“‘Kaynak ve Çalı, dedi daha güçlü bir sesle. Ayaklarınızın dibinden fışkıran ve şırıl şırıl vadiye doğru akmakta olan bu suyla alevli çölden gökyüzüne yükselen ateşli çalı arasında bir seçim yapmak gerek. José, sen Efraim’in kabilesinden Nuh’un oğlusun, kaynağı seçeceksin. Esther, Benjamin ve Cora ise halkım, onları Vaat Edilmiş Toprak’a sağ salim götürmen için sana emanet ediyorum. Dürüst ve merhametli ol.’” (s. 95) Su temizliktir, özgürlüktür, bağışlanmadır, sonsuzluktur çünkü fışkırdığı kaynak Tanrı’nın kudretidir. İyi. Diğer yanda çalı yanar, Musa şaşırır. Olağanüstü işler dönmektedir. YHVH el vermiştir, Musa inananları Mısır’dan çıkarsındır artık, çalı öyle söyler ki çalı bildiğimiz çalı değildir, bir şey söylemek için araçtır, murattır, ottur. Musa insanları nasıl ikna edeceğini sorduğunda YHVH insanlara ağız ve kulak verdiğini söyler, “Doğru düzgün konuş da seni takip etsinler evladım,” diye ekler. Éléazar ölmeden önce yukarıda alıntıladığım sözleri söyler ve iki yoldan birini öğütler José’ye, kendisi çalı hadisesinden sonra Kenan’a sokulmayan Musa’ya benzetir kendini, o ulu topraklara giremeyecektir, Kaliforniya’ya varamayacaktır, yolculuğu José sürdürmelidir artık. Çiçekten ve meyveden geçilmeyen Kaliforniya Vadisi’nin orta yerine inmek Antik Yunan’dan çıkıp dünyanın nerelerinde ne şekillere giren, İncil’de de yer bulduğu düşünülen Elysium’a varmak demektir, uzun göç hikâyesi o topraklara varınca biter. Tournier mitlerle modern hikâyeleri birleştirmekten başka bir amaç gütmediğini söylemişti, bunu bilen okur hazırlıklıdır ve hikâyenin nereye evrileceğini tahmin edebilir. Edemez de bazen, örneğin bir öyküsünde, sanırım Gabriel’dı adı, Gabriel adlı çocuğumuz müzik dehası olarak doğar, işler yolunda gitmeyince şenliklerde çaldığı piyanosuyla üç beş kuruş kazanmaya çalışır. Kırılma noktasına vardığında piyanosundan bir melek fırlayacaktır, sürpriz sonu müthiş uydurmuştur kurguya Tournier, şaşırtmaya bayılır. Bazen de bayılmaz, tipik bir göç hikâyesini tipik bir dinî tercihe ve serüvene ekleyiverir. Bu aslında Éléazar’ın hikâyesidir de adamın kendi hayatından başka bir hayata göçünü anlattığı için yine bir göç hikâyesidir, ateşle ve/veya suyla ilerlemenin. Çocuk çoban yalnızlığının bozulmayacağı bir yerde okyanusu, okyanustan yaklaşan sis dalgasını izler, o sıra köyün kilise çanından gelen berrak ve yaslı müziği duyar. İlk karşılaşma. Kucağında güçsüz bir kuzuyla eve döner, merhamet doğmuştur. Aslında çoban olmayı istemez, Carlton’ın yanına marangoz çırağı olarak girmeyi düşler. İşaretler birer birer sökün ediyor görüldüğü gibi, Éléazar’ın hangi mitik şahsiyete bürüneceği henüz muamma, üçünün beşinin özelliklerini bünyesinde toplayacak belki. Yoksulluk yüzünden babası onu bir çobanın yanına vermiştir küçükken, annesi kadere boyun eğmiştir, böylece sepete yerleştirdikleri bebeği suya verirler. “Ne var ki, fırtınaya, doluya, sonbaharın kasırgasına yakalanmak, panik içinde dört bir yana dağılmış sürüyü toplayacağım diye koşuşturup durmak hiç de hafife alınacak şeyler değildi.” (s. 10) Çobanlıktan bahsediyor. Bir gün sürüden körpe bir koçu yitirir Éléazar, sağa sola bakınır, koçu bir kayalığın dibinde, ayağı kırılmış bir vaziyette bulur. Hayvanı yüklenir, o sıra sürüyü köpekleriyle toplayan çiftlik sahibi Hezlett çobanı görünce kamçıyı şak diye indirir. Yanakta, ruhta derin bir iz. Éléazar’ın yüzüne kan hücum ettiğinde kıpkırmızı kesilir, içle dış arasındaki bağı ortaya çıkarır. Efendisine isyan etmez çoban, zaten bir o eksik. Pazar sabahları İncil’deki çobanlı, koyunlu meselleri dinledikten sonra yüreğinde yeşermeye başlayan tutkuyu dinler, Protestan cemaatın bağışları sayesinde kurulan papaz okuluna girer. Cemaatlar arasındaki çekişmelere dair malumat bu bölümde, Eski Ahit’le Yeni Ahit arasında üstün gelme savaşı. Éléazar’ın yüzü Yeni Ahit’e dönüktür, İsa’nın varlığı ona daha “gerçek” gelmektedir. Suyun akışına dair okudukları eve bataklık suyu değil de on beş dakika ötedeki temiz kaynak suyunu tercih etmesine yol açar, ıstırapla birlikte su tatlılaşır adeta. Ailesi suyla ilgili hiçbir şey sormamıştır o güne dek, Éléazar evine berrak sudan götürmeye devam eder. Yaşı yirmiye varınca suyla ateşin karşılaşmasını başka biçimlerde de görür, İspanyollarla yapılan savaşlardan kalma bir söz inancını kuvvetlendirir: “Ateşle suyun savaşında, ölen her zaman ateştir.” İrlanda’da ateş pek yoktur, yağmurlardan bezmiş bir İspanyol sürgünü gözünde canlandırır Éléazar, suda boğulmak üzere bir mum.
Baloda Esther’le karşılaşma. Topal kızı ailesinden ister Éléazar, iki güzel kardeşin kısmetini kapadığı düşünülen kız “çulsuz Protestan’la” evlendirilir. Katolik bir ailenin kızı üstelik Esther, skandalla yüzleşmek topal bir kızı ailede tutmaktan daha iyi. Benjamin ve Coralie doğarlar, takım tamamlanır. Cora’nın soruları Éléazar’ın hiç düşünmediği noktaları aydınlatır, mesela Havariler İsa’nın kanını içti ve etini yedi de İsa kendi kanını içti ve etini yedi mi? Sembolizme karşı İsa’nın tepkisini dinlemeyecek, neredeyse histerik bir topluluk. Éléazar’ın gerçeklikten sapmaması için bir uyarı, en azından kendi yaşamında, inancında değil. Facialar peşi sıra gelince ailenin göçmesinden başka bir seçenek kalmaz, önce Éléazar bir adamı öldürüp buhranlara kapılır, ardından büyük kıtlık başlar. 1843’te Amerika’nın Doğu kıyısında ortaya çıkan mantar okyanusu aşıp İrlanda’ya gelmiş, patatesleri kahverengiye boyayıp helak etmiştir. Amerika’da nüfusu hayli kabarmış İRlanda kolonisi evlerindeki insanları yeni evlerine çağırmaktadır, Éléazar ailesiyle birlikte gemiye binip yola çıkar. Yol boyunca salgınlar onlarca insanı öldürürken bizimkilere bir şey olmaz. Éléazar düşünür, İbraniler Mısır’dan ayrılmadan önce sayısız facia yaşanmıştır, onlardan biri bu. Nihayet kıyıya yanaşırlar, Portsmouth’a doğru altı haftalık yolculuklarına başlarlar. Cora’nın yol boyunca cüzzamlılara yardım etmesi, ölümden korkmaması onda bir azize ruhu olduğunu gösterir, Benjamin’se ilerlemekten başka hiçbir şey düşünmez, heyecan içindedir çünkü kara yolculuğuna gelmiştir sıra. Batı’ya doğru yolculuk başlar, önlerine Kızılderililer ve solukbenizliler çıkacaktır, hangisinin daha kötü olduğu okura kalmışsa da bence insan kötüdür, bizimkilere saldıran insanlar daha da kötüdür. Kızılderililere bakalım önce, Éléazar’ın aracına saplanmış oku çıkaran olmaz çünkü uğurdur o, kafa kafaya gelirlerse o okun yardımıyla kurtulacaklarını düşünür Éléazar. Gerçekten de karşılaşırlar, Benjamin’i sokan yılan Esther’e göre yeni toprakların fethine karşılık yukarıdakinin bir kurban almaya çalışmasıdır. Kızılderililere göreyse basit bir yılan sokmasıdır, Éléazar konvoydan ayrılıp Meksikalı çetelere karşı yanına Tanrı’yı alacağını söylediğinden, belki daha da öncesinden beri takip edilmektedir zaten. Otacılarıyla gelirler, araçtaki oku görürler ve yardım etmeye karar verirler, Benjamin yaşar, Éléazar’la Şef Tunç Yılan arasında bilgelik değiş tokuşu gerçekleşir. İnançların eklemlendiği ve ayrıştığı bu kısım pek hoştur, mesele yılanın anlamları üzerinde yoğunlaşır. Okurun elinden öpsün burası. Nihayet son bir saldırı gerçekleşir, José’nin de içinde yer aldığı bir çete yalnız başına seyahat eden aileye dadanır, José bir dostmuş gibi aileye yanaşır ve Éléazar’ın konuşmalarından çok etkilenir. İhanet edenin tam tersini yapar, İsa’nın yerini söylemez, çetesinin baskına gelen elemanlarını hacamat eder. Kafileyi o götürecektir artık, suya bırakacaktır. Yolunu bulan su cennet meyvelerine Éléazar’ın sözcüklerini de getirecektir, kendisi öldükten sonra. José’ye dağda son bir vaaz vererek bu dünyadan ayrılır, ailesini José’ye bırakır. Menzile kavuşmak için pek bir yolları da kalmamıştır, aslında kurtuluşları için gerçekten de bir kurban verilmiştir.
Göndermeler baş döndürücü de hikâyeleri biraz biliyorsanız yakalıyorsunuz, zaten yakalamanız lazım çünkü tipik bir hikâye anlatmıyor Tournier, kaynaklarını açık ediyor ki neyi nereden aldığı, neyle tokuşturduğu anlaşılsın. İyi metin, Tournier de şahane yazar.
Cevap yaz