İkinci evrensel çözücü de oksijendir herhalde, itinayla oksitlendirir, sürtünme yoluyla aşındırır, yolunda ne varsa toza çeviriverir. Toz aslında farklarını mikroskobik ölçüde fark edebileceğimiz sayısız kalıntıdan oluşur, zamanı tozdan okuyabiliriz. Ağaçların halkalarının kalınlığına bakarak yüzlerce yıl öncesinin yağış rejimleri, kuraklıkları hakkında bilgi sahibi olabiliyorsak tozu da dinleyebiliriz. Marder etimolojiye odaklanıyor önce, tozutmak, toz almak, tozlanmak anlamlarına da gelen dust sözcüğü devinimi taşır, olma ve yapma halidir, bunun yanında korunum sürer, tozu bir yerden başka bir yere taşırız ancak. Tozdan kurtulamayız, özellikle kitaplıklarımızı kaplar ve kaynağı -deri parçaları, eşyaların kalıntıları, polenler, ölü hayvancıkların birikintisi- kurumayacağı için birlikte yaşarız. Her parça birbirini çeker, topaklar bize geçen zamanın toplamını sunar. “Toz zerreleri, zamanın, uzayın ve anlamın enginliğinde dolanıp duran safiyane göçebelerdir.” (s. 14) Tozla başa çıkılamaz, imlediği ölümle ne ölçüde başa çıkılamıyorsa toza karşı hissedilen öfke de o kadar artar. Uysallaştırılması mümkün değildir, mekânın dışından içine durmadan akar. Kutsal kitaplarda bahsi geçer, topraktan yaratılmanın bir anlamı da tozun yapımızda bulunmasıdır. Şarkılarda rüzgârda savrulan tozlara benzetiriz kendimizi, Horatius gölgelerden ve tozdan ibaret olduğumuzu söyler, oluşumuzu toz bezi yardımıyla ortadan kaldırmaya çalışsak da her hareketimiz bir parça daha toza dönüştürür bizi, ufalanırız ve varlığımızı dünyaya dağıtırız. Psişik dağıtım da bunun içindedir, düşüncelerimiz geride iz bırakır, kendi bilincimizdekilerin yanında daha derinlerde de öbek öbek toz birikir. Steven Wilson insanlığı ele alarak hep beraber çözündüğümüzü söyler, bir yıldıza dönüşmek üzere. Uzamda her şeyizdir, önünde sonunda. “Toz, yenieski veya eskiyenidir, dans eden bir yıldızınki de dahil olmak üzere ölüm ve doğumun alanıdır.” (s. 18) Marder meskenlerimizi pırıl pırıl tutabilmenin ruhumuzu da aynı şekilde temizleyebileceğimizi düşünmemize yol açacağını söylüyor, Plotinus ve Gnostikler için, tekilleşme yanlıları için savunulabilecek bir fikir, tabii gerçekçi değil. Tekillik gerçekçi, belki o boyutta bilinci tertemiz tutabileceğiz ama fiziksel dünyada toz her zaman var olacak ve simülasyonlarda da var olması gerekli, yokluğu gerçeklik algısını darmadağın edebilir. Freudcu görüşe göre toz almanın temasla, sevgi dolu jestlerle doğrudan ilgisi var, dolayısıyla bu tür bir rahatlıktan azade olan insanın halini iyi görmüyorum ben, deli gibi bir şey olur herhalde. Tozun biçimlediği eşyayı göremez, eşyayı eşya olarak görür sadece. Marder’a göre sözcükleri kullanmak ve sözcükleri keşfetmek arasındaki fark gibidir bu, şair şiirini sözcüklerle yazar, parıltılarını sözcükleri baştan keşfederek bulur mesela, “kırıldak” bir sözcüktür ama zihinde parlayana kadar değil. Patolojik bir toz düşmanının yarattığı berraklıkta buluşlara yer yoktur, bembeyaz bir boşluğu oluşturmaktan başka bir şey yapamaz, yine Marder’a göre logos için toz gerekir, tozlu eşya gerekir. Avrupa Aydınlanması tozla nasıl ilişkilendirilir, bu metni okursanız görürsünüz. Çok güzel ilişkilendirilir, işin içine Husserl ve Heidegger de sokuşturulur, filozofların kavramlarından toza yollar yapılır, felsefe-toz ilişkisi iyice bir açılır, hoş olur.
“Tozun Bir Fenomenolojisi” bölümünde görüngülerin tozla ilişkisi ele alınıyor, tozun üzerini örttüğü nesneleri parlatması son bölümde Duchamp’ın eserlerine kadar uzanacak. Neyse, Platon’a göre görmeyle görülen şey arasındaki üçüncü varlık görünmüyor, Leibniz’e göreyse boşluk/görünmezlik gülünç, her şeyin içinde o şeyi içeren sayısız parça var, dolayısıyla tozun varlığı mutlak. Uzayın görünmesini sağlar, yansıtıcıdır, bir nevi aynadır. İnsana kendi ölümlülüğünü gösterir, bunun yanında maddenin korunumu ilkesinin en bariz kanıtıdır. Buradan Mars’a atlıyor Marder, Mars’ta buzu koruyan kalın buz tabakaları görülebiliyor, yine mevzunun farklı işlevlere dönüşmesiyle ilgili. Fenomenolojinin başat duyusu görme olduğu için tozun cisimleri belirleme görevi önemlidir. “Bizleri içkinliğe sokar, aşkın özlemler için ayrılan boşluğu tıkar. Ayrıca, görme ile görülenin maddi olarak birbirine dolandığı bir durum yaratır. Zira hem öznenin hem nesnenin bedenlerinden gelmekte ve görünür bir yüzey ile görmenin görünmez önkoşulu arasındaki eşikte salınmaktadır.” (s. 31) Birikim arttıkça görmeden ziyade dokunma önem kazanır, gerçekliği bir kat daha meşrudur artık, esrarengizliği azalır. Temizleme itkisine yol açtığında varlığını olumlamış olur, toz bir anlamda devini olduğunu anımsatır. “Akıllı toz” denen naneyse bu, o zaman nanoteknolojiden hareketle birinin bizi gözetlediğini rahatlıkla düşünebiliriz. Kaku’nun değindiği bir şey bu, uzayın keşfinde büyük ve masraflı yapılara mahkum olmadığımızı söyler, nanorobotlardan mürekkep bir toz bulutunun galakside at koşturabileceğini söyler. Bu akıllı tozun Leibnizci Tanrı’dan farklı olduğunu, öznenin arkasına saklanmış bir üst bilincin olmadığını söylüyor Marder, bazen toz sadece tozdur. William James’e göreyse bilincin katmanlarıdır, “zihin-tozu” olarak birikir ve tabakaları oluşturur. “Fenomenolojik açıdan bakıldığında, pratik bilinç veya niyetlilik atom niteliğinde değildir ama her daim tozlaşır, aynı anda pek çok hedefe yönelir. Heidegger’in yaşamlarımızı telaşlı bir dağınıklık içinde sürdürmemizi vurgulaması, insan dertlerinin toz-oluşunu göz önünde bulundurur.” (s. 40)
Toz alerjik reaksiyonlara da yol açar, özellikle bahar aylarında ortalığı cehenneme çevirebilir. “Ben” bir başka “ben”i kabullenmez, bağışıklık sistemi başka organik veya inorganik maddeleri reddederse bunu çoğunlukla toz alerjisiyle yapar. İçerinin istemediği dışarıya verilen bir tepki. Uç anlamda zenofobiyle bağlantılıdır, vücut kendine fayda sağlayacak tozu ayırt edemez ve diğerleriyle birlikte dışlar, bazen tepki verilmeyecek durumların yaratacağı zarardan daha büyük zararlara sebep olabilir. “Başkalığa alerji” olarak geçiyor metinde, bedenlerimize davetsizce giren şey davetsiz girişin kendisi. Bir nevi yersizliğe de yol açıyor bu, toz her yer ve her şeyse insan mekânın bir parçası olamıyor, kendi dışlayışı bir tür kendini dışlamaya dönüşüyor. Şiddetli yıldız patlamalarının tozu üzerimize yağarken, endüstriyel kirlenmenin tozunu yutarken, yürüdüğümüzde kaldırdığımız tozlar bedenimize yapışırken tozun biçimlendirmesine maruz kalıyoruz, beden tepki göstermezse uzamdaki varlıklardan biriyiz. Metinde e-kitap raflarından çekilen kitapların toz kaldırıp kaldırmayacağı düşünülüyor, bunu Ben, Robot‘taki bilinçlenmeye bağlıyorum. Filmde üst üste yığılan yazılımların farklı protokollere, yan yazılımlara yol açabileceğinden, bunun da yapay zekayı doğurabileceğinden bahsediliyordu, elektronik ortamdaki hareketlerin kendi tozlarına sahip olduğunu düşünmek aşırı bir eylem olmaz herhalde. Tozsuz bir ortamdan bahsedemeyiz, biçimi farklı veya görünmeyen tozların her koşulda var olabileceğinden bahsedebiliriz. Bunun yanında göğün tozu yeryüzünün tozunu yansıtır, yer çekimi tozları dağıtır ve toplar, esintilerde geçmişteki benliğimizden parçalar buluruz, psişik parçalar çoktan kaybolmuş olsa da anımsanarak geri getirilebilirler. Analojiler, metaforlar kurulur, her türlü benzetmeyle toz her şeye çevrilebilir, Yıldız kümelerindeki toz yığınları gök cisimlerine dönüşmeden önce uzunca bir süre salınırlar, hatta hiçbir şeye dönüşmeseler de içlerinde kendi cisimlerini dönüştürürler. Toz akıştır, uzaktan bakıldığında bütün yıldızların hemen hemen aynı olması gibi aynıdır, hareketsizmiş gibi durur ama evrenin en uçucu, hareketli parçasıdır belki de.
Serinin en felsefi metni bu olabilir, Marder fenomenoloji ve nesne-yönelimli felsefe üzerine çalışan bir akademisyen, tam onun kalemi. Bir de bu kitabın basıldığı geçen sene -maliyetleri düşürmek için herhalde- yayınevi çok kötü bir tutkal kullandığı için kitap dağılıyor ne yazık ki, sayfalar elinizde kalabilir. Hassas davranın, okuyun, iyi metin.
Cevap yaz