Guillermo del Toro filmini çekse fantazmadan zehirlenirdik sanıyorum, tam onun kaleminden çıkacak bir roman. Kozmik varlıklar, öte dünyalara geçitler Lovecraft’in metinlerinden çıkıp gelmiş, müthiş bir tuhaflık. Fiziğin ensesine vurup hale yola koyamadığı olaylar, kronolojinin bozunumu, türlü tekinsizlikler bir yere kadar esir alıyor okuru, açıklamalar başlayana kadar neyin ne olduğunu anlayamıyoruz da gizi çözmeye çalışıyoruz, sonrası maceraya dönüyor. Makine gibi takır tukur işlemese, Stephen King’in ilk dönemlerindeki romanların yapısına bürünmese on numara bir metin olacakmış da elindeki dünyanın olağanüstülüğüne yaslanmak yetmiş gibi görünüyor, Christopher kahraman odaklı anlatımı hiç zorlamamış. Dokudünya‘yı tavsiye ederim, bu romanda cüret edilmeyenin iyi bir örneğini gösteriyor Clive Barker. Yükselen gerilim, kreşendo, makul bir epilog, tamamdır. Christopher aynı tonu sürdürüyor anlatı boyunca, Leo’nun içine düştüğü bilinmezliği bilinirliğe çevirdiğinde de, büyük savaş sırasında da, savaştan sonrasında da aynı yoğunluk. Eksileri metni okuduktan sonra düşünebiliriz, hikâyeyi okurken doğaüstü varlıklara, zamanda hoplayıp zıplamalara kapılıp gideceğiz, akıl fikir bırakmayacak yaşananlar. Christopher’ın etkilenebileceğimiz birkaç buluşu var, mesela büyük kapışmadan önce Leo sağa sola koştururken Empire State’in tepesinden baktığında dahil olduğu olayların yaşandığı yerlerdeki parıltıları görüyor, durduğu yer itibariyle takımyıldızın, gökyüzünün yeryüzündeki yansımasının en önemli parçası olduğunu görüyor. Mesele yıldızlarla, daha doğrusu evrendeki metafizik güçlerle alakalı, olay örgüsünde bu yıldızdır, gezegendir, bir sürü zımbırtının yansımalarının izi de sürülebilir.
Leo ne işle iştigal ediyor acaba, bir yerde sahte pasaportlarını, acayip belgelerini koyduğu bir kutuyu eşeliyor, o sıra fotoğraf çektiğini öğreniyoruz, başka da bir şey yok. Şehirde boş boş dolandığını biliyoruz en başta, âşık olduğu kadının başkalarıyla da görüşmesini kaldıramadığı için altı aydır sokaklarda yürümek dışında bir şey yapmıyor, Veronica’ya rastlaması şans. Değil, Veronica birine rastlayacağını biliyormuş zaten, kehanet. Leo’nun ayrılığına yer vermek çok lüzumlu muydu bilmem ama çocukluğunu bu ayrılıktan biraz daha detaylıca işlemek, geçmişi aralara serpiştirmek iyi. Miami’deler, bekçilik yapan baba eve geç geliyor, anne arkadaşlarıyla buluşuyor her gün, kopukluk bariz. Baba balık tutmayı çok seviyor, oltayı bırakıp çekmekle ilgili söyledikleri Leo’nun hengâme sırasında büyülü uçurtmanın ipiyle kurduğu münasebette çok işe yarayacak. Uçurtmanın üzerinde Albin White var, Veronica’nın babası, gökyüzünde açılan geçitten kendi dünyasına döndüğünde yere çakılmamak için uçurtmaya can havliyle sarılıyor. Bahsedeceğim, olay Veronica’yla Leo’nun karşılaşması ve Leo’nun sihirli dünyaya adım adım girmesi şimdi. Birlikte yürüyorlar, Veronica bir serginin broşürünü veriyor, tekrar buluşacaklar. Veronica sergiye gelseydi tabii, yüzündeki yara iziyle dikkat çeken adamdan çekindiği için sergiye gelmediğini, yaralı adamın kim olduğunu çok sonra öğreniyoruz, karakterlerin tuhaf davranışları ve Leo’nun olaylara anlam verme çabası baskın o sıra. Yaralı adamı görmek o adamın orada olduğu anlamına gelmiyormuş mesela, Veronica’nın sözüne Leo’nun tepkisini göremiyoruz ama mambo camboların yolda olduğunu anlıyoruz. Sürekli tekrarlanacak birkaç şey: kişilerimiz hareket halindedir, durdukları pek görülmez, çoğunlukla L biçiminde bir sokağa girerler, L biçiminde bir binaya girerler, arabayla giderlerken L çizerler, L’siz pek bir iş görmezler. Veronica öpüşürken dilini saat yönünde döndürür, tersi olduğunda başka işler dönüyor demektir. Leo annesinin adına rastlar çoğu yerde, şaşırır. Bunların anlamlarını hemen çözeriz, sonra çözeriz veya çözemeyiz, hikâyeye bulmacalar serpiştirilmiştir. Leo’nun geçmişi yarım kaldı, bir gün annesi arabayla tekneyi alıp gider, babayla oğul çökerler. Baba iki yıl sonra kanserden hayatını kaybetmeden hemen önce bile tekneden bahseder, balık tutarak katlandığı yaşama tutunamaz artık. Üniversite bitene kadar halasının yanında kalan Leo halasını da kaybeder, âşık olduğu kadını da kaybetmiştir, bu kayıpların yol açtığı travmalara bir yenisini eklememek için onca saçmalığa, Veronica’nın sebep olduğu kafa karışıklığına katlanmıştır herhalde, çekilecek dert değil yoksa. Özellikle geçmişe gidip kralın askerlerince kovalandığını, kafası kesilen adamdan fışkıran kanları gördüğünü düşününce, eh, Veronica’ya tutunmak bunlardan kurtulmasını sağlayabilir.
Toparlıyorum. Veronica’nın erkek kardeşi Clement’in evine giderler. Karanlıktan gelen hırlamayı duyan Leo köpeğe bakınır, hiçbir şey göremez, köpeğin nerede olduğunu sorduğunda Veronica geçiştirir. Cübbenin, sihirbazlık malzemelerinin babası Albin White’a ait olduğunu söyler, ardı bilinmeyen ne varsa yavaş yavaş ortaya çıkar. Çıkmaz, binaya girerlerken bıraktıkları ayak izleri silinmiştir, Leo’nun konuştuğu eczacı Veronica’yı görmüş olmasına rağmen öyle birini hiç görmediğini söyler. Farklı bir evren, zamanda bir çatlak, her neyse. İleri sarıyorum, karanlıklar aydınlanıyor, yaralı adamın baş düşman olduğu ortaya çıkıyor: Starwood. Albin White dünya çapında bir sihirbaz, gösterileri merakla izleniyor ama çok daha fazlası var, White aslında Tibet’e gidip teleportasyonu, ölümsüzlüğü falan öğrenmiş, gösterilerini uzak diyarların kadim bilgileriyle dolduruyor. Çömezi Starwood hırsından çatlıyor, zamanda yolculuk temalı bir gösteriyi sabote edip White’ı Bastille’in basıldığı zamana hapsediyor. White aslında gnostik bir tarikata da mensup, zamanda gezinip hapishanesinden kaçmanın yollarını arıyor. Leo burada işe yaramaya başlıyor, Starwood’un denetimini akıl oyunlarıyla aşmaya çalışan White’ın mesajlarını Veronica’yla arkadaşlarına ulaştırıyor, yıldızların doğru konuma geleceği tarihte White’ın bir geçit açıp kendi dünyasına dönmeye çalışacağını öğreniyorlar. Starwood zaten kara sanatlarla içli dışlı olduğu için çok tehlikeli, izbandut gibi bir adam olması işleri iyice zorlaştırıyor, karşı karşıya geldikleri zaman Veronica’yla Leo’yu sağlam bir pataklıyor büyük karşılaşmadan önce. Kendi adamlarıyla Veronica’nın tayfası arasında gerçekleşen küçük savaşlar var, ayrıca bir dünya büyülü varlık ve nesne, her birini ayrı ayrı ele almak sabır istiyor da bu Starwood’un ettiklerini sıralamalı. Veronica’nın arkadaşı Keko’nun körlüğü Starwood yüzünden, sonraları Keko’nun ölümü de. Gücünün ölçüsünü White’la dövüşürken görüyoruz, meteorolojide bir uzman olmasının yanında fiziksel olarak da insanüstü bir kuvveti var bu kabasakalın, White’ı ölümcül bir şekilde yaralıyor da savaşı kazandığını düşünürken aldığı darbeyle sarsılıyor nihayet, ilk kez korktuğunu görüyoruz. Veronica’nın annesini de katletmiş bu, migrenden öldüğü düşünülen kadının zihnine korkunç görüntüler sokup mahvetmiş kadını, Tibet’te öğrendikleriyle kendini dirilten White son darbeyi indirip büyü yaparak Starwood’u üç bacaklı bir çakala dönüştürüyor, yallah cehennem âlemine. Orada baykuşa dönüşecek White, düşmanına ıstırap olacak. Sonlara doğru Veronica’yla Leo’nun çıktığı yolculuk, Veronica’nın ortadan kaybolması, Leo’nun iz peşine düşmesi, bir dünya olay var da burada noktalayayım ve bir iki belirsizliğe değineyim. White ölüyor, sonra dönüp Starwood’u hacamat ediyor da dirilişinin yirmi dakika sürmesi nedir mesela, bir dakikası kaldığı için Veronica’yla ayaküstü konuşabilmesi? Dövüşteki orantısızlık çok açık, Starwood rakiplerini bir bir indiriyor, sonra üfürükten bir sebeple kaybediyor. Bu ayarları daha en baştan yapmak lazım, mesela Starwood’la White’ın ilişkisine bir bakış, geçmişe bir de buradan dönüş lazım, White’ın yaşamını az çok biliyoruz da Starwood’unkiyle ilgili hemen hiç bilgimiz yok, husumetin kaynağının kıskançlık olması yetersiz, biraz daha malumat iyi olurdu. Bunların dışında şov yapıyor Christopher, New York’un göbeğine yerleştirdiği fantastik dünya şahane.
Merkez Kitapçılık’ın zamanında bastığı kitapların yeni basımları rağbet görüyor genelde, bu kitap basılsa okurunu bulur. İthaki’ye yakıştırdım biraz, İthaki fantastiği bu, nerede görsem tanırım.
Cevap yaz