Bölümlerin epigraflarını çıkarmak, bu modayı ortadan kaldırmak lazım, tatava. Rikkat Hanım’ın Osmanlıca esanslı sözcüklerini ne yapmak lazım bilemiyorum, şişirme romanın havasını indirmek gerekirse buradan başlamalı. Şimdi bu karakter yaşlı, tamam da ninesi köyden çıkmamış, annesi Rukiye Hanım kasabanın doktoruyla evlendikten sonra da bir müddet oralarda yaşamışlar, yani Rikkat o Türkçeyi nereden edindi, bilinçli bir şekilde edindiyse niye edindi ve neden bazı bölümlerde ayarı açıp Osmanlı hanedanından bir sultanmış gibi anlatırken bazı bölümlerde günümüz Türkçesine ağırlık veriyor? Babasının etkisinden bahsedemiyoruz çünkü adamın ne mene biri olduğunu, kökenini, ıvırını zıvırını anlatmıyor Rikkat, babasının annesine âşık olduğunu, annenin ölümünden bir süre sonra babasını da kaybettiğinden bahsediyor, bu kadar. Yıldırım iyi bağlasa derinleşecek karakterler yaratmış ama ilişkileri o kadar üfürükten ve iki anlatıcının kişisel tarihlerine yaklaşımları o kadar vıcık duyguyla dolu ki tam tanıyamıyoruz insanları, neye ne kadar etkilerinin olduğunu çözemiyoruz, afili hikâyeler anlatılabilsin diye heykel gibi dikilmiş duruyorlar. Rukiye düzenli olarak hayalet formuyla belirip televizyon izliyor, çekirdek çitliyor, arada Rikkat’in sorularına son derece derin cevaplar verip dünyamızı vecizeleriyle aydınlatıyor. Hadi o ölü diyelim, âlem değiştirmiş, öte tarafta gördükleriyle bilinci bambaşka bir aşamaya geçmiş, dili bilincine yetmiyor, e bu zıkkımı hemen her karakter yiyor? Maşallah herkes özlü söz föşkürtmekte mahir, hele o Esin mahvediyor ortalığı, akıl hastanesine kapatıldığı için föşkürtmesini bir patoloji olarak görebilirim diye düşündüm ama yine kurtulmadı metin. Nereden tutsam elimde kalıyor, biraz da arka kapaktan tutayım: akıl hastanesine “Ev”, hemşirelere “abla”, hastalara “misafir”, başhekime “baba” deniyormuş, okur fantastik, distopyalara özgü bir ortamla karşılaşacak sanki, öyle bir şey yok. Her geçen gün daha katı kurallarla yönetildiğinden bahsediliyor hastanenin, böyle bir şey de yok. “Tuhaf” olması, hiçbir tuhaflığı yok buranın, bildiğimiz akıl hastanesi. “Topluca delirenlerin muzip ve buruk hikâyesi”, topluca delirme yok, muziplik yok -muzip olma çabası var ama anlatı zekâsı yetmiyor muzipliğe, tebessüm dahi etmezsiniz- ve herkes deli değil orada, Canan gibiler ailelerinin zorla evlendirme baskısından kurtulmak için oradalar, kasten.
İki anlatı çizgisi, biri Esin’in, diğeri Rikkat’in, diller karışınca hangi bölümün kime ait olduğu karışabiliyor, küçük bir teknik latife. Rikkat başta dinî referanslar verse de o taraklarda bezi yok pek, akıl hastanesinde çalışan bir kadın, yaşı altmış. Biraz saftirik, insanların söylediklerine itimat etmiyor, nemelazımcı. Esin’in arkadaşı Canan intihar ettiği zaman hiç işkillenmiyor mesela, Esin’i dinlemiyor, dinlediği zaman da her şey için çok geç. Bostancı’daki evi anlatıyor daha çok, gençliğini, abisiyle Asım’ın piyasasını, Asım’la yaşayamadıklarını, abisine âşık olan arkadaşının hayatını nasıl mahvettiğini. Şimdi bu karakterler iyi kurulmadıkları için hikâyeleri taşıyamıyorlar, Rikkat’in neden kötülük ettiğini dair kıytırık bir açıklama var en fazla, her şeyi lop diye yememiz gerekiyor. Ben yemedim, okumak ıstırap oldu bu yüzden. Neyse, kız kendine güzel elbiseler diktiriyor, zaten dünya güzeli, Rikkat’in abisine kesik. Rikkat arayı yapmadığı gibi abisinin bir başkasını sevdiğini söyleyerek aşkı öldürüyor, arkadaşını da kaybediyor çünkü kız hemen evlenip uzuyor oradan. Asım’la bir araya gelememelerinin sebebi de şaralop, Asım bir şiir yazıp bırakıyor Rikkat’e, o sırada akrabalar var evde, içlerinden biri kızla oğlanın yalnız bırakılmaması gerektiğini söyleyince, bizimkiler de bunu duyunca Asım hemen alıyor şiiri, arazi oluyor. Abi hukuk okuyup Amerika’ya gitmiş, Asım da hukuk okumuş da eylemlere katıldığı için fişlenmiş, yasadışı yollarla önce Fransa’ya, oradan Amerika’ya geçmiş, abiyle birlikte iş güç kovalamışlar ve tutunmuşlar. Yıllar sonra ailesiyle birlikte geri dönecek Asım, Rikkat’i de görecek, kadın bu kalp yarasını anlatıyor uzun uzun. Yargılanmamak için ülkeden kaçan adam nasıl geri dönüyor, orası muamma. Rukiye’nin, ninenin hayatıyla ilgili bölümler görece şişirilmediği için metnin en sağlam bölümleri: nine köydeyken dulavratotu kamışından, ejderha bokundan falan karışımlar yaparak şifa dağıtırmış, otacıymış, adı “cinli”ye çıkmış bu yüzden. Kızı Rukiye’ye el vermiş, Rikkat’in dediğine göre “anahtar” Rukiye’ye geçmiş ve kadın da şifa dağıtmaya başlamış, doktor eşinin bütün karşı çıkmalarına rağmen insanların iyiliği için uğraşmış. Rikkat saftirikliğini yırtıp atarken üst kat komşusuna depresyonu geçirecek bir tarif veriyor, sonra hastaneye gidip Esin’le Adalı’nın kaçışına yardım ediyor. Aman, görülmemeleri gerek, hemen harekete geçmeliler. E o kadar kamera var abi, sen kendin diyorsun Canan’ı ölüme hademelerden biri sürüklemiş de kameraları kontrol etmek lazımmış, iki hasta kamerasız alanda veya ölü noktada mı takılıyor? Anlatı zekâsından kastım bu, karakterlerin şapşikoluklarıyla ilgisi yok bunun, son derece akıllılar aslında da kurulma biçimleri dandik.
Esin’e bakalım, oraya neden getirildiğini bir noktaya kadar bilmiyor çünkü elektrik şoku mu vermişler ne, “101”e kayıtlıymış zaten. Arka planda devletin teröristleri çözmek için yürüttüğü bir proje var, yakalananlar oraya getirilip “kayboluyorlar”, kimse de sesini çıkarmıyor. Genç doktorlardan biri çakıyor mevzuyu, sesini yükseltiyor ama Rikkat umursamıyor, sonra adamı terör örgütü destekçisi diye paketliyorlar. Adamın gazeteci arkadaşı haber yapıyor, yine ses yok, o cephenin nasıl kapandığını bilmiyoruz. Esin genç bir adamla arkadaş oluyor orada, Adalı nam bu adam Esin’i de takip etmiş zamanında, insanları takip etme bağımlılığı var. Kaçma planı yapıyor hemen, Gökçeada’ya mı ne uzayacaklar, orada Dudu teyzesi varmış Adalı’nın. Neci, kim, ne belli, ailenin kökeni oraya mı dayanıyor, hiçbir şey sormayın, kendinizi akışa bırakıp bilgi topaklarıyla kafanızı şişirin. Esin kaçacak çünkü 101’e alacaklar onu, ortadan kaldıracaklar. Sebep? Şimşek çakıyor da hatırlıyor Esin her şeyi, gerçekten müthiş. Hani şimşek eşittir elektro şok, kıps. Arkadaşlarının katılacağı bir eyleme gidecekmiş Esin, annesi işkillenip alışverişle kandırmış kızı, mağazada takılırlarken bomba patlamış da Esin’i suçlamışlar çünkü biliyorlarmış eyleme katılacağını. Evveli nedir, görgü tanığı yok mu, kamera yok mu, devletin hastaneye kapattığı kızını hiç mi sallamıyor anne, abi en ufak bir mantık çerçevesine oturtamıyorsun olguları ya. Mantığın bu kadar savsakça işlediği bir metni uzun zamandır okumamıştım, gerçekten dört dörtlük. Küresel ısınmanın lafzı geçiyor bir yerde, kadına şiddet vardı sanıyorum, ne yazık ki toplumsal arızalarımız otuz iki kısım tekmili birden sokuşturulamamış metne. Yazık olmuş, eksik kalmasaydı.
Her şeyi geçtim, karakter bile isyan ediyor Gecelerin Yargıcı moduna: Rikkat’le Esin konuşuyorlar, Rikkat korkunun bir alışkanlık, insanın kanıyla beslenen bir alışkanlık olduğunu söylüyor. Esin’in tepkisi: “Büyük bir hayat dersi vermiş, benden de alkış beklermiş gibi bakıyordu artık yüzüme. Yersiz hayat koçluğuna tezahürat yapmak içimden gelmedi. Konuşmak bu değil ki.” (s. 213) Bunu bütün metne yayabiliriz, herkesin her şey hakkında şık şık sözler kustuğu bir yerde hiç kimse hiçbir şeyi şey edemez. Evet. İllallah ettim, metin bitene kadar az debelenmedim, sonra kitaba mührümü vurup satılacakların arasına koydum. Eserleri Urducaya falan çevrilmiş Yıldırım’ın, ziyade olsun, ben başka bir metnini okuyacağımı sanmıyorum. Yeterli.
Cevap yaz