The Truman Show ve Vanilla Sky bu metinden izler taşıyor, Reddit gibi sitelerde konuyla ilgili başlıklar açılmış, benzerlik görülmeyecek gibi değil.
Vic bir markette çalışıyor, kasiyerlerden biriyle sohbet ederken politik kaypaklıktan kötü yönetilen ekonomiye, dönemin gündelik problemlerine değiniyorlar. Nükleer savaş tehlikesi, SSCB’den duyulan korku diğer PKD romanlarında olduğu gibi bu romanda da ara ara bahis konusu oluyor. Vic ve eşi Margo o civara birkaç yıl önce taşınmışlar, oğulları Sammy oldukça meraklı bir velet, yığılan bunca gündelik bilginin kurduğu dünyanın çatlaklarından birini gösterecek ileride. Anlatının merkezinde Ragle var, Margo’nun abisi. Üç yıldır gazetedeki günlük bulmacayı çözüyor, yeşil adamın hangi karede yer alacağını verilen ipuçlarıyla ve daha çok kendi çağrışım yeteneğiyle buluyor, ihtimallerin her birini gazeteye postalıyor ve karşılığında geçimini sağlayabilecek kadar para kazanıyor. Aslında tek bir cevap kabul edilecekken Ragle’a ayrıcalık tanınıyor, sırf onun yolladığı cevaplara ihtiyaç varmış gibi. Kırk altı yaşında bir adam, eşi yok, evi de yok, bütün gün oturup bulmaca çözüyor. Büyümediğinin, daha ciddi bir iş bulması gerektiğinin farkında ama en iyi yaptığı şeyi yapmaya devam etmekten başka bir şey düşünemiyor. Komşular var bir de, Bill Black ve eşi Junie. Hemen her gün geliyorlar, bizimkiler bu ikisini pek sevmeseler de mesafe koymuyorlar aralarına. Bill Black belediyede bir departmanın müdürü, belediyenin araçları sürekli evlerinin civarında geziniyor, sokaklarında bitmeyen bir çalışma var. Gözlemci olmalarından şüpheleniyoruz daha başta, hemen sonra ilk çatlak beliriyor, Vic banyoda lambayı yakmak için çekmesi gereken ipi arıyor eliyle ama öyle bir ip yok, eli birkaç kez boşluğu yakaladıktan sonra ne yaptığını anlıyor Vic, diğerlerine durumu anlatıyor ve Bill’in “gerileme”ye dair açıklamasıyla henüz anlamlandıramadığı bir ışık yanıyor aklında. Freud’un kavramlarından biri, savunma mekanizması olarak daha az dertli, daha mutlu olduğumuz zamanlara dönüş. Stres, kaygı arttığı zaman yaparız bunu, cenin pozisyonunda uyumak örneğin, bilinen şeyler. Ragle da ilgileniyor durumla, gördüğü çatlakları henüz anlatmıyor. Sammy odasında kristalli alıcı üzerinde çalışıyor, Truman’ın arabasıyla giderken radyoyu kurcaladığı sahneyi hatırlayın. Aslında düşününce bir tutarsızlık da var, en başta önemsiz bir şeymiş gibi görünse de bu gerileme olayı büyük önem kazanacak ileride, özellikle Ragle için, öyleyse Bill niye söylüyor böyle bir şeyi? Belki parçaları birleştiremeyeceklerini düşünüyor ama Ragle gibi zeki bir adamı küçümsemesi de pek mantıklı değil, mazilerine rağmen. Ragle o maziyi hatırlamıyor ama hatırlayacak, çatlaklar büyüdüğü zaman.
Junie bu ortamda dikkat dağıtma görevini üstleniyor, bilmeden. Ragle’la yakınlaşıyor, Bill’i sevmediği ve Ragle’a aşık olduğu için adamın etrafında sürekli. Bir gizem de o atıyor ortaya, üç basamak çıkacağını düşündüğü halde gerçekte iki basamağı üç adımla çıkıyor, fiziksel hiçbir etkiyle karşılaşmadan. Kanılarla oluşturulan bir dünyada yaşadığından şüphelenmeye başlıyor Ragle, Vic de kendine özgü gariplikler yaşıyor, Dogville‘in esin kaynaklarından biri bu gariplikler olabilir. Vic ara ara gelen şoklarla nesnelerin aslında göründükleri gibi olmadığını görüyor bir anlamda, her eşya birkaç çizgiye ve üzerinde adının yazdığı bir kâğıda dönüşüyor. Sonlara doğru anılacak, Kant’ın “ding an sich” kavramı, “kendinde şey” bir düşünce olarak beliriyor hemen, Vic ve Ragle felsefeyle ilgilendikleri için bulundukları dünyanın sınırlarını diğerlerine göre daha çabuk görebiliyorlar, özellikle Ragle. Sözcüğün nesneyle ilişkisini, kutsal kitaplardaki söz-varlık bütününü düşünüyorlar, birbirlerine yaşadıkları gariplikleri anlatır anlatmaz dünyanın, zamanın çığrından çıktığını düşünmeye başlıyorlar. Vic yaşamını sürdürmeye devam ediyor ama Ragle için söz konusu değil bu, özellikle Sammy evin bahçesinde eski bir telefon rehberi bulduktan sonra. Ragle rehberi alıyor, numaraları çeviriyor ve hiçbirinden karşılık alamıyor, hepsi kullanım dışı. Arka plandakiler bu sırada dahil oluyorlar anlatıya, Ragle’ın rehberde kendi adına baksa her şeyi çözeceğinden korkuyorlar ama böyle bir şey aklına gelmiyor adamın. Bu olaydan sonra Bill tekrar geliyor, Sammy’nin telefon defteriyle birlikte bulduğu derginin kapağındaki kadının Marilyn Monroe olduğunu söylüyor. Vic, Ragle, Margo, Sammy, hiçbiri tanımıyor Marilyn Monroe’yu, yalıtılmış bir gerçeklikte yaşadıkları o an kesinleşiyor. PKD tipik izleklerini kullanıyor yine, Ragle’ı kendinden şüphe ettiriyor. Junie’yle yaşadığı kaçamağın stresi yüzünden kendi gerçeklik algısını çarpıtıyor olabilir, bir nevi savunma mekanizması, inkâr. Sammy’nin kristalli alıcıdan duyduklarını o da duyunca kesin olarak kaçmaya karar veriyor, zira tepelerinden hızla geçen nesnelerin evin üzerinden geçecekleri saat bile duyuluyor aygıttan, birileri telsizle haberleşiyor ve en ince ayrıntısına kadar kurgulanmış dünyanın iplerini çekiştiriyor. Sonradan ortaya çıkan karakterler, mekânlar “gerçek” gerçekliğin bir figürü olarak tekrar belirecek, tabii biraz değişmiş olarak.
Ragle kaçmaya karar veriyor, yaşadığı dünyanın sınırına kadar gitmeye çalışacak, geçebilirse öteye geçecek ama yolda terslikler geliyor başına, yine Truman. Vardığı son nokta hiçliğin ortasında bir ev, sahiplerinin garip davranışlarından şüphelendikten sonra onların da gözlemci olduklarını anlıyor, ardından evi birileri basıyor ve Ragle’ı paketleyip götürüyorlar, sonradan Jack Daniels olduğu anlaşılan -o sırada sadece viski, hiçbir şey göründüğü gibi değil, Jack Daniels da- içkiden kadehlerce içen Ragle sarhoş olduğu için kolaylıkla paketleniyor ve evine getiriliyor. Belediye ekiplerinin senaryosu hazır, barda sızan Ragle’ı evine bırakıp yol çalışmalarını sürdürüyorlar. Mücadelesini o noktada bırakabilirdi Ragle, bulmacalarına dönüp yeşil adamın 1.200 kareden hangisinde olduğunu ortaya çıkarmayı sürdürebilirdi, Junie’yle evlenirlerdi belki, Bill arıza çıkarmıyordu pek. Gerçeği bir kere deneyimledikten sonra bunların hiçbiri olmuyor, Vic’le birlikte markete malzeme getiren tırlardan birini kaçırıp yola düşüyorlar, sınırları aşıp bambaşka bir dünyaya ulaşıyorlar en sonunda. Hikâyenin bilinmeyen kısımları bir anda ortaya çıkıyor, yıl aslında 1990’ların ortası, radyoaktif serpinti taşımayan sebzelerin bulunması çok zor, dünya savaş alanına dönmüş durumda. Yıkıntıların sorumlusu SSCB değil, Ay’daki koloni. “Lunatic”ten yola çıkılarak “Deli” denmiş Aylılara, sağlam bir iç savaş çıkmış ve dünya tepetaklak olmuş. Hemen her gün füzeler atılıyor, Ragle’ın bulmacasının olayı füzenin düşeceği alanların işaretlenmesi. Yine Freud’a dönüyor PKD, Ragle’ın bilinçaltı bulmacanın çözüm yollarını sunuyor, bu sayede füze saldırıları engelleniyor. Geçmişi de öğreniyoruz, Ragle ve Bill orduda birlikte çalışırlarken Ragle saf değiştirmeye karar veriyor, Delilerin tarafına geçecekken hemen yapay bir dünya yaratılıyor. Vic de bir ordu mensubu ama hafızası temizlenmiş, hiçbir şey hatırlamıyor. Junie de, aslında Bill ve belediye çalışanları hariç diğerlerinin birbirleriyle bağları yok. Üç yıldır süren bir dalavere bu şekilde çözülüyor, Ragle’ın Ay’a doğru yola çıkmasıyla bitiyor anlatı.
Karakterlerin paranoyaları gerçeklikten uzaklaştırırken şüphe doğuracak olayların ardı arkası kesilmeyince algıladıkları dünyanın ötesine ulaşmaya çalışıyor insanlar, verili gerçeklikten çok daha fazlası olduğunu bir şekilde hissediyorlar, seziyorlar. Zaman yoluna giriyor nihayetinde, Amerikan Rüyası’nın zirvede olduğu 1950’lerden 1990’ların kaotik ortamı pek hoş gözükmese de gerçeği aramak, gerçeğe ulaşmak hakikati idealden yeğ kılıyor. PKD okurun beynini patlatıyor yine, kısaca bu. En iyi metinlerinden biri, ilk beşe girer. Bence.
Cevap yaz