halkından biri de devlet “geldiğinden” beri arkasına bakmadan yemek yiyebildiğini ve sabah evinden çıkınca vurulma tehlikesinin azaldığını söylüyor. Örgütlü kuvvetler şiddet olaylarını azaltıyor istatistiklere göre, kaybettirdikleri başka bir konu.
Pasifikasyon süreci tamamlanmış değil, günümüzde İngiltere 14. yüzyıldaki halinden %95 daha az şiddetli bir yer. Şiddetin tanımı, enstrümanları çağlar boyunca değişse de iyimser bir tablo çıkıyor ortaya, Pinker üçüncü bölümden itibaren Norbert Elias’ın fikirlerini ödünç alarak güncel şiddet verileriyle destekliyor. Çok uzun mevzu, onca tablonun, savın özeti şu herhalde: “Avrupa kentleştikçe, kozmopolitleştikçe, ticarileştikçe, sanayileştikçe ve laikleşip dünyevileştikçe, giderek daha güvenli bir yere dönüştü.” (s.85) Kıta daha güvenli bir yer haline geldi tabii, dünyanın geri kalanında bu kadar parlak bir tabloyla karşılaşmıyoruz. Pinker Avrupa’nın durumuna yakından bakıyor, dürtüsel davranışların özellikle Aydınlanma’yla birlikte azalmaya başladığını, toplumsal sözleşmeleri destekleyen devletler vasıtasıyla kafaların daha az kesildiği ve kırıldığı zamanları anlatıyor. Her açıdan ilerleme yaşanmış, insanlar daha kibarlar, anlaşmazlıklarda hemen şiddete başvurmuyorlar, anlaşma yoluna gidiyorlar, böyle şeyler. Ticaret ağlarının kurulmasıyla birlikte savaşların kimliği değişse de savaşsız bir dünyanın herkes için daha kârlı olduğuna dair fikir birliğine varıldığını söyleyebiliriz, meselelerin masada çözülmesi tercih ediliyor. Sofra adabının ne olduğunun öğretilmeye başlanmasından beri oldukça yol alınmışsa da yetmez, daha iyisini yapabilmemiz gerek. Yüzlerce sayfayı atlayarak son bölüme geliyorum, daha iyisi için bilişsel yetilerimizin geliştirilmesi gerektiğini söylüyor Pinker, nörolojiye uğrayarak beynin şiddeti üreten bölümlerinin iyi beslenmeyle bağını ortaya koyuyor örneğin. Yediğimiz şeyler kısa süre sonra kavga çıkarma potansiyelimizi etkiliyor, çok açık. Bilginin bilişsel yapımızı geliştirerek daha barışçıl olmamızı sağladığı da ispatlanmış. Kısacası kitap okumak çatışmaları azaltma konusunda büyük etkiye sahip mesela, entelektüel uğraşlar başkasının kaşını gözünü yarma dürtümüzü ketleyebiliyor.
Muazzam bir araştırma. Disiplinler tokuşturulmuş, insanlık hallerimiz masaya yatırılmış, birbirimizi boğmadan birlikte yaşayabilmemizin yolları anlatılmış. Tavsiye ediyorum, zamanı olan okusun. Ben araya yüz iki kitap sokuşturarak iki ayda zor bitirebildim ki iyi okurum ben, şaşırtan çok bilgi olduğu için de bölüm biter bitmez kitabı kapayıp okuduklarımı düşündüğüm çok oldu. Aydınlandım, siz de aydınlanın, ışıl ışıl olun.
Cevap yaz